Fergana Güzeli. Corci Zeydan
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Fergana Güzeli - Corci Zeydan страница 11
Cihan, babasının duaya önem verdiğini görünce ruhen bir ferahlama duydu. İnsan için bu gibi zamanlarda inancından başka teselliye dönüş olacak bir şey yoktu. Şiddet ve felaket zamanında akıl ve kuvvetin büsbütün âcizliği açığa çıktıktan sonra insanlara teselli, ümit veren şey inançtan ibaretti. İnanç olmasaydı insanlar bu dünyada bedbahtlıktan başka bir şey göremezlerdi. Dünyanın her noktasındaki halkın bir din ile bağlılığının olması, işte bu hikmet ve gerçeğin üzerine kuruludur. Hiçbir millet yoktur ki zayıfı kuvvetliye karşı koruyan, hiçbir şeyin fayda ve tesiri görülmeyen felaketlerde kalbe kuvvet ve ümit veren bir dine bağlı olmasın. O felaketlerde yalnız iman, manen imdada yetişir.
Ancak bir dine mutlak nefsini teslim etmek, derin bir inanç ve kuvvet verebilir. Bunun için hakiki bir iman sahibi; felaketleri büyük bir tevekkül, samimi bir sabır ve tahammülle kabul eder. Ölümü telaşsız belki memnuniyet ve sevinçle karşılar. Halkın aklına şüphe ve zan dayanma gücünü eğmek kadar beşeriyet için zarar veren bir şey yoktur çünkü bu şüpheler onları manen öldürür, bahtiyarlıklarını büsbütün mahveder. Öyle tohum eken kimse kendisi ne kadar şüphede olursa olsun bir felakete uğradığı ya da pek değerli ve mukaddes kabul ettiği bir şeyden mahrum olma korkusuna düştüğü anda, bilinen maddi vasıtalardan başka vasıtalara iltica etmekten kendisini alamaz. O anda ister istemez bilmediği bir kuvvetten yardım diler. Görmediği ve varlığına inanmadığı bir şahsın yardımını bekler. Mevcut olan dinlerin hangisinin daha iyi olduğuna dair herkesin fikir ve görüşü farklı olabilir fakat herkes bir dine bağlıdır.
Cihan, pederinin duaya meyil ve rağbetinden duyduğu sevinç ve iç huzuru ile sordu:
“Mubez bu akşam bize gelecek mi?”
Marzban, kalben bir sır saklıyormuş gibi cevap verdi:
“Onu çağırmak için kardeşini gönderdim fakat alıp getiremeyeceğini zannediyorum. Çünkü tecrübe ile gördüm: Kardeşine her ne emretsem onun tersini yapar.” Marzban son sözleri ağzından kaçırdığından dolayı pişman olmuştu. Telafi için:
“Kusuru yok. Mubez yarın gelse de olur.” dedi.
Cihan babasının kendi kardeşi hakkında, o yolda öyle bir dil kullanmasından; pederinin ondan memnun olmadığını anlıyordu. Daha önce de babasından öyle bir şey hissetmişti fakat sebebini anlamıyordu. Marzban, kızının aşırı zekâ ve hızlı kavrayışını ve kardeşi hakkında kendisinin söylememek istediği şeyleri bilecek olursa üzüntü ve kederli bir hayat geçireceğini bildiği için o sırrı saklamaya son derece gayret ediyordu. Cihan ile pederi bir an sessizleşti. İkisi de yere bakarak düşünüyorlardı. Marzban birdenbire kendisini toplayarak:
“Kızım, sevgili Cihan’ım! Odaya git, elbiseni değiştir. Sonra yemek ye. Ben biraz rahat etmek, uyumak istiyorum.” dedi. Cihan ayağa kalktı:
“Sana bir şey lazım değil mi? Gitmeden önce yapayım, babacığım.”
“Hayır, kızım! Şimdi bir şeye ihtiyacım yok. Yarın sabah Mubez gelince bir şeyi öğrenmiş olacaksın. Şimdi selametle git, rahat yat.”
