Ayaşlı ile Kiracıları. Мемдух Шевкет Эсендал
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Ayaşlı ile Kiracıları - Мемдух Шевкет Эсендал страница 6
İlkin gördüğüm zaman Ayaşlının odası, bu anlattığım gibiydi. Biraz sonra Ayaşlı odaya, iki kişilik çok eski, çok mükellef bir ceviz karyola ile konsolu çok yüksek; gene cevizden çerçeveli bir endam aynası, bir de yuvarlak orta masası getirdi, koydu. Bu yüksek konsol ile aynası ancak bir çifte merdivenin orta sahanlığına konulmak için yapılmış olabilir. Yoksa bir sandalye üstüne çıkmadıkça insan aynada yüzünü göremez.
Ayaşlı, birçok işleri arasında yukarı çarşıda da bir eski eşya satan dükkâna da ortaktır. Bu karyola ve ayna, konsol oraya kelepir düşmüş. Meraklısına düşerse bunların tatlı satılacağına inanan Ayaşlı, işe tav vermek için eve getirmiş. Satılıncaya kadar da kendisi üstünde yatacak, ömründe bir keyif sürmüş olacak. Birini getirip aynanın çerçevesine, karyolanın tahtasına, masanın kenarlarına yaldız çektirdi; sonra uzağa çekilip baktı, beğendi. Ayaşlının yatağını, soluk pembe yorganını, geniş somyanın ortasına koydular; pek hoş düşmedi ama eh, o kadar kusur kadı kızında da olur!
Ayaşlı bu yanındaki oğlunu okutmak için getirmiş ancak nedense onu mektebe yollamaz. Oğlan evde okuyacak, sene sonunda mektebe gidip imtihan verecek. Haftada bir-iki kere kılıksız bir adam gelir, sanki çocuğa ders gösteriyor. Babası evden çıkınca bu oğlan, Faika’nın odasındadır. Akşama kadar oradan çıkmaz. Faika’nın misafiri olursa mutfakta gününü geçirir. Sessiz bir çocuk gibi görünürse de Halide’nin kavlince çok terbiyesiz imiş, kabaca el şakası yaparmış. Bu çocuğun adı, Numan’dır. Haftanın üç-dört gecesinde Hasan Bey’le Ayaşlı oturur, içerler; Ayaşlı çalar, Hasan Bey de o gür sesiyle okur; bu çocuk onların yanında yatağının üstünde, iki büklüm, elinde bir kitap sanki derslerine çalışır. Birkaç kere:
“Bırakın bu çocuğu gitsin, başka odada çalışsın.” diye işlerine karıştım. Ayaşlı da benim hatırım için çocuğa izin verdi ama isteyerek değil. Sonra ben de bu yaşayışa alıştım, söylemez oldum.
Bu oda içinde yaşayan Ayaşlı, kendisi Hasan Bey gibi uzun boylu, o da Hasan Bey gibi yaşça ellisiyle altmışı arasında, o da dinç, o da uzun bıyıklı, yalnız Hasan Bey kumral, Ayaşlı ise esmerce, Hasan Bey çakır denecek kadar mavi gözlüdür, Ayaşlı ufacık, kara gözlü ve gürce uzun kaşlı. Bu kaşların altından bakarken Ayaşlı sanki gizli bir yerden bakıyormuş gibi sanılır… Ayaşlının yüzünde hafif çiçek bozuğu da vardır. Hasan Bey’in ağzında dişleri tamamdır. Ayaşlı ise bu son yıllarda hemen bütün dişlerini çıkartmış, ağzına takma diş koydurmuştur. İçlerinden birkaçı altın olan bu takma dişler, Ayaşlının ağzına bol gelir; birini dinlerken ağzında bu dişlerle oynar, konuşurken çok zaman dişleri de düşer ama Ayaşlı bunlara aldırmaz, yenisini de yaptırmaz.
Bir zamanlar Ayaşlı, tepesindeki saçları tıraş ettirdi. Şimdi berberler onu Amerikan usulünde, tepesinde saç bırakarak tıraş ediyorlar. Şapkasını çıkarınca altından seyrelmiş; kirli, yağlı biraz saçın önden arkaya doğru yattığı görülür.
Bunlar yalnız berber dükkânında tarak yüzü görür, kalan zamanlarda Ayaşlı bunları parmaklarıyla tarar.
Ayaşlı, üstünün başının temizliğine de bakmaz. Tıraşı bir haftalık olmuş, aldırmaz. Kendi tıraş olduğu günlerde, çenesinde sakalından kıllar kalır. Giydiği süpürülmez, ütülenmez. Bir kat temiz elbisesi bulunmaz; arkasında ne varsa odur. Giydiği pek eskirse bir yenisini alır, giyer. Yalnız aldığı şeylerin iyisini almaya çalışır.
