İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar. Стефан Цвейг

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar - Стефан Цвейг страница 10

Жанр:
Серия:
Издательство:
İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar - Стефан Цвейг

Скачать книгу

küfrediyor ve onu tehdit ediyordu: “Yenmezsen, buraya canlı olarak geri gelme.”

      Dört Hristiyan gