Fergana Güzeli. Corci Zeydan
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Fergana Güzeli - Corci Zeydan страница 8
“Evet, hanımefendi! Andican, Hokand ve Buhara’dan doğuya doğru gitmek isteyen herhangi bir yolcu, nehri geçerse mutlaka buraya uğraması lazım gelir çünkü Fergana’ya ve diğer taraflara buradan gidilir. Rum ellerine gitmek üzere Hindistan, Tibet ya da Çin’den hareket eden; Rum ellerinden adı geçen memleketlere gitmek isteyen tüccar kafileleri genellikle buradan geçerler.”
Konuşma Çağatay diliyle gerçekleşiyordu çünkü oranın çiftçileri bu dille konuşurlardı. Hizran, hanımına dönerek Farisi ile:
“Hanımcığım! Ay Toldı mutlaka buradan geçecekse onun geçmesini burada kalıp bekleyelim. Buradan ayrılırsak belki bir yoldan gideriz, o da başka bir yoldan gelir. Birbirimizi göremeyiz. Dediğim gibi yapmak uygun değil midir?”
Cihan cevap vermedi fakat hâl ve tavrıyla bu fikri uygun bulduğunu gösteriyordu. Hizran:
“Hanımcığım! O hâlde müsaade ederseniz bu adam bize bir yemek hazırlasın.”
“Fakat yemeğini kabul etmemişken bu adamdan bir daha nasıl yemek isteyelim?”
“Ben onu münasip bir yolla söylerim. Sen karışma, hanımcığım!”
Hizran, ihtiyar köylüye dönerek Çağatay diliyle:
“Babacığım! Kesmek için hayvan satmaz mısınız?”
“Hayır, kızım! Biz kısrakları ancak sütleri için besleriz. İhtiyarlamadan sütü azalmadan kesmeyiz.”
“Peki fakat kesmek için bir taya muhtaç olduğunuz zaman ne yaparsınız?”
“Buradan sürüyle satılık atlar, kısraklar geçer; beğendiğimizi satın alırız fakat epeyce bir zaman geçti. Bu tarafı gözden ayırmıyorum.” dedi ve bir el işaretiyle doğuyu gösterdi. Hizran o tarafa baktı. Uzak bir mesafede sıkı bir toz duman göğe doğru yükseliyordu. İhtiyar köylü, sözüne devam etti:
“Evet; bu toz tarafına bakıyor, yaklaşmasını bekliyorum çünkü bu taraflara gelmekte olan bir at sürüsü zannediyordum. Ondan kesmek için bir-iki at satın alacağım. Hanımefendi, burada biraz kalmayı arzu eder ve sunacağım yemeği kabul eylerse kendileri için semiz bir kısrak keserim.”
Cihan, ihtiyar köylünün gösterdiği mertlik ve misafirperverlikten memnun oldu. Onay işareti olmak üzere hafif bir tebessümle karşılık verdi. İhtiyar köylü, oğluna hemen o sürüye doğru gitmesini ve bir an önce gelmeleri için yol göstermesini emretti. Oğlu, babasının emrini icra için hızlıca hareket etti. İhtiyar, yemek hazırlanması için kulübeye girdi. Sonra elinde büyük bir karpuz olduğu hâlde Cihan’ın yanına gelerek karpuzu onun önüne koydu:
“Bu Buhara’nın tatlılığıyla meşhur olan karpuzundandır. Cihan Hanımefendi’nin şerefine bunu da keseceğiz.”
Cihan; Buhara karpuzunun pek nefis bir şey olduğunu, bu karpuzların oralara ancak biri tarafından getirilebileceğini düşündü. İhtiyar köylü, Cihan’ın ne düşündüğünü hissederek dedi ki:
“Hanımefendi! Bu karpuzu bana bir delikanlı getirdi. Bu genç, kızlarımdan biriyle nişanlanmak için bana müracaat etti. Getirdiği hediyelerin içinde bu karpuz da vardı.”
