Jo'nun Oğulları. Луиза Мэй Олкотт

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Jo'nun Oğulları - Луиза Мэй Олкотт страница 3

Жанр:
Серия:
Издательство:
Jo'nun Oğulları - Луиза Мэй Олкотт

Скачать книгу

Kalliope ve Urania’nın başkanlık yaptığını; Melpomene ve Thalia ise koridorda eğlendiğini, bazı gençlerin dans edip bir oyunun provasına çalıştığını gözlemleyebiliyorlardı. Erato ise sevgilisiyle bahçede geziniyor ve müzik odasında Apollo’nun bizzat kendisi birbirleriyle ses uyumu içerisinde bir koro yönetiyordu.

      Bizim eski arkadaşımız Laurie olgunlaşmış bir Apollo’ya benziyordu çünkü zaman, o garip oğlanı vakti geldiğinde asil bir erkeğe erişmesini nasip etmiş; son derece yakışıklı ve güler yüzlü bir adama dönüştürmüştü. Sorumluluğu ve kaygıyı yaşadığı gibi gevşekliği ve mutluluğu yaşaması ona bu zemini hazırlamıştı, ayrıca büyükbabasının isteklerini karşılamayı görev bilip büyük bir sadakatle görevini yerine getirmişti. Zenginlik bazı insanlara yakışır ve en iyi şekilde güneşin ışınları altında coşarlar; başka insanlar da gölgeyi sever ve ayaza maruz kaldıklarında daha tatlı olurlar. Laurie öncekine benziyordu ve Amy de sonrakine; bu nedenle evlendiklerinden beri hayat onlara şiir gibi geliyordu. Sadece ahenk ve mutlulukla ilgili değildi bu, aynı zamanda içtenlik, haysiyet ve gönül zenginliğiyle ilgiliydi ve bilgeliklerini hayır işleriyle birleştirdiklerinde o muhteşem yardımseverlikleriyle birçok şeyin üstesinden geliyorlardı.

      Evleri sade bir güzellikteydi, konforlu şeylerle doluydu ve sanatsever ev sahibi ile ev sahibesi işte burada türlü türlü sanatçıları cezbediyor ve eğlendiriyorlardı. Laurie her türlü müzik eğitimini almıştı, en sevdiği ve koruyuculuğunu üstlendiği sınıfına karşı son derece cömertti. Amy ise hevesli genç ressamları ve heykeltıraşları vesayeti altına almıştı, kızı yeterince büyüyüp harcanan emekleri ve alın teriyle yapılanları onunla paylaşacak yaşa geldiğinde kendi yaptığı sanatın fazlasıyla değerli olduğunu fark etti. Kadınların, kendi gelişimleri ve başkalarının çıkarları için, kendilerine lütfedilmiş özel yeteneklerini feda etmeden de başarılı eş ve anne olunabileceğini kanıtlayan insanlardan biriydi.

      Kız kardeşleri onu nerede bulabileceklerini gayet iyi biliyorlardı ve Jo da doğrudan stüdyoya gitti. Orada anne kız birlikte çalışıyorlardı. Bess küçük bir çocuğun büstüyle uğraşıyor, annesi de kocasına ait çok zarif bir kafa büstüne son dokunuşlarını ekliyordu. Zaman Amy için âdeta durmuştu çünkü mutluluğu onu genç tutmuş ve içinde bulunduğu refah düzeyi de ihtiyacı olan kültürü sağlamıştı. Gösterişli ve zarif olan bu kadın şık olmanın sadelikle sağlanabileceğini, kıyafet seçimlerinde olduğu gibi bu giyimleri üzerinde çok hoş taşımasıyla asil karakterini gayet iyi açığa vurabiliyordu. Bir keresinde biri şöyle demişti: “Bayan Laurence’ın ne giydiği hakkında en ufak bir bilgim yok ama bulunduğu odada her zaman en iyi giyinenin o olduğu izlenimi yaratıyor bende.”

      Kızına çılgınca taptığı belliydi ve böyle olmakla haksız da sayılmazdı çünkü öyle görünüyordu ki en azından kendi düşüncesine göre, her daim arzuladığı güzellik kendisinin gençlik hâlini kızının temsil ettiğini düşünüyordu. Kalıtımsal olarak Bess annesinden ay gibi vücudunu, mavi gözlerini, açık tenini, aynı tarzda arkadan bağlanan altın sarısı kıvırcık saçlarını almıştı. Ayrıca -ah, Amy’nin asla tükenmeyen neşesiyle- babasının aynı etkileyici burnu ve ağzını almış ama daha kadınsı bir şekilde. Giydiği aşırı sade olan uzun, keten önlük ona çok ama çok yakışmıştı ve gerçek bir sanatçı, bir şeyle meşgul olduğunda kendini nasıl işine veriyorsa Bess de kendini öyle işine veriyordu. Üzerindeki sevgi dolu bakışların farkında bile değildi, ta ki Jo teyze büyük bir şevkle bağırarak içeri koşana kadar.

      “Sevgili kızlarım, elinizdeki çamurları bırakın ve benim size anlatacağım haberleri dinleyin!”

