Gönül Bir Yel Değirmenidir, Sevda Öğütür. Hüseyin Rahmi Gürpınar
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Gönül Bir Yel Değirmenidir, Sevda Öğütür - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 7
Böylelerine tenezzül ettikten sonra her yerde birkaçını elde etmek kolaydı. Ama babamın evindeki Züleyha’dan canım yanmış olduğu için kayınpederin yanındaki hizmetçi kızların sevda kucaklarına sığınmaktaki tehlikenin büyüklüğünü anlıyordum.
Dışarıda istediğim kadar hovardalık edebilirdim. Ama kendisini en küçük bir şüpheye düşürmeksizin bu çapkınlığı karımın gözleri önünde yapmak istiyordum. İşte asıl çapkınlık buna denir. Onun edebiyata ait üstünlüğüne karşı böylelikle tam olarak öcümü çıkarmış olacaktım. Erkeğin cahilinin kadının bilgilisinden daha akılı olduğunu ispat edecektim.
Her evde aile halkının görüşlerine, ahlaklarına, terbiyelerine, huylarına, isteklerine, eğilimlerine göre birtakım dalavereler döner. İşe başlamazdan önce evde olan biten gizli maceraları olabildiği kadar anlamaya uğraşmam gerekti.
Bir kayınbiraderim vardı. Halis Didar Bey… Tam kafasının üzerinde fırıl fırıl sevda değirmeni dönen bir çağda. Süse, düzene merakı çok mu çok. Erkek olduğu hâlde kız kardeşinin okumaya olan düşkünlüğünden bunda zerre yok. Havai bir çocuk… Zayıf, kansız, sinirli bir şey… Düzgün endamı, uzun, gölgeli kirpikli, çekik, çekici, siyah gözleri var. Delikanlıların yüzlerinde gönül macerası arayan kızlar buna karşı duygusuz kalamazlar.
Halis Bey işsiz güçsüz, hemen hemen serseri denilebilecek tipte bir genç. Aylak aylak dolaşır durur. O yaştakiler için işsizlik tehlikelidir. Çünkü boş kalan bütün dimağ ve organlarını sevda kaplar.
Bu çocuğun zor bir meselenin çözümü ile uğraşır gibi çoğunlukla dalgın duran gözlerinde bazı bazı kalbinde yanan ateşin kıvılcımlarının saçıldığını görüyorum. Hiç kuşkusuz seviyor. Ama kimi? İşte bu bilinmeyen şeyin anlaşılması gerekti.
Bir de baldızım var. Karımın küçüğü… Ziba Didar Hanım. Kardeşlerinin içinde en güzeli. Samur kaşlı, biraz şehla gözlü, boylu boslu, gürbüz bir kız. Bunda ablası gibi yazarlık merakı yok. Gerçi biraz roman meraklısı. Ama yazmak hevesi göstermeden okur. Giyinir, kuşanır. Sinema, tiyatro, gezme, eğlenmeden başka bir şey düşünmez.
Bu kızın da ya bir âşığı var yahut onu aramakla meşgul, işte bu da çözümlenmesi gerekli bir mesele…
Sonra kayınpederim Didar Bey’in psikolojisi de incelenmeye değer. Yaşı altmışı geçkin. Ama henüz kanlı canlı, birçok bakımdan gençlikten hevesini alamamış gibi görünüyor. Sakalını, bıyığını o kadar özenle boyar ki ben o ailenin içine girdim gireli bir tek kılının akını seçtirmek gibi küçük bir ihmaline rastlamadım.
O yaşta bir adam yıllardan beri boya kullanıyorsa buna bir alışkanlık manası verilebilir. Hayatın o dönemine varmış bir ihtiyarın beyaz kıllarını birdenbire kararttığını görürseniz, onun gönlünde bir taze kadına genç görünmek isteğinin uyanmış olduğunu anlayınız.
Kayınpederim bu iki türün hangisindendir? Ben geldim. Onu kurum gibi boyalı buldum. Onun da hâlini incelemekten hiç kuşkusuz çok şeyler öğreneceğim.
