Mürebbiye. Hüseyin Rahmi Gürpınar
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Mürebbiye - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 7
Amca Bey’in beden yapısı, Dehrî Efendi’nin küçürek çapta bir çeşit acayip bir örneği idi. Birinin dimdik, ötekinin eğri büğrü boyu Amca Bey’in Dehrî Efendi’ye benzerliğini, son oluşum devresinde bulunan bir kurbağa yavrusunun ana babasına şekilce olan son yakınlığı derecesinde bırakmıştı. Çocukların bacak aralarını hamam bohçasına çevirircesine, eski annelerin kötü bir âdete uyarak oralara pamuklu bezler tıkıştırmaktaki cahilce inatları yüzünden Amca Bey’de bacaklar yılankavileşmiş, bu boy eğriliğine bel kemiğindeki tabii çarpıklık da katılınca iki nokta arasındaki en kısa yola geometride doğru denmesi tarifine ters bir örnek meydana getirecek suretteki bu eciş bücüşlük zavallı adamın boyunu meşhur şekillerden “âşık yolunu şaşırdı”ya çevirerek boy uzunluğunun hemen dörtte biri kadarını içine oynatmıştı.
Amca Bey’in beden yapısında olan bu bükülme Allah’ın bir hikmeti olarak ahlakına da geçmişti. Dehrî Efendi’yle boyca olan otuz santimlik bir eksiklik aralarındaki benzerliği pek o kadar açmamıştı. Çünkü kafatası büyüklüğü ve yüzlerinin çizgileri birbirinin aynı idi. Fakat ikisinin de işlerine ve davranışlarına bakan en az dikkatli bir kimse, beyin tartısınca Amca Bey’in ötekinden (beyni okkaya bindirmeye müsaade olunursa) okkalarla noksan bulunduğunu anlamakta güçlük çekmezdi. Sanki Yaradan Tanrı ana karnında iken ne kadar işe yarayan ve yaramayan haslet var ise birinci evlada vermiş ve ikincisine her şeyin adisini, bozuğunu, zayıfını bırakmıştı.
Amca Bey her hareketinde ağabeysinin hâlini taklit etmeyi âdet edindiğinden zaten bir acibe olduğu hâlde “acayiplerin acayibi” bir şey olduğuna şüphe yoktur.
Ağabeyi, taşra memuriyetlerinde gezerken küçüğü İstanbul’da mirasını son parasına kadar yemiş, şimdi Dehrî Efendi’nin lütuf ve ihsanına sığınmaktan başka bir çaresi kalmamış olduğundan her şeye “eyvallah” demek Amca Bey için bir hayat zarureti sırasına geçmişti. Bu yüzden, Dehrî Efendi’nin Amca Bey üzerinde olan nüfuzu ağabeylikten babalık derecesine çıkmış, ötekinin evdeki mevkisi ise çocuklarla uşaklar arasındaki bir yere inmişti.
Amca Bey’in birkaç karı alarak geçinemeyip boşaması Dehrî Efendi’yi son derece öfkelendirmiş ve bu öfke sonunda Amca Bey’i ebedî bir bekârlığa mahkûm etmişti.
İşte bu sebeple Mürebbiye Anjel’in yalıya gelmesi herkesten çok Amca Bey’in gözlerini kamaştırdı. Eğri boyunu bir güzel kadın tarafından beğenilmeye kuvvetli bir engel sanıp dururken matmazelin gönül avlayan sevdalı bakışı ara sıra manalı manalı kendine çevrilmiş olmasından önüne atılan aldatıcı taneye ağzını açan anlayışsız bir balık gibi eğrile büğrüle kızın etrafında dolaşarak kalbinde gülünç ümitler, hâlinde acınacak gariplikler peyda olmaya başladı.
Mürebbiye, Paris’in romancılarına taş çıkartan o psikolog, sakat bir vücutta sağlam bir kalbe pek az rast olunacağını bildiğinden Amca’ya kancayı takınca zavallıyı istediği tehlikeli sevdaya doğru güdebileceğini anlamıştı.
Matmazel, Amca Bey’e kamburuyla uygun bir zoka düzenledikten sonra evdeki ufak tefek beylere de bir çapari hazırladı. Bazı defa çinekop iğnesine çurçur düştüğü gibi Şemi ve Sadri beylere attığı bu çapariye vekilharç ve aşçıbaşı veya ayvazdan biri yakalanırsa vay hâline! Maksat balık avlama değil mi? İğneye birkaçı çengellensin de ne cinsten olursa olsun. İçinden aşırı hoş olmayanlar bulunursa onları tekrar suya atmak, eti latif, yemesi hafif olanları da salamuraya yatırmak kendi gönlüne kalmış bir iş değil midir?
