Savaş ve Barış II. Cilt. Лев Толстой
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Savaş ve Barış II. Cilt - Лев Толстой страница 54
Piyer’in arabacısı, yaralıların arabalarına yoldan çekilmeleri için öfkeyle bağırdı. Süvari alayı, şarkılar söyleyerek bayırdan inip Piyer’in arabasına yaklaştı ve yolu kapladı. Piyer, yamacın oyulmasıyla oluşturulmuş yolun kıyısına iyice çekilerek durdu. Dağ yamacının dikliği yüzünden güneş, yolun derinliklerini aydınlatamıyordu; buraları serin ve rutubetliydi. Piyer’in üstünde parlak bir ağustos sabahı vardı ve çan sesleri havada neşeyle yankılanıyordu. Yaralılarla dolu bir araba, Piyer’in yanında, yolun kıyısında durdu. Çarıklı bir arabacı soluyarak koştu, çembersiz arka tekerleklerin altına bir taş koydu ve atının adımını düzeltmeye başladı.
Arabanın arkasından giden kolu sargılı yaşlı bir yaralı asker sağlam eliyle arabaya tutunup Piyer’e döndü ve sordu:
“Hemşehrim, burada mı yatıracaklar bizi, yoksa Moskova’ya mı götürecekler, ne dersin?”
Piyer, soruyu duymayacak kadar dalmıştı. Kimi zaman yaralı kafilesiyle karşılaşan süvari alayına kimi zaman da içinde ikisi oturan biri de yatan üç yaralının bulunduğu talikaya bakıyordu. Oturan askerlerden biri yüzünden yara almış olmalıydı; başının her yanı bezlerle sarılmış, yüzünün bir yanı bir çocuk başı kadar şişmişti. Ağzı ve burnu yüzünün bir yanına kaçmıştı. Katedrale bakarak haç çıkarıyordu. İncecik yüzünde bir damla kan kalmamışa benzeyen genç bir kura eri, suratında donup kalmış bir gülümsemeyle bakıyordu Piyer’e; yüzükoyun yatmış olan üçüncünün yüzü görünmüyordu. Süvari alayının şarkıcıları talikanın yanından Kirpi kafalı yuttu hapı… Yurdundan uzaktasın… diye bir oyun havası söyleyerek geçiyorlardı.
Yükseklerden, onlara eşlik etmek ister gibi ama bambaşka neşeli bir tonda madenî çan sesleri duyuluyordu. Güneşin ışınları da aydınlıkta pırıl pırıl parlayan karşıki bayırı bir başka neşeye boğuyordu. Ama Piyer’in bulunduğu yer, yani yamacın eteği, yaralıların arabasının yanı ve soluyan atların olduğu yer; rutubetli, loş ve kasvetliydi.
Yüzü yaralı asker, kızgınlıkla baktı şarkı söyleyen süvarilere.
“Züppeler!” dedi.
“Bugün yalnız askerler değil, mujikler de var. Onları da cepheye sürüyorlar, ayırt etmiyorlar şimdi… Bütün halkla yüklenmek isteniyor… Moskova söz konusu. Yapılacak bir tek şey var şimdi.”
Arabanın arkasında duran ve hüzünle gülümseyen asker, Piyer’e dönerek söylemişti bunları. Sözlerinin açık bir anlam taşımamasına rağmen onun söylemek istediğini anlamıştı Piyer. Başıyla “Evet.” der gibi bir işaret yaptı.
Yol yeniden açıldı, Piyer bayır aşağı yürüdü ve daha sonra arabayla yoluna devam etti.
İki tarafına bakıp tanıdık bir yüz arayarak ilerliyor; beyaz şapkasına ve yeşil frakına şaşkın şaşkın bakan, çeşitli sınıflardan tanımadığı askerlerle karşılaşıyordu.
Aşağı yukarı dört verst yürüdükten sonra ilk tanıdığa rastladı ve neşeyle seslendi ona. Bir ordu başhekimiydi bu; yanında genç bir meslektaşıyla, üstü açık bir binek arabasında Piyer’e doğru yaklaşıyordu. Onu tanıyınca arabacı, yerinde oturan kazağa seslenerek durmasını söyledi.