Cihan, nişanlanma konusunu işitince kendi nefsini düşünerek gizlice içini çekti.
“Allah mübarek etsin, ikramına teşekkür ederim fakat bu karpuz kime getirilmişse onun olmalıdır. Kızınıza geri vermelisiniz.” dedi.
8
SANCAK
İhtiyar köylü, Cihan Hatun’a cevap vermek üzereyken kendisini çağıran bir ses işitildi. O tarafa doğru başını çevirdi. Oğlu koşarak geliyor, yorgunluktan soluğu kesiliyordu:
“Babacığım! Sürü sahipleri sürülerinden hiçbir hayvan satmıyorlar.” dedi.
Cihan, ses tarafına bakmaya başladı. Semaya doğru yükselmiş olan toz duman, bir sürünün gelmekte olduğunu gösteriyordu. Sürünün önünde eyerli bir ata binmiş bir adam yürüyordu. Onun arkasında eyersiz birçok at, kâh araları sıkışarak kâh oynayıp koşarak geliyordu. Bunların bazılarının üzerine bakılırsa bedevilerde bulunan Gürcü çobanlardı. Bu Gürcüler, Türkistan Çölü’nde at ve diğer yük hayvanlarının çobanlığıyla geçinirlerdi. İlk süvari, asker elbisesi giymiş ve elinde kargı üzerinde bir sancağı vardı. Cihan, sancağın üzerine işlemeyle yazılmış olan isme dikkat etmemişti. Ona dikkat etmiş olsaydı ürkmekten kendisini alamayacaktı.
Sürü yaklaşınca ihtiyar köylü ayağa kalkarak önde yürüyen süvariye yaklaştı. Selam verdikten sonra:
“Bu sürüden bize kısrak satar mısınız?” diye sordu.
Süvari kibirle:
“Hayır.” cevabını verdi.
“Kurbanlık yapmak için bir hayvana ihtiyacımız var. İstediğiniz kadar para veririz.”
Süvari başıyla arkayı göstermekle yetindi. Cevap vermedi. İhtiyar:
“Efendim, niçin satmıyorsunuz?”
“Çünkü bu sürü, hayvan satmaz kimselere ait olduğu için satmıyoruz.”
“Onlar kimdir? Tüccar değiller midir?”
“Hayır.”
Süvari, sancağı gösterdi:
“İhtiyar! Galiba sen okuma bilmiyorsun. Okuma bilseydin bu soru ve cevaplara lüzum görmezdin.”
Cihan, süvarinin son sözlerini işitince sancağa baktı. Üzerinde Arabi harfle “Afşin Haydar b. Kavus” yazılıydı. Cihan bu ismi okur okumaz rengi uçtu. Hizran’a dönüp baktı. O da aynı hâle uğramıştı fakat ikisi de kendilerini yalandan cesur gösterdiler. İhtiyarsa tekrar süvariyle konuşmaya başladı:
“Dediğin doğrudur. Okuma yazma bilmiyorum. Bu sancak kimindir?”
“Bu sancak; Halife Mu’tasım’ın ordusu serdarı Andican memleketi emîri Afşin Haydar b. Kavus’undur.”
Türkistan’da bu ismi bilmeyen yoktu çünkü Afşin Haydar, Halife Mu’tasım’ın hizmetine girmeden önce Andican hükümdarıydı. İhtiyar köylü, bu ismi birdenbire işitince ürktü:
“Afşin Bey bugün Bağdat’ta bulunuyorlar, değil mi?” diye sordu.
“Evet, Bağdat’taydı fakat birkaç gün önce Andican’a geldi. Emri altındaki beylere hayvan almak için bizi gönderdi.”
“O hâlde şimdi siz bu sürüyle Andican’a mı gidiyorsunuz?”
“Hayır… Afşin Bey, Andican’daydı. Şimdi Nevruz Bayramı’nı geçirmek için Fergana’ya geliyor. Onun askeri şehrin dışında Amuderya Nehri’nin kıyısında ordugâh kurmuştur. Bu atlar onlar içindir. Daha