İttihad-ı İslam / İslam’ın Geçmişi, Bugünü ve Geleceği. Celal Nuri İleri

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İttihad-ı İslam / İslam’ın Geçmişi, Bugünü ve Geleceği - Celal Nuri İleri страница 12

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
İttihad-ı İslam / İslam’ın Geçmişi, Bugünü ve Geleceği - Celal Nuri İleri

Скачать книгу

edilmesin.

      Bu gibi düzenlemeler, Risaletpenahi çağında, Kur’an’ın metin düzenlenmesinde bile vuku bulmuştur.

      Din hukuku yöntemi gereğince değişiklik demek, silmek anlamını içermektedir. Silmek, din kanunlarına dayanan bir hükmün karşıtlığının kendisinden daha kolay uygulanabilir olduğunun yerleşik bir delili demektir.

      Silmek, yazı yöntemlerinde görüldüğü üzere, hem akıl itibarıyla caizdir zira çağıyla uzlaşmak, barışçıl inananların değiştirebileceği ilişiksiz benzerlikler içerir (Yahudilik, İseviye tayfasının dışındakilere göre caiz değildir.) hem aktarım itibarıyla caizdir, nitekim kardeşlerin nikâhlanması Hazreti Adem dönemi din kurallarında caiz iken, sonrasındaki çeşitli din kuralları ile silinmiştir.

      Kitap ile senet arasındaki uzlaşı noktaları ile karşıtlık konularında silmek caizdir. Mesela Kitap sizlere, eğer ölüme alınmaya hazırsanız dini bu açıdan terk etmeniz hayırlıdır ve sizler yakınsınız. yüce ayeti, Yüce uygunluk her hak sahibine hakkını verdi, vârise vasiyet yoktur. mealindeki hadis ile silinmiştir. Bu hadis ile haber tek olduğu hâlde toplumsal bir kavrayışla genel bir kabul görmüş ve halk arasındaki söylencelere katılmıştır. Hülasa sözlerin sonunda, yukarıda detaylı açıklanmış olan din kurallarına dair kanunların uzlaşı esasında dünyevi hükümlere dair her ne varsa hepsinin birden Peygamberlik makamında oturan halifenin topluluğa, yani konuşmak üzere toplanan ümmetin kararına dayanarak emir ve onayıyla silinmeleri kabul edilir ve hatta vazifelendirilir.

      Kişilerin davranışları konusunda, kolaylık ve genişlik göstermek din kurallarını içeren emirlerin gerekliliklerindendir. Bilakis işleri zorlaştırmak, İslam halkını İslam olmayanların karşısında mağlup ve perişan etmek, aciz bırakmak demektir. Eğer bu kolaylıklar, bu din kuralları açısından mümkün olan genişliklerin sağlanmasından imtina edip esirgenecek olursa şüphesiz, kanunlarımız, örf ve adetlerimiz on üç asır öncekilerden ibaret olacağından, genel bir rekabetin içinde el ve ayaklarımız bağlı kalır, hiçbir şey yapamayız. Avrupa’dan, Amerika’dan asırlarca geriyiz ve daima geri kalıyoruz.

      Gerçek hayatta ise durmak caiz değildir; duranlar mağlup olacağından İslam mahvolur, perişan olur -zaten de oluyor-.

      Bugün İslam’ın büyük çoğunluğu Hristiyan devletlerin idaresi altındadır. Şu konuda en ufak bir tereddüt etmem ki bugün Hazreti Muhammed, yüce maksadıyla görünse, İslam’ın bu yürek tırmalayan düşüşünü asla tasvip etmez ve buna sebep olanları oldukça şiddetli sonlanacak şekilde yakalanmalarını sağlardı.

      Üzülmeyi gerektiren bir durumdur ki şu son zamanlarda bile oldukça önemli olan bu konuyu, bu hakikati önde gelen seçkinlerimiz kavrayamadılar.

      Bunlar, dünyaya dair hükümleri ümmet topluluklarına, ondan sonra halifenin onayına yaklaştıracaklarına, geçmiş içtihadları toplayıp, âdeta mezardan çıkarıp, kanun hâlinde kitaplaştırdılar. Bu büyük bir sarmalın içinde hapsolmaktır. Sonucu olarak devletimiz bir basamak daha gerilemiştir.

      Cevdet Paşa, şu zamanda bir kısım uygulanamaz hâle gelen eski içtihadları “Mecelle-i Ahkam-ı Adliye” şeklinde toplayarak kanun kitap meydana getireceğine, birçok sene önce, ciddi, ileri görüşlü ve güçlü bir fikir ile Hukuk-ı Arabiye’den dolaylı olarak kaleme alınan Ceza Kanunnamesi, Deniz ve Kara Ticaret Kanunnameleri, Ceza usul ve Muhakemat, Hukuk Muhakemat Usulü gibi yine Arap Hukuku’ndan alınmış bir medeni kanun yaptırsaydı bugün bize büyük bir hizmet etmiş olurdu. Hâlbuki geçmiş içtihadları düzenleme ve yenileştirme ile bir Mecelle’yi bir araya getirmekle medeni işler ve dünya konularında bizleri fena hâlde sıktı. Avrupalılar (Kod Napolyon17 ya da ondan daha iyi kanunlar gereğince eksiksiz bir hürriyetle söz konusu işler ve kanunlar hakkında karar verilip bağlanabiliyorlar.) Biz zavallılar ise o eskiyi isteyen mecellenin bazı hakları kullanabilme şartının, istibdad ile idare olunmanın temelini oluşturan, zorlama ve baskı kuralları altında kıvranıyoruz. Bizim kanunumuz bin seneliktir; bin sene önceki ihtiyaçlar üzerine bir araya getirilip kitaplaştırılmıştır.