11
SAMAN
Cihan pederinin ne düşündüğünü, yarın kendisine söylenecek sırrı anlamak için büyük bir meraka düşmüştü. Pederinin hastalığını, zayıflığını dikkate alarak sırrı o anda kendisine söyletmeyi uygun görmedi. Onun Afşin’den bahsetmemesi kendisini memnun ediyor ancak o sırada babasının huzurunda bir fırsat bulup Ay Toldı’yı söyleyemediğinden üzgün duruyordu. Babasına Ay Toldı’dan bahsedecek olursa babasının onun hakkında övgüde bulunacağını, bu sayede bu evlilik hakkındaki fikrini anlayacağını ümit ediyordu. Cihan diğer kızlar gibi böyle bir konuyu babasına açmaktan korkar, sıkılır bir kız değildi. Akıl ve dirayet sahibiydi. Babasıyla bir erkek gibi konuşuyordu. Bununla beraber bu işin, Ay Toldı’nın gelip babasının huzuruna girmesi zamanına rastlamasını daha uygun buldu.
Cihan babasının odasından çıkmak için hazırlanırken uşak içeri girdi.
“Saman geliyor.” dedi.
Marzban bu ismi işitince canı sıkıldı, belli etmeyerek:
“Girsin.” dedi.
Saman içeri girdi. Onunla Cihan’ın yüzlerine bakılırsa kardeş olduklarına inanmak mümkün değildi. Gerçekte Saman, Cihan’ın yalnız baba tarafından kardeşiydi.
Onun annesi Hintli bir hanımdı. Vefatında Saman, sekiz yaşında bulunuyordu. Sonra pederi Kafkasya’ya gitti. Orada güzel bir Çerkez kızı buldu. Güzelliğini, ahlakını beğendi. Onunla evlenerek Fergana’ya getirdi. Kadıncağız biri Cihan diğeri yine bir kız olmak üzere ikiz doğurdu. Bu ikiz kızlar henüz küçükken valideleri vefat etti. Marzban, bunlara Hizran’ı mürebbiye tayin etti ve Çerkez eşinin vefatından sonra bir daha evlenmek istemedi çünkü son derecedeki güzelliğinden, akıl ve dirayetinden dolayı onu çok seviyordu. Validelerine pek çok benzedikleri için bu iki kızı da sevdi fakat bunlar henüz üç yaşına varmadan biri gayet garip bir şekilde kayboldu. Cihan yalnız kalınca Marzban, bütün sevgisini ona yöneltti. Bir kızının kaybolması hakkında şöyle bir rivayet anlatılagelmiştir: Bir at onu kapıp götürmüş! Çünkü Türkistan’da bir çeşit haydutlar vardır ki atlarını haydutluğa alıştırırlardı. Bu atlar küçük çocukları, yükleri dişleriyle kapıp kaçırırlardı. İşte o tarihten sonra Fergana halkı o gibi haydut atların saldırısından korunmak için küçük çocuklarını yanlarından ayırmamaya başlamışlardı. Hâlbuki Marzban, küçük kızının kaybolma sebebini başka türlü anlayarak o andan itibaren oğlu Saman hakkında şiddetli bir nefret duymaya başlamış fakat bu sebebi herkesten gizlemişti.
Saman yaradılış ve ahlak itibarıyla kız kardeşi Cihan’ın tersiydi. Kısa boylu, köse bir adamdı. Çenesinde dağınık bir hâlde bulunan birkaç kıldan başka kıl yoktu. Yassı yanaklıydı. Gözlerinin akı sanki bir uykudan uyanmış gibi kırmızılıkla karışıktı. Bununla beraber şiddetli bir şaşılık ile gözlerine bir perişanlık ilave olmuştu. O hâlde ki size bakarken tavana ya da kapıya bakıyor zannediyordunuz. Bir şeye sabit bir şekilde bakamazdı. Sizinle konuştuğu zaman yere bakarak konuşur yahut göz kapakları titrediği hâlde sizden başka tarafa bakardı. Söz söyleyince güya tehlikeli bir mevkide, bir şeyden korkuyormuş gibi titrek dudaklarıyla çabuk çabuk söylerdi. Bununla beraber pek ziyade kurnaz, hilekâr, bencil, iyilik düşmanı bir mahluktu. Dünyada kendi nefsinden başka kimseyi sevmezdi.
Saman içeri girer girmez derhâl pederinin yatağına koştu. Başında sarıksız ipekten bir külah vardı. Bütün vücudunu kaplayan bir cübbe giymişti. Cübbe o kadar uzundu ki yürürken ayakları, eteklerine dolaşıyordu. Pederinin yanında durarak:
“Karşan Şah’ın10 evine gittim. Orada Mubez’i bulamadım. Sabah geleceğini söylediler. Kendi evine de gidip arayayım mı?” dedi.
Marzban bıkkınlığı gösteren bir tavırla başını sallayarak:
“Buraya gelmeden onu arayabilirdin fakat zararı yok. Yarın uşaklardan
10
Fergana’daki ateşgede lideri.