Ayaşlı ile Kiracıları. Мемдух Шевкет Эсендал
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Ayaşlı ile Kiracıları - Мемдух Шевкет Эсендал страница 4
“Ha, tanıdım. E, nerede şimdi?”
“İşi varmış, gitti. Akşama gelir.”
“O, burada mı oturuyor?”
“Evet burada, beş numarada oturuyor.”
“Ya! Çok iyi, akşama konuşuruz.”
Biz bunları konuşurken Faika’nın odasından on yedi-on sekiz yaşlarında sanılır bir genç çıktı. Görünce bunun, şoför Fuat olduğunu anladım. Kısa boylu, karısı gibi ufak tefek, açıkgöz olduğu gözlerinden belli bir genç. Kasketi elinde idi. Başı ile beni terbiyelice selamladı.
Faika’ya:
“Beyiniz, değil mi?” dedim.
“Evet.” dedi.
Elimi uzattım. Fuat gene terbiyelice elimi sıktı. Sonra karısına bir şeyler söyledi. Faika:
“Sahi, niçin burada oturuyoruz? Odaya buyurmaz mısınız?” dedi.
“Yok, ben tıraş suyu aramaya gelmiştim, Hanım’ın tatlı sözleri beni alıkoydu, ayrılamadım. Başka bir sabah kahvenizi içerim.” dedim.
Faika: “Buyurursunuz.” dedi.
“Ah, insan evladı nerede olsa bellidir.” diye, kocakarı da beni alkışladı.
Halide:
“Siz kahvenizi içiniz, tıraş suyu hazır. Ama banyoda adam var, o şimdi bir saatte çıkmaz. Siz odanızda tıraş olursunuz.” dedi.
“Olur.” dedim.
Fuat karısına:
“Banyoda kim var?” diye sordu.
Faika ne karşılık verdi bilmem, dinlemedim. Ben Fuat’ın yüzüne baktım. Onda becerikli bir adam suratı var. Açıkgöz bir çocuk… Çapkın değildir. Çapkınlıktan anlamaz da denilemez.
Patron, otomobile binerken “Fuat Efendi bizi bir yere götür biraz eğlenelim!” dese “Nereye efendim?” diye sormaz; yanlış kapı önünde de durmaz. “Fuat Efendi, sen bak bir şeyler bulursun! Vakit geçmiyor işte…” denilse gider bir şeyler bulur, getirir patronu mahzun etmez!
3
Burada, beş numarada oturduğunu, sabah erken beni görmek istediğini Halide’nin söylediği Hasan Bey, doğrudur, benim memleketlim sayılır. En büyük kardeşimiz Rıza Bey’in de yakın arkadaşı idi. Biz Hasan Bey’le bir şehirden değil isek de birbirine yakın iki şehirdeniz.
Bu adama, bizim oralarda Karaçimenlilerin Hasan Bey derler. Babası, Karaçimenli Apti Bey. Bunların büyükbabalarından Haydar Bey adında biri var ki yiğitliği ile anılır. Kırk gönüllü ile Kırım Muharebesi’ne gitmiş, dönüşte gemide ölmüş.
Bunların, ayrı kazada olmakla beraber bizim çiftliğimize çok yakın Karaçimen ve Sarıçalı diye, her biri altmış-yetmiş bir dönümlük iki büyük çiftlikleri vardı. Buğuluca ormanları da bunların kışlıkları sayılıyordu.
Büyükbabaları gününde bu çiftliklerin her birinde katlı iki-üç pulluk döner, yozu, hergelesi, sığırı, koşu hayvanları, sağmalı ile birkaç yüz baş hayvanı çıkarmış.
Yozcusu, hergelecisi, sığırtmaçları, güdücüleri, çoban kâhyaları, nazırı, odacısı, anahtarcısı, çiftçisi, yamakları, hizmetkârları, korucuları ile her çiftlikte bir sürü insan bulunur, hele orak ayında davul zurnalarla Karaçimen’in yahut başka büyük bir çiftliğin orakçıları şehir pazarına inince bir bayram olurmuş.