“Kont, Ekselans! Ne yapıyorsunuz burada?” diye sordu doktor.
“Şöyle bir görmek istemiştim de…”
“Evet, görülecek çok şey olacak…”
Piyer arabadan inip doktorla konuştu. Savaşa katılmak istediğini söyledi ona.
Doktor ona doğrudan doğruya Serenisim’e başvurmasını salık verdi.
“Savaş sırasında kimsenin sizi tanımadığı, bilinmeyen bir yerde niçin bulunacakmışsınız?” dedi genç arkadaşıyla bakışarak. “Serenisim sizi tanır ve memnuniyetle kabul eder. Böyle yapmalısınız, sevgili dostum.”
Doktor bezgindi ve acele eder gibi görünüyordu.
“Sizce… Mevzinin nerede olduğunu da sormak istiyordum size…” dedi Piyer.
“Mevzi mi? Bu benim işim değil. Tatarinovo’yu geçtiğiniz zaman orada bir şeyler kazıp durduklarını göreceksiniz. Tepeden görürsünüz.”
“Öyle mi… Eğer siz…”
Doktor, Piyer’in sözünü kesti ve arabasına doğru yürüdü.
“Size yolu göstereyim ama artık burama geldi!” Boynunu gösteriyordu. “Acele kolordu komutanına gidiyorum. Bizde işler nasıldır bilirsiniz Kont… Yarın savaş vereceğiz, yüz bin askerden yirmi bininin yaralanacağını söyleyebiliriz. Oysa bizde, altı bin kişi için bile ne sedye ne yatak ne sıhhiye görevlisi ne hekim var. On bin araba var ama başka şeyler de gerekli. Kendi yağımızla kavrulmak zorundayız.”
Beyaz şapkasına neşeli bir merakla bakan sağlıklı ve canlı, genç ve yaşlı bu binlerce insanın içinden yirmi bininin yaralanmaya ve ölmeye kaçınılmaz bir şekilde mahkûm olduğu -bunlar, kendi gördüğü kimseler olabilirdi- düşüncesi, Piyer’i çok etkilemişti.
Yarın ölebilirler… Peki, nasıl oluyor da ölümden başka bir şey düşünebiliyorlar? diye düşünüyordu. Ansızın gizli bir çağrışımla Mojaisk Tepesi, yaralılarla dolu arabalar, çan sesleri, güneşin eğik ışınları, süvarilerin şarkıları canlandı hayal gücünde. Tatarinovo’ya doğru ilerlerken: Süvariler savaşa gidiyor ve yolda yaralılarla karşılaşıyorlar, kendilerini bekleyen şeyi bir an bile düşünmüyorlar, yaralıların yanından onlara göz kırparak geçiyorlar, oysa aralarından yirmi bini ölüme mahkûm ve şapkama bakıp matrak geçiyorlar! Ne garip! diye düşündü.
Bir büyük toprak sahibinin yolun solundaki evinin önünde, binek ve yük arabaları, emir erleri, devriyeler duruyordu. Serenisim burada kalıyordu. Ama Piyer geldiğinde evde değildi, kurmay subaylarından da kimse yoktu, hepsi ayindeydi. Piyer, Gorkiy’e doğru yoluna devam etti.
Tepeye gelip köyün yoluna varınca kalpakları haçlı ve beyaz gömlekli köylü milisleri ilk defa gördü. Piyer; yolun sağında, üzerini otlar kaplamış bir tepede, yüksek sesle konuşarak, gülerek ter içinde, canla başla çalışıyorlardı. Tepede duran iki subay emir veriyordu.
Asker olmaktan hoşlandıkları belli olan bu köylüleri görünce Mojaisk’teki yaralı askerleri hatırladı ve “Bütün halkla yüklenmek isteniyor.” diyen askerin bu sözünün gerçek anlamını kavramaya başladı. Savaş alanında çalışan, garip ve kaba çizmeli, boyunları terlemiş, düğmeleri çözülmüş gömleklerinden güneşte yanmış köprücük kemikleri görünen bu sakallı mujikler; Piyer’e göre durumun ciddiyetine ve yüceliğine, o ana kadar görüp işittiği her şeyden daha fazla şahitlik ediyordu.