İttihad-ı İslam / İslam’ın Geçmişi, Bugünü ve Geleceği. Celal Nuri İleri
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу İttihad-ı İslam / İslam’ın Geçmişi, Bugünü ve Geleceği - Celal Nuri İleri страница 9
Toparlarsak bir millet ilerlemek isterse endüstri medeniyetini alır, kendi medeniyetinin temel özelliklerini net bir mahafazakârlıkla korur ve onun yükselmesinin çarelerine bakar “lisanı gibi”.
Hint’te, Afrika’nın çeşitli bölgelerinde, Uzakdoğu’da yerli olup da İngiliz ya da Fransız terbiyesi görenler bu ilerleyen milletlerin üstün özelliklerini alamamışlar, yöntem ve âdetlerini hazmedememişler, yalnız sevilmeyen, beğenilmeyeni miras almışlardır. Bu gibiler ne Avrupalılara ne de kendilerine yarıyor. Düşünürleri Avrupalılığı hazmedemiyor. Avrupa’nın oyunları, görünüşü ve yüzeysel zevkleri bunlara pek hoş görünüyor. Sonuçta karakter kalmıyor. Çünkü karakter uzun sürede meydana gelir fakat hızla kaybolmak yeteneğine de sahiptir. Bu varlıklar iki zıt medeniyetin arasında kaldıklarından kendileri de bireysel olmanın değerinde, mutluluğa nail olamıyor.
İngiltere’nin, Fransa’nın en temel bilgi ve haber toplama aracı, en önemli temsilcileri bunlardır. Bundan dolayı geri kalmış milletlerin böyle çabuk medenileşmiş fertlerini beğenmeyip kötü görmeleri akıl dışı ve haksız değildir.
Hristiyan misyonerleri bu itibar ile dünyayı güzel ahlaktan uzaklaştırıyorlar. Suriye’de Katoliklik ve Protestan ecnebi ruhbanları bu vilayetlerimizde ne yazık ki toplumumuzun önemli bir kısmını ve özellikle gayrimüslim Arapları yoldan çıkarmışlardır. Misyoner ve özellikle Cizvit terbiyesi Beyrut’u, Lübnan’ı ve civarını bir düzen bozucu şekline getirmişlerdir. Eğer İslamiye gayreti, Muhammedî bir sağlamlık olmasaydı Suriye bugün ateş içinde kalmış olacaktı.
Adaletli bir şekilde incelenecek olursa artık o çeşitli Arap kiliselerinden hayır beklenmeyecek bir hâlde bulunduğumuz ortaya çıkacaktır.
Çin’deki Avrupalı misyonerlerin vazifesi toplumu ayrıştırmak ve millî birliğe engel olmaktır.
Kezalik birbirinden farklı misyonlar Mısır sınırları içerisinde Kıpti ırkını dünyanın en ahlaksız millet derecesine indiriyor.
Protestan papazları Hindistan’da, Çin’de de bu Kıptilere benzer unsur ve topluluklara ulaşarak onları elde etmeye çalışmışlardır. Paul Aden ile Doktor Gustav Le Bon’un ciltleştirdikleri çalışmalarında bu gibi garip medeni örneklerin, Amerika’da sosyal renklerini değiştiren zencilerin meziyetleri ibret vericidir. Bizim memleketimizde de “daha küçük bir ölçekte” bu gibi garipliklerle karşılaşılmaktadır.
Sonuç olarak: Temel medeniyet özelliklerini terk etmek şartıyla diğer bir medeniyete benzeşmiş ve bolluk, bereket ve yüksekliğe erişmiş bir milletin tarihte örneği yoktur.
Endüstri medeniyetini almadan, diğerlerinden daha başka, daha eksik bir teknoloji ile belirginleşmek hayata atılan, üstünlüğü ele geçiren bir milleti de şimdiye kadar tarih kayıt ve tespit etmemiştir. İslam dinine inanan topluluklardaki gerilemenin asıl sebebi bu iki çeşit medeniyeti birbirinden ayıramaması, eski teknoloji ile iş görebileceğine inancının ve daha doğrusu teknik açıdan yükselmiş cihanın parçalarını bilmemesi, başarının ardındaki sırları araştırmamasıdır.
Hükmümüz: İslam yükselebilmek için derhâl Avrupa’nın endüstri medeniyetini almak mecburiyetindedir. Aksi takdirde hayır.
İÇTİHAT MESELELERİ 7
ÇABA SARF ETMEK SORUNU
İslamiyet ileri gelen bilim insanları ve seçkinleri, endüstri medeniyeti ile hakiki medeniyet arasındaki farkın ayrımına varamadıkları gibi dünya işleri ile ahiret işlerini de birbirinden ayıramamışlardır. İşte İslam idarecilerinin geride kalınmasına neden olacak şekilde tuttukları yollardan en esaslısı budur.
