Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt. Ahmet Cevdet Paşa
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt - Ahmet Cevdet Paşa страница 11
Rum Kayseri Konstantin, İslam milletinin perişanlığını fırsat bilerek yüz otuz sekiz senesinde büyük bir ordu ile İslam memleketlerine tecavüz ederek zorla Malatya’yı istila ve tahrip etmişse de sonra Mansur, kâfi miktarda asker göndererek Malatya’yı geri almış ve imar etmiştir. Horasan ahalisinden ve Ebu Müslim’in dostlarından, Kûfe’de bulanan ve tenasühe, yani ruhun bir cisimden ayrılır ayrılmaz diğer bir cisme gireceğine inanan kimselerden olup Râvendiye denilen fırka-i dâlleden (doğru yolu şaşırmış fırka) iki yüz kadarını Halife Mansur, yüz kırk bir yılında hapsedince diğerleri öfkelenerek toplanıp hapishanedeki arkadaşlarını salıverdiler. Mansur o zaman Haşimi Mahallesi’ndeki hilafet sarayında bulununca onun üzerine hücum ettiler. O da onları öldürdü. Kûfe ahalisi, Hazreti Ali sülalesi taraflısı olup, Mansur’un askerini inanç yönüyle bozduklarından zaten Mansur onlardan emin olmadığı hâlde bu olay üzerine tamamen Kûfe’den nefret ederek, merkezini başka bir yere nakletme fikrine düşmüştür.
Ebu Müslim’in katlinden sonra onun iyiliğini görmüş olanların, defalarca Horasan’da yaptıkları fitne ve başkaldırıları da Mansur bertaraf etmişti. Yüz kırk bir yılında Horasan valisi isyan edince Mansur çok sayıda asker ile oğlu Mehdi’yi gönderip isyanı bastırmıştır. Horasan valiliğini oğlu Mehdi’ye vererek doğu yönünden gönlü rahat olmuştur. Fakat Mansur’un en büyük endişesi, yukarıda olduğu gibi kendisinden çekinerek saklanmak üzere bulunan Muhammed İbni Mehdi İbni Abdullah ile kardeşi İbrahim İbni Abdullah olup, hilafet makamına geçtiği günden beri onları araştırmakta ve takip etmekteydi.
Yüz kırk yılının hac mevsiminde Mansur hac için Mekke’ye gittiğinde, Ebu Talib’in evladı için pek çok hediye dağıtmış olduğu hâlde Muhammed Mehdi ile İbrahim meydana çıkmadıklarından Mansur daha çok merak ederek babaları Abdullah İbni Hasan Müsenna’yı oğullarını ele vermek için sıkıştırdıysa da Abdullah gizleyip söylememe hususunda direndi. Mansur da onların arkalarına hafiye memurları düşürdü. Muhammed Mehdi de bundan haberdar olup ürkerek, kardeşiyle beraber Yemen tarafından savuşmuş, Aden’e ve oradan Sind’e (Batı Hindistan’da bir yer) gitmiş ve ondan sonra Irak’a ve ardından Medine’ye geçmişti. Sonra Muhammed Mehdi, Yenbu nahiyesine gelip bir müddet Cüheyne Dağı’nda bir mağarada arkadaşlarıyla birlikte saklandı ve ibadet ile meşgul oldu. Mansur, ondan haber alıp Cüheyne’ye gizli haberci gönderdi. Fakat Mansur’un hizmetinde bulunan bir Alevi de o tarafa gizli haber uçurunca Muhammed Mehdi, oradan kaçarak Medine’de gizlendi. Alevi taraftarları, onu imam kabul ettiklerinden, maddi ve manevi yönden kendisine yardım edenleri çoktu. Bundan dolayı Muhammed ve kardeşi böyle yer yer dolaşırlar ve hac mevsiminde çöl Arapları içine karışıp hac ederler ve ara sıra babaları ve çoluk çocuklarıyla görüşürlerdi. Hatta İbrahim’in zevcesi Rukiyye bu suretle hamile kalıp bir çocuk doğurmuştu. Mansur da bundan haberdar olarak fevkalade hiddetlenmişti. Çünkü Rukiyye’nin babası, Osman Zi’n-Nureyn (r.a.), torunlarından Muhammed İbni Abdullah İbni Ömer İbni Osman idi ki gayet güzel bir zat olup Dîbac diye tanınmıştı. Abdullah İbni Hasan Müsenna’nın ana tarafından kardeşi idi. İkisinin de validesi Fatıma binti Huseyn İbni Ali (r.a.) idi. Bu nedenle Resulullah’ın (s.a.v.) çocuklarına yakınlığı olduğundan Emevi Devleti devrinde onları himaye ederdi.
