Gönül Bir Yel Değirmenidir, Sevda Öğütür. Hüseyin Rahmi Gürpınar
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Gönül Bir Yel Değirmenidir, Sevda Öğütür - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 8
“Birbirine hıyanet eden karı kocalar için ölüm cezası yaşadığımız bu yüzyılda çok ağır bir cezadır. Bu usul genelleşse emin ol, ortada sağ karı koca kalmaz.”
“Demek sence dünyada birbirini aldatmayan karı koca yok gibidir.”
“O kadar da ileri gitmiyorum. Ama…”
“Evet ama? Ben seni aldatsam, günahımın anlaşıldığı gün sen beni affeder misin?”
“Affederim demiyorum… Ama öldürmem de…”
“Kuru sözden bir şey çıkmaz ya…”
“Sabiha, ben seni aldatmış olsam ne yaparsın?”
“Öyle bir şey yaparım ki öldürmek onun yanında bayağı bir hareket kalır.”
“Bana merak verdin.”
“Bir dene…”
“Allah esirgesin! Karıcığım, maksadım şakadan başka bir şey değil. Ah… Ama…”
Sustum.
Karım son kelimelerimi tekrar ederek:
“Evet, ah ama…”
“Ah ama insanlığın bu sonsuz za’fına karşı niçin bu kadar acımasız, şiddetli davranıyorsun?”
“Çünkü aldatmak ve aldanmaktan nefret ederim. Bir kadın kocasını, bir erkek karısını sevmiyorsa bunu açıktan açığa söylemeli. Kanunlara göre birbirlerinden ayrılmalıdırlar. Aldatmak rezilce bir davranıştır. İğrenç bir cinayettir. Karı kocalığın onuruna bundan daha büyük, bundan daha acı, bundan daha korkunç bir yara açılamaz.”
“Zekâ, kültür ve öğrenim bakımından memleketimizde seviyesi yüksek bir kadınsın Sabiha. Ama yaratılışta hercailiğin bir ikinci huy hükmünde bulunduğunu hiç dikkate almayarak bu karı koca bağlılığı konusunda büyükananın büyükannesi gibi düşünüyorsun.”
“Evet öyle düşünürüm. Ve yerden göğe kadar da hakkım vardır. Benim gözümde nikâh demek karşılıklı doğruluğa, dürüstlüğe söz vermek demektir. Verdiği sözde durmayacak, bu bağlılığı dürüstlükle sürdüremeyecek kadar hercai yaratılışlı olanlar, kendi zaaflarını bilip böyle ağır bir sözleşmenin sorumluluğunu yüklenmemelidirler.”
Karı koca karşı karşıya yine sustuk. Aramızdaki konuşma sıkıcı bir sessizliğin dalgalarıyla örtüldü, ikimiz de düşüncelerimizin ondan öteye olan bölümlerini birbirimizden gizlemek isler gibi kendi hislerimize döndük.
Sabiha’yı aldatmanın kolay bir iş olmadığını anladım. Seni aldatırsam ne yaparsın dediğimde gözlerini üzerime açıp da “Öyle bir şey yaparım ki öldürmek onun yanında basbayağı bir hareket kalır.” diye karşılık vermişti. Bu sözlerin her kelimesi kulaklarımda hâlâ çın çın çınlıyordu. Acaba ne yapacaktı? Bu bana o kadar merak oldu ki…
Karım ne derse desin, ondan daha hoşa gidecek bir kadınla karısını aldatmaktaki tadın büyüklüğünü benimle beraber onaylamayacak hiçbir koca düşünemem. “Haram tatlıdır.” sözündeki doğruluğu kim inkâr edebilir? Buna evli hanımlar gücenmesinler. Ben gerçeği söylüyorum.