      Şimdiki zamanda Fransa ve onun işlemekte olan kanunlarını alan milletler ve özellikle Amerika cumhuriyetleri, Napolyon’un kanunlar kitabını bile oldukça köhnemiş bularak medeni hukuk kanunlarının yenileştirilmesini düşünüyorlar. O hâlde biz çaresizler, acaba on küsur asırlık dünyevi işlere dair hükümlerimiz ile, başka zaman, bütünüyle bambaşka zemin, şimdikilerine taban tabana zıt ihtiyaçların esasları üzerinden sonuç çıkartılmış hukuk kanunları ile medeniyet savaşları meydanında kazanan olmayı nasıl ümit edebiliriz? Mecelle-i Ahkam-ı Adliye ile Kod Napolyon’un karşı karşıya gelme ihtimali var mıdır?

      Hazreti Peygamber’in çağında oklar, kalkanlar ile savaşılıyordu. Kumandanların özellikle şahsına ait iktidarları zaferi üstlenebilirdi. Harita, doğal fen bilimleri, seferberlik bilimi cenin hâlinde, balistik yok, uçak yok, torpil yok, telli, telsiz telgraflar yok, öyle savaşa giriliyordu ve “Bedr” gibi büyük azametli fetihler kolaylıkla gerçekleşiveriyordu.

      Bugün aynı oklar ile, aynı kılınç ve kalkanlar ile tam o zamanda geçerliliği olan bilimsel yetkinlik ile Rusya’nın Avusturya’nın değil, Karadağ’ın bile karşısına çıkabilir miyiz?

      Pekâlâ! Demek oluyor ki köhne savaş malzemeleri ile “Çad” kıyılarında cengaveraneye özgü yöntemlerle savaş mümkün değil. O hâlde nasıl oluyor da İslam ahalisi mükemmel kurallar ve yöntemle, mükemmel hükûmet ve cumhuriyetlere sahip ve bu şekilde yaşayan Avrupalıların karşısında köhne, tozlu, kabulü mümkün olmayan uygulama kural ve yöntemleriyle çıkarmaya reva görüyoruz? Bunun sonucu, bu büyük cinayetin ürünü bugün İslam ahalisinin Avrupa idaresine girmesi, âdeta hicredilmesi, elinin ayağının bağlanması olmuştur.

      İSLAM HÜKÛMETİ

      İslamiyet yalnız vicdana ait bir dinden ibaret değildir. İslamiyet bir din olduğu gibi aynı zamanda bir yönetim biçimi, bir hükûmettir. Bir topluluğu idare edebilmek için lazım gelen yöntem ve kuralların temeli, satır başları, kitap ve sünneti, karşılaştırma (kıyas) ve toplanma (icmâ’)yı da içerir. Hülasa İslamiyet denildiği gibi akıl ile yalnız bir takım inançlara değil, toplulukları ve her bireyi idare eden kanunların toplandığı bir bütündür. İslam cumhuriyetinin, medeni ve ceza kanunları hep din kuralları içerisindedir.

      Bundan dolayı İslamiyet’in din kuralları bu özellikleriyle diğer din kurallarından farklıdır. Hristiyanlık ve Yahudilik köken belirleyiciliği itibarıyla sınırlandırılmıştır. Bugünkü hâliyle İslamiyet Hükûmeti hemen hemen tek kişi kalmayacak şekilde tükendiğinden, neredeyse tüm Müslümanların, ecnebilerin idarelerine dâhil olmalarına rağmen yine de Müslümanlar kişisel işlerinde “statu personal” yani kendi hukuklarına bağlı bulunmuşlardır.

      İslamiyet’in din işlerinden ayrı konulardaki teorisi oldukça mühim, oldukça sağlam temeller üzerine dayanmaktadır. Eğer bu temeller bugüne kadar muhafaza edilse, o teori gereğince İslam Hükûmet anlayışıyla idare edilse İslam devletleri asla tükenmezdi. İslamiyet’in bu şekliyle sona erme sebeplerinden biri, hiç şüphe edilmesin, bu teorik kuralların terk edilerek unutulmuş bir hâlde bırakılmasıdır. Bundan dolayı İslam, gelecekte yeniden yükselmek için eski temellere, eski hükûmet kanunlarına dönmelidir. Bu geri dönüş değil, bir yeniden tamamlanma sürecini oluşturur.

Скачать книгу


<p>17</p>

(Code Napoléon, code civil des Français) Napolyon Kanunları, Napolyon Bonapart’ın hazırlattığı medeni kanun metnidir. Roma Hukuk ve İslam Hukuk’u sistemlerinden etkilenmiştir. (ç.n.)