Abbasi Devleti devrinde Beni Haşim’in de onu himaye etmeleri insanlık ve mertlik icabı idi. Fakat Muhammed Mehdi ile kardeşi İbrahim’in firarda bulunmaları sebebiyle Mansur’un Ali taraftarlarından şüphe ve tereddüdü var idi. Çok çalıştı, araştırma yolunda çok para sarf etti, sık sık Haremeyn (Mekke ve Medine) emirlerini azleder oldu. Yine de Muhammed Mehdi ile İbrahim’i ele geçiremedi. Nihayet Medine emîrliği için evlad-ı Resul’ün kadrini bilmez bir adam aradı. Ribah İbni Osman El-Murâ namında, alçak tabiatlı birini buldu ki Ravza-i Mutahhara’yı (Hz. Peygamber’in mescidini) yık desen tereddütsüz yıkabilecek bir şahıstı. Mansur ona mal verip Medine emaretini tevcih etti ve yüz kırk dört yılı ramazanında onu Medine’ye gönderdi. Kendisi de hac mevsiminde Mekke’ye giderken Medine’ye uğradı. Abdullah İbni Hasan Müsenna’yı, oğulları Muhammed ve İbrahim’in nerede olduklarını haber vermek üzere sıkıştırdı, o da gizlemek hususunda ısrar gösterdi. Bundan dolayı Mansur’un emriyle Ribah-i Murâ, Abdullah bin Hasan Müsenna’yı, oğlu Musa’yı, üç kardeşini ve kardeşlerinin çocuklarını hapsetti. Abdullah’ın diğer kardeşi Ali Âbid bin Hasan, kavmi içinde bulunmadığından ertesi gün, Ribah’ın yanına vardı ve “İhtiyacın nedir?” dediğinde, “Beni de kavmimle beraber hapsedesin diye geldim.” deyince Ribah onu da hapsetti ve evlad-ı Hasan’dan mahpus olanlar on bir kişiye yükseldi.
Ribah ise Mansur’a, “Ya emirü’l-müminin! Horasan halkı senin taraftarındır. Irak halkı da Ebu Talib ailesinin taraftarıdır. Amma Şam halkı Ali’nin en büyük düşmanıdır. Fakat Muhammed bin Abdullah Osmani, Şam halkını davet etse hiçbiri geride kalmaz.” demiş olduğundan, Mansur’un Dîbac hakkında da emniyeti kalmamış oldu ve hemen emretti, Ribah onu da hapsetti.
Gerçekten Şam ahalisi, Beni Ümeyye taraftarı idiler. Fakat Emevilerin ileri gelenlerinden kimse kalmadığından, Hz. Osman evladından Dîbac diye bilinen, daha evvel bahsi geçen Muhammed İbni Abdullah Osmani’ye muhabbetli olup, ellerinden gelse hilafete onu seçerlerdi. Fakat Emevilerin devri geçmiş olduğundan, Dîbac da evlad-ı Resul’e yakınlığı hasebiyle tehlikesizce yaşamaktayken, bu defa evlad-ı Hasan’ın hapsedilmelerinden dolayı o da yukarıda geçtiği gibi onlarla beraber hapse atılmıştır.
Mansur hemen Medine Kadısı İmran İbni İbrahim İbni Muhammed İbni Talha ile müçtehitlerin büyüklerinden İmam Malik bin Enes Hazretleri’ni hapishaneye gönderip Abdullah bin Hasan’a oğulları Muhammed ile İbrahim’in nerede olduklarının bildirilmesini teklif etti. Abdullah, Mansur ile görüşmek istedi. Mansur da oğullarını getirmedikçe kendisiyle görüşmeyeceğini bildirdi. Ondan sonra Mansur Mekke’ye gidip hac etti ve dönüşünde, Medine’ye uğramayıp Rebeze köyüne gitti. Adı geçen mahkûmların oraya getirilmesini emretti. Ribah da onları ayaklarında bukağı olduğu hâlde Rebeze’ye götürdü. Onlar bu suretle Rebeze’ye getirilirken Cafer-i Sadık Hazretleri perde arkasından onları görüp ağlar ve gözlerinin yaşları sakalından aşağı dökülür, “Bundan sonra Cenabıhak, Haremeyn’i muhafaza etmez.” der idi. Rebeze’de Mansur, Dîbac diye bilinen Muhammed bin Abdullah Osmani’yi huzuruna getirtti. Kızı