Biz bugünlere yetişmedik. Biz yetiştiğimiz zaman bu çiftlikler kesimcilere, ortakçılara veriliyordu. Bu devir, babalarımızın gençliklerinde başlamış. Benim aklım ermeye başladığı zaman para kimsede kalmamıştı. Bizim büyükbabalarımızdan sonra zengin olan Rumlar, Ermeniler de varlığı ellerinden kaçırmış bulunuyorlardı.
Araya birçok ölümler de girmesiyle bizim ailemiz, Hasan Bey’in ailesinden daha çabuk dağıldı. Biz, yedisi erkek, biri kız, sekiz kardeştik. Hepsi genç yaşlarında, ya bir hastalığa tutularak yahut bir kazaya uğrayarak öldüler.
En küçükleri olan ben kaldım. Ablam çocuk doğururken öldü. Kardeşlerimizden birini at tepti, kaşının üstünde ufacık bir yara yaptı, o yaradan gitti. Bir kardeşimiz Balkan Muharebesi’nde, Edirne’de kayboldu. Biri de Çanakkale’de vuruldu. Ben hepsinin acılarını az çok unuttum, bu Çanakkale’de kalanı unutamam. En büyük kardeşimiz Rıza Bey de bana anlattıklarına göre, bir kız yüzünden kendini içkiye vermiş, genç yaşında ölmüş, gitmiş. Ben onu pek az hatırlarım: Bir karlı gündü, arkasında uzun gocuk vardı, başında bir şal sarık sarılıydı. Atla iç avluya kadar girdi. Orada yardım ettiler, attan indi, yanına koştum. Beni okşadı.
“Ne yaptı bakalım babam oğlu?” dedi.
Kara gözleri çukura batmış, uzun kara bıyıkları buz tutmuştu. Beni gocuğu içine aldı eve kadar getirdi. Sonra içeri yolladı:
“Koma Ümmü Ablana süle, benim odama odun getirsin, zere dondum.” dedi.
Bunları hatırlıyorum, o kadar. Çocukluk sahneleri içinde başka hiçbir hatırası yok. Bunlar o zaman Hasan Bey’le çiğ delikanlı imişler. Beraber çok sarhoşluklar, çok hovardalıklar yaparlarmış. Hüseyin Nazır diye emektar bir adamımız vardı, o bana anlatırdı:
“O Karaçimenlilerin Hasan yok mu, ağacığını hep o baştan çıkarırdı.” dedi.
O zamandan Hasan Bey’in adı kulağımda kalmış.
Bir aralık Hasan Bey, niçinse Selanik ve Karaferye taraflarına gitmiş, oradan aslı Yenişehirfenerli zengin bir hanımla evlenmiş, bir daha memlekete de dönmemiş. Ben de kendisini hiç görmemişim.
Bir gün, bankayı teftiş için Samsun’da bulunuyordum, tanıdıklarımdan biri:
“Burada sizin hemşerilerinizden biri var.” dedi.
“Kimdir?” dedim.
Anlattılar. Görmek istedim. Bir gün sonra Hasan Bey’le buluştuk. Uzun boylu, uzun sarı bıyıkları kırlaşmış; gür, kalın sesli, mavi gözlü bir adam. Beni görünce bir durdu; baktı, sonra:
“Sen kızanım, ağacığına ne kadar okşuyorsun.” dedi.
Geldi beni kucakladı, bağrına bastı. Az kaldı ihtiyar ağlayacaktı. Oturduk, konuştuk. Hasan Bey Selanik’ten mübadil olmuş. Buraya yerleşmeye gelmiş. Karısından ve bir kızından başka kimsesi yokmuş. Kızına burada bir kısmet çıkmış. Nikâh etmişler. Karısı ile kızı çeyiz, takım düzmek için İstanbul’a gitmişler. Onlar gelince düğün olacakmış.
Hasan Bey bizim memleket şivesini, Karaferye şivesini karıştırmış, kendine göre bir söyleyişle bunları anlattı.