Şimdi ailenin önemli kişilerinden bir kaynanam Nuriye Hanım kaldı ki onun da incelenmesi öyle zor bir iş değil. Çünkü bu hepsinden saf, hepsinden daha sade ruhlu bir kadın. Kocasından ancak yedi sekiz yaş kadar küçük. Ama görünüşte ondan daha yaşlı. Saçlarını bembeyaz ketenleştiren yılların amansız faaliyetlerine karşı boş yere karşı koyma, uğraşma düşüncesinde değil. Onda bahar ve güzdeki renklerin mensup oldukları mevsimlerle ahenkli oluşlarına inanan bir filozof hâli var. Ağaranı karartmaya, buruşanı düzeltmeye uğraşmakla hayatta gerisin geriye yol almanın mümkün olamayacağını kocasından ve onun gibi bazı şaşkınlardan daha iyi biliyor. Beyefendinin gençlik merakını gönlünde kaynatan duygunun da farkında. Bazen çocuklarına öfkelendiği zaman şöyle haykırırdı:
“Oğlum, kızım, bilmem ki hanginize meram anlatayım? Bu evde benden ihtiyarı yok. Ben yalnız sizin değil, bu ak saçlarımla babanız beyefendinin de annesiyim…”
7
Erenköyü’nde çam ve çeşit çeşit ağaçların küçük bir orman hâline getirdiği geniş bir bahçenin ortasına kurulmuş, oldukça düzenli döşenmiş, büyük bir köşkte oturuyoruz.
Bize komşu kiralık bir köşk var. Birkaç yıldır boş duruyormuş. Bir akşam eve geldim. Üstümü soyunurken karım:
“Bey, bahçesi bahçemize bitişik kiralık köşk bugün tutuldu.”
Biraz şaşırmışlıkla karıma bakarak:
“Tutulsun… Bize ne?”
“Öyle demeyiniz. Fena komşu gelirse çok rahatsızlık oluyor.”
“Adam sen de… Fena olup da bize ne yapabilir? Bahçemiz ayrı… Kapımız ayrı… Bacamız ayrı.”
“Başınıza gelmemiş de bilmiyorsunuz. O köşkün yüzünden bizim bir çekmediğimiz kalmadı. Terbiyesiz insanlarla başa çıkılmıyor. Bizim ağaçlarda meyve, bağda üzüm bırakmadılar. Uşakları bizim hizmetçi kadınlara açık açık sarkıntılıkta bulundular.”
“Ey daha?”
“Kendi kapılarından işlemez oldular. İstasyona kestirme diye bizim bahçeyi yol yaptılar. Hep buradan gelip giderlerdi. Duvar, kapı, tel örgü, söz, kavga, hiçbir şey kâr etmedi. Hele o köşkte geçen son olay… Of, aklıma geldikçe sinirlerim gerilir.”
Karım sustu. Uçuk benizle gözlerini boşluğa dikti. Olay gözlerinin önünde yeniden canlanıyormuş gibi bir iki ürperti geçirdikten sonra beni omuzlarımdan tutarak yatak odamızın geniş penceresi önüne götürdü. Kiralık evin tam bize karşı gelen bir odasını ağaçların arasından göstererek:
“Osman Sadık Bey, karısı Raife’yi işte bu odada öldürdü.”
“Niçin?”
“Eliyle yakaladı da…”
“Oh ne vahşilik…”
“Gerçekten vahşilik… Ama başka türlü ne yaparsın?”
“Ne yapacağım? Boşarım. Karı öldürülür mü?”
“Öldürülmeye hak kazanınca elbette öldürülür.”
“A, ne tuhaf hâl! Ben erkekliğimle böyle ağır bir macerada kadını savunmaya çalışıyorum. Sen hanımcığım, kadınlığınla erkekliğin vahşiliğini mazur görüyorsun. Bu ne ters bir yargılama…”
“Doğru düşünmek gerekince gözümden kadınlık, erkeklik kalkar. Önümde yalnız gerçek kalır.”
“Öldürmek doğru düşünme midir?”
“Evet.”
“Senin