Üvey babasının temiz gezmemesi Faika’ya dokunuyor. Onun zoru, yalvarmasıyla Ayaşlının son zamanlarda biraz giyinişi, yaşayışı değişiyor. Bir gün boynunda bir ipekli mendil gördüm. Bir gün de Faika yeni bir kat elbisesini Halide’ye ütületti.
Hasan Bey’le Ayaşlının boylarında, soylarında, birbirine benzeyen yerleri olduğu gibi yetişip büyümelerinden, huylarında da bir benzerlikleri vardır. Bunların ikisi de köy beylerinin çocuklarıydılar. Köyde doğmuş, bey olarak büyümüşlerdi. Eğer zaman yaşatmak isteseydi, bunların ikisi de birer derebeyi olacaklardı. Hayat bu yolları kapadığından Hasan Bey kahve dedikoducusu, kabadayı, iş adamı; Ayaşlı da hilekâr, alışverişçi oldu.
Ayaşlı, Kastamonu yakınlarında bir köyde doğmuştur. Babası Battal Bey oğullarından Hüseyin Bey’dir. Daha bugün bile kendi köyünde Ayaşlıyı, İbrahim Bey diye çağırırlar.
Ayaşlı, babasının sağlığında bir aralık Kastamonu’da medresede, birkaç zaman da rüştiye mektebinde okumuş, babası ölünce anası alıp kendisini köye götürmüştür. Ayaşlı köyde baskısız kaldı, anasını dinlememeye başladı; içti, haşarılık etti. En sonunda bir düğünde bir kadının, bunun tabancasından çıkan bir kurşun ile yaralanıp ölmesi yüzünden, beş sene hapse mahkûm ettiler, hapse kodular. Bir zaman anası bu ölen kızı Ayaşlı için istemiş, kızın da başkasına varmış olmasını delil tuttular. Bunun bir kaza olduğu kimseye anlatılamadı.
Ayaşlı, beş ay hapiste tutsak kaldıktan sonra dört arkadaşıyla bir gece kaçtı, dağa çıktı. O zaman kendisine Battalın İbrahim diyorlardı. İki yahut üç yıl Kastamonu, Çankırı, Bolu arasındaki dağlarda gezdi. Çoklarının evlerini basıp paralarını aldı. Para için çocuklarını dağa kaldırdı. Yolları kestiği oldu. Köylülerin işlerine karıştı: Birinin parasını, malını, bir zorbanın elinden alıverdi; bir dul karıya biraz para verdi, iki köy arasında çok eskiden kalma bir baltalık kavgasını bitirdi; kendisince oralarda hükûmet eder oldu ama bu her gün korku içinde, tetik yaşamak da onu yordu, usandırdı. Valinin biri bunları dağdan indirmek istiyordu: “Gelsin, teslim olsunlar, suçlarını bağışlatayım.” diye haber yolladı. Vali yiğit bir adam diye anılıyordu; ona güvendiler, teslim oldular. Suçları bağışlandı. Ayaşlıyı zaptiye çavuşu yazdılar. Bugün bile birçoklarının ona, “İbrahim Çavuş” demeleri bundandır.
Ayaşlının uslu durmayacağını, gene dağa çıkacağını söyleyenler oldu ama aslı çıkmadı. Ayaşlı biraz sonra Ayaş’a kalktı. Orada tahsildar oldu, vergi kâtipliği etti. Biraz daha sonra hükûmet hizmetinden çıkıp aşarcılık etmeye koyuldu. Bu sırada Balkan Muharebesi çıktı, askere gitti.
Gelibolu taraflarında bulundu. Dönüşte Ayaş’ta bir arzuhâlci dükkânı açtı, bir yandan da köylerden ekin toplamaya, alıp satmaya başladı. Büyük muharebede yeniden asker oldu. Bir hastanede hademelikten başladı, idari memuruna yamaklığa çıktı. Bugün elindeki paranın anası buradandır.
Askerden çıkınca birkaç sene, burada bir hanla bir otel tuttu. O zamanlar otelcilik para bırakıyordu. Sonraları daha yeni daha temiz oteller açılınca Ayaşlı onlarla yarışamadı, oteli başkasına bıraktı. Elinde yalnız han kaldı. Şimdi bu hanı işletiyor, kesene işlerine girişiyor, mekteplere ekmek veriyor; Trabzonlu bir ortakla bir eskici, koltukçu dükkânı işletiyor. Bu işler arasında bu oturduğumuz apartımanı da kiralamış, buradan kazancı yalnız bedava oturmak oluyor.
Ayaşlının yaradılışının en göze çarpan yeri, parayı kazanırken başka, yerken başka adam olmasıdır. Parayı kazanırken Ayaşlı; sert, haydut, aldatıcı, acımaz bir adamdır.
Kazanmak için bu haksızlıkları yapmak da doğru olduğuna inanır; yalansız, dolansız alışveriş olur mu? Doğru alışverişi sen yapsan başkaları yapmaz. O kazanır