Garip insanlar müzesi denmeye layık o yalıda Dehrî Efendi, Amca Bey’den sonra gelen üçüncü acayip insan, Melahat Hanım’dı.
Her adın sahibine uygun olduğunu sananlar bu yanlışlarını düzeltmek için Melahat Hanım’ı görmelidirler. Adı “Melahat” fakat kocası için canlı bir felakettir. İnsan bu kadını kocasıyla bir arada görse “Melahat” sözünün bu kötü kullanılışına mı yoksa o talihsiz damadın hâline mi hangisine acıyacağında şaşırır kalır. Melahat’ı görenler:
Uzun servilerden uzundur boyu,
İnce fidanlardan incedir beli.
şarkısının gösterdiği boyca incelikteki hiç de şairane olmayan mübalağayı aşırı görmeyeceği gelir.
Erkeklerde bile pek az rastlanan telgraf direği gibi ince uzun bir vücudun üzerine kadınlarda hiç rastlanmayan irilikte ve uzun kutru16 dikliğine gelmek üzere oval biçiminde bir kafa geçiriniz. Bu oval yüzün üzerine Çinlilerinkini andırır, o derece çekik kaş, göz, ağız, burun koyunuz ki güya Melahat Hanım lastikten yapma bir insan imiş de iki kişi biri ayaklarından, öteki tepesinden tutarak o lastiği son derecesine kadar çekip uzatmışlar. Bütün vücut azası ile birlikte yüz çizgileri de bu çekilişe göre eğri bir resim meydana getirerek hiç kıpırdamadan öyle kalmış sanılsın, işte o zaman Melahat Hanım’ın fotoğrafını diyemez isem de aslına pek benzer bir krokisini gözünüzün önünde canlandırabilirsiniz.
Başka bir anlatışla, sanki dünyaya geldiği zaman ebesi olan kadın kendilerince eskiden beri uyulan âdete göre çocuğun kafasını latif bir şekle koymak için iki şakağından şiddetle bastırmış, ama ne yazık ki ilk baskı ile Uzunköprü kavununa çevirdiği çocuğun kafasını her nasılsa çene altından ve tepeden sıkıştırmayı unutmuş, sonra da çocuğu babasının kucağına vererek “Al işte. Bunun adını Melahat koy.” demiş.
Tavan süpürgesine kadın esvabı giydirmişler gibi Melahat Hanım pelerinli, kat kat dantelli yeldirmesini giyip pullu beyaz başörtüsünü de örterek bahçeye, koruya, bostana çıktığı zaman rüzgârın o uzun boya verdiği dalgalanmadan ürkerek bütün vahşi kuşların kaçıştıklarını gören bahçıvan, efendiden doğum bilgisi ve jeoloji derslerini dinleye dinleye zekâsına bayağı bir genişleme gelmiş olan o herif bu hâlden ibret alarak bostana koyduğu korkulukları Melahat Hanım’ın şeklinde yapmaya başlamış ve çok fayda görüldüğünün farkına varan komşu bahçıvanlar tarafından model olarak kabul olunmuştu.
Bazı günler sabah vakti veya akşamüstü Melahat, kocası Sadri Bey’le kol kola koru gezintisine çıkarlardı.
Rüzgârın kuvvetle estiği tepelerde karısının o uzun boyunu süsleyen kırmalar, sayvanlar, kurdeleler yelpir yelpir uçuştukça Sadri Bey, “Melahat, kolundan sıkı tutmasam şimdi havalanacaksın.” derdi.
Sadri’nin bu sözden maksadı, karısının o yumurta gibi kafası, her ucu bir tarafa uçan elbise süsleri içinde türlü eğilmeler peyda eden o ipince vücuduyla bir uçurtmaya benzediğini anlatmak olduğu hâlde, Melahat’ta nükteyi anlayacak kadar zariflik olmadığından bu “havalanmak” sözünü kendisine şuhluk, havaya kapılmak söyleniyor manasına alarak uzun boyuna hiç yaraşmayan istiğnalı bir işvebazlıkla, “Elinden uçuveririm diye korkuyor isen sıkı tut… Melahat’ını kaçırma. ‘Kadıya yalan, kadına inan olmaz…’ Canım isterse bir gün uçuveririm zahir. Sonra Melahat’sız ne yaparsın? Elinde iken kıymetini bil.” diye cevap verir, bu soğuk cilve Sadri’nin damarlarındaki kanı buz gibi dondururdu.
Melahat, şekilde bir kadından
16
Çapı.