      Her iki sanatçı da ellerindeki aletleri bir kenara bırakıp heyecan dolu kadını tüm samimiyetleriyle karşıladılar. Yaratıcılıklarının doruk noktalarındayken onun gelişiyle ikisi için çok değerli olan bir saatleri berbat olmuştu aslında. Hararetle dedikodu yapıyorlarken Meg tarafından çağırılan Laurie içeri girdi, hiçbir yerde barikat yoktu, hemen iki kardeşin ortasına oturuverdi ve büyük bir ilgiyle Franz ve Emil hakkındaki haberleri dinledi.

      “Artık salgın ansızın patlak verdi sayılır, senin sürünü hiddetlenerek kasıp kavuracaktır. Bundan sonraki on yıl için her türlü romantizme ve gözü karalığa hazır ol, Jo. Oğulların yavaş yavaş adam oluyor ve denizlere baş aşağı dalarak bugüne dek yaşamadığımız kadar başımıza iş açacaklar.” dedi Laurie, Jo’nun mutluluk ve ümidini yitirmişlik hislerinin karışımı olan bakışından keyif alarak.

      “Öyle olacağını biliyorum ve tek ümidim onları bu zorlu süreçten ayakları üzerinde dimdik durmalarını sağlamak. Korkunç bir sorumluluk olduğunu biliyorum ama yine de bana gelecekler ve onların zavallı aşk hayatlarını düzene sokmam için bana yalvaracaklar. Ama yine de bu benim hoşuma gidecektir. Ayrıca Meg, öyle acıma duygusuyla dolu ki sanırsın bu özelliğinden zevk alıyor.” diye cevabını verdi Jo. Oğullarından bahsedilince kendisini daha huzurlu hissediyordu, ne de olsa yaşları daha küçük olduğundan onlar hâlâ güvende sayılırlardı. “Bizim Nat onun Daisy’sinin etrafında fır fır dönmeye başlayınca korkarım pek zevk almayacaktır. Tabii bunun ne anlama geldiğini biliyor musunuz? Onun müzik eğitmeniyim ama aynı zamanda sırdaşıyım. Ona ne tür tavsiyelerde bulunabileceğimi söylemenizi istiyorum.” dedi Laurie ağırbaşlı bir tavır takınarak.

      “Sus! Çocuğu unutuyorsun.” diyerek lafa karıştı Jo, tekrar işinin başına dönen Bess’i kafasıyla işaret ederek.

      “Tanrı seni korusun! Onun kafası şimdi kim bilir nerelerde. Senin bir tek kelimeni bile duymuyordur. Ama artık buradaki işini sonlandırıp gitmesi gerekir. Sevgilim, bir koşu gidip bebeği yatırır mısın? Meg teyze de oturma odasında. Biz gelene kadar ona yeni resimleri gösteriver.” diye ekledi Laurie ve Pygmalion’ın Galatea’ya2 bakmış olabileceği gibi uzun boylu kızını süzdü, ne de olsa ona göre, kızı evdeki heykellerin en nadide parçası gibiydi.

      “Tamam babacığım, yaptığımın iyi olup olmadığını söyle bana.” Bunun üzerine Bess itaatkâr bir şekilde aletlerini bir kenara bıraktı ama yaptığı büste göz atmak için biraz oyalandı.

      “Benim her zaman el üstünde tutulan kuzucuğum, gerçekleri itiraf etmeye kendimi mecbur hissediyorum ve yanaklardan birinin diğerine göre biraz daha şişman olduğunu görüyorum. Ayrıca çocuğun kaşı üzerindeki lüleler mükemmel bir göz ziyafeti sağlamayıp biraz boynuza benziyor ama ne var ki kesinlikle Rafael’in Chanting Cherubs3 adlı tablosuyla boy ölçüşemez ve senin eserinle gurur duyuyorum.”

      Laurie bir yandan konuşuyor, bir yandan da kahkaha atıyordu çünkü kızının bu ilk girişimleri tıpkı Amy’nin ilk yaptıklarına çok benziyordu ve kızının eserini beğeni ile inceleyen annesi gibi ciddi bir yüz ifadesi takınmayı hiç ama hiç beceremiyordu.

      “Müzikten başka hiçbir eserde güzellik göremiyorsun.” diye cevap verdi Bess. Doğal ışıkla aydınlatılmış o devasa stüdyonun serinliğinde Bess, altın sarısı saçlarını sallayarak âdeta parlak bir ışık saçıyordu.

      “Ben sende güzelliği görüyorum, tatlım. Ayrıca sen sanat değilsen, o hâlde nedir sanat? Seni biraz doğaya çıkartmak niyetindeyim. Bu soğuk hamurlardan ve mermerlerden uzaklaştırıp güneşin altında dans etmeyi, kahkahalarla gülmeyi istiyorum, tıpkı diğer insanların yaptığı gibi. Ben kanlı canlı bir kızım olsun istiyorum. Hamurundan başka

Скачать книгу


<p>2</p>

Pygmalion usta bir heykeltıraşmış, eserleri çok gerçekçiymiş. Bir gün fil dişinden bir heykel yapmış ve ona âşık olmuş. Bütün gün eserini hayranlıkla izlermiş. Eserine Galatea adını vermiş. (ç.n.)

<p>3</p>

Raffaello Sanzio De Urbino, kısaca Rafael olarak bilinen Rönesans döneminin İtalyan ressamı ve mimarıdır. 1483-1520 yılları arasında yaşamıştır. Chanting Cherubs onun tablolarından biridir. İki çocuk resmedilmiştir. (ç.n.)