Bu gerçeğe karşı çıkacak hanımlar olursa onlar iki kelime ile beni susturabilirler. Erkeklerin onaylamalarını kabul etmiyorlarsa bu tadın büyüklüğünü yine hanımlardan, kendi cinslerinden sorsunlar. Çünkü bu iksirden bir yudum tatmak için intikamcı bir kocanın tabanca veya kaması altında can vermeyi göze aldıran kadınlar, bu tehlikeye hangi zevkin etkisiyle atılıyorlar.
8
Ertesi gün köşke manda arabalarıyla eşya taşınıyor, biz de Sabiha ile pencereden seyrediyorduk. İçinde cinayet işlenen odanın panjurları açılmış, camları siliniyordu.
O ürperti veren kanlı hatıranın zihninde canlanmasıyla karım kaşlarını çatarak:
“İşte o gece de bu panjurlar böyle açılmıştı. Raife al kanlar içinde pencereden sarkarak sevgilisine bağırıyordu:
‘Hüsnü, ben ölüyorum! Sen kaç…’
Odanın içi kuvvetli lambalarla gündüz gibi aydınlıktı. Kendi ölürken hâlâ âşığının kurtuluşunu düşünen bu kadının yasak sevdası intikamcı kocayı büsbütün çıldırttı. Elinde tabanca ile bahçeye saldırdı. Kimse üzerine varamıyordu, gecenin karanlığını vızır vızır kurşunlarla deldi. Ama Hüsnü’ye yetişemedi. Karısının âşığı, Raife’nin son dakikada kanlara bulanan aşkını kalbinde götürerek kaçtı.
Biz burada, bütün bir ev halkı, pencerelerin arkasında üzüntüden titreşiyorduk. Çok geçmeden zabıta, savcı yetişti. Çırpınmalar içinde sönen kadının ağzından pek az laf alabildiler…”
“Günahlılar nasıl olmuş da yakalanmışlar?”
“Koca epey bir zaman önce işi sezinlemiş. O gece karısına çok önemli bir işi olduğunu söyleyerek köşke gelmeyeceğini haber vermiş. Berikiler bu fırsatı kaçırmayarak o akşam birleşmişler.”
“Hanımcığım, bilmem kaç yıl önce olup bitmiş bu cinayeti hatırlayınca bak, hâlâ dehşetten betin benzin soluyor. Sonra kalkıyor, karı koca sadakatsizliklerinin ölümle cezalandırılmasını istiyor, bu vahşiliği savunuyorsun.”
“Bir şeyin korkunç olması doğruluğuna engel değildir. Ben doğruyu savunuyorum. Meseleyi ne kadar oradan buradan dolaştırsanız, benden alacağınız karşılık hep budur.”
Ben fikrimde direnmedim. Karım da besbelli konuyu değiştirmek için:
“Birkaç yıldır köşk boş duruyor. Bu cinayetten ötürü adı uğursuza çıktığı için kimse kiralamaya cesaret edemiyordu. Bu cesur kiracılar nasıl adamlar acaba?”
Karım, bir hizmetçi kız çağırarak sordu:
“Servinaz, bu uğursuz köşke taşınanların kim olduklarını öğrenebildiniz mi?”
Servinaz kirli, esmer, sivrisinek yeniğiyle sivilceler dökmüş bacaklarının açıklığından utanır gibi, mavi önlüğü altında biraz büzülerek cevap verdi:
“Oradan bize bir hizmetçi kadın geldi. Tulumbaları bozukmuş. Kuyudan su çekmek için de kovaları yokmuş. İki kova istedi, verdik.”
“E, sonra?”
“Sonra efendim, bizim Muhsine Kadın’ın hiç ağzı durur mu? Sizin beyefendiye kim derler diye sordu. O da: ‘Bizim beyefendi ünlü adamdır. Sarığı yoktur ama çok okumuştur. Profesör Hurrem Bey derler. Büyük mekteplerde ders okutur. Kitap yazar. Gazetelere yazılar gönderir. Onu İstanbul’da bilmeyen yoktur. Siz tanımıyor musunuz?’ dedi. Biz de biz kitap okumasını bilmeyiz. Beyi tanıyamadık, cevabını verdik.”
Karım,