Ne yazık ki İslam’da başta bulunanlar İslamiyet’in özü ve içeriğini, hakikatini unutmuşlardır.
İslamiyet’in idari bir hükûmet meydana getirmesini biraz düşünelim. Peygamberliğin başlangıcından önce, herkesin bildiği gibi Arap Yarımadası, bir anarşi, isyan ve aykırılıklar ile cehalet yuvasıydı. İsrailoğullarının dinleri artık Arap evlatlarının mutluluğunu temin edemeyecek derecede eskimiş bulunuyordu. Temelli iyileştirme ve yeni düzenleme gereklilikleri zorunluluk hâline gelmişti. İşte bu ihtiyaçlar üzerine İslamiyet ortaya çıkarak dayanıklılıkla düzen geldi. Hazreti Muhammed, Yahudi ve Nasraniyet’in din kurallarını ele aldı ve onları kitaba dayanarak düzenledi. Kitaplaştırılarak bir düzen hâline getirilen semavi din kurallarının ismi İslamiyet’tir. Bundan dolayıdır ki İslamiyet, kitaba dayandırılan bu iki dinin yüzeysel olarak denk, düzen ve iyileştirme görmüş şeklidir. Hazreti Muhammed, Martin Luther’in on altıncı asırdaki uygulamasında başarılı olduğu iyileştirmenin daha da büyüğünü, oldukça kapsamlı ve mükemmelini yedinci asırda yapmıştır.
Başlıca şu sözlerle ifade edilmek lazım gelirse İslam’dan önce dünyaya emir buyuran din kuralları ve kanunları, hukuk ve görenekler artık ihtiyaçları karşılamaya yeterli gelmiyordu. Bunların değiştirilmesi, toplumsal evrim kanunlarına uygun bir şekilde genişletilmesi gerekmekteydi. İşte din kurallarını koyan, ancak bu hikmetten beslenerek İslamiyet’i, kendinden önceki din kurallarının tamamlayanı ve mükemmeli olmak üzere düzenlenmesine teşebbüs etti. Bundan dolayı İslamiyet’in sebep ve hikmetinin gereği budur.
Demek oluyor ki içerik itibarıyla İslamiyet, ilerleyerek yükselmiş bir eserdir. İslamiyet’ten önce ve sonra aynı kişilerin insaniyetinin içinde yaşadıkları maddi şartlar ve manevi durumlar, toplumsal ve ekonomik durumlarını inceleme zahmetinde bulununuz. Kolaylıkla anlarsınız ki İslamiyet Avrupa ileri gelenlerinin fikirsel dünyasında anlaşıldığı gibi durdurma ve geriletme için değil, aksine yükseltme ve ilerleme için düzenlenmiştir. Din kurallarını koyanın amacı gün gibi ortadadır. İslamiyet zamanının o muhafazakâr düşüncelerine, dönemin tutucu ve cehaletine karşı bir ayağa kalkıştır. Hiç şüphesiz tarihin kayda geçirmiş olduğu devrimlerin etkisi ve sonucu itibarıyla da en büyüklerindendir.
Hakikat anlaşıldığında bu din kurallarını koyu bir muhafazakârlıkla, olduğu yerde kalmakla, içtihatların önünü kesmekle, fikir hürriyetinin sürgün edilmesiyle nitelemek hakka ki onun içeriğine en karşıt sıfatlardan birini vermek, onu asla anlamamaktır.
Görüşümüzü biraz daha açıklayalım:
Dünyanın en önemli ve ilerlemiş kısımları, bugün, biri diğerinden çıkmış ve bundan dolayı biri diğerine esas itibarıyla benzeyen üç dine bağlıdır: Yahudilik, Hristiyanlık, Müslümanlık. Şu sonuncusu reform, esas itibarıyla ıslahat maksadı üzerine kurulmuştur. Yani ondan önce gelen iki dinin mükemmelleştirilmiş bir şeklidir.
Yahudilik “sadece” İsrailoğulları’nın dinî inanç sistemleri ile kanunlarının tanımlanmasından ibarettir. Hristiyanlık Hazreti İsa’nın sufiyane duygularla tuttuğu yolun fenafillah8 teorisi üzerine neden sonra Pavlus tarafından inşa edilmiştir. Yüce İsa bin Meryem tarafından dünyanın sonu oldukça yakın olup “Göksel hükûmet” her nerede ise zuhur edeceğinden dini kural gereği düzenlenmesine ihtiyaç yoktur (Ernest Renan’ın Nasraniyet Tarihi’ne müracaat.). Doğrusu Hristiyanlık “söylediğimiz gibi” umutlar ve İsa’nın fikirlerinden bütün bütün uzak
7
Dinin ayetleri, hadis ve kıyasa tevfiken şeriyye meselelerini tayine olan taraf hakkındaki meseleler. (ç.n.)
8
Allah’ın varlığı içinde yok olma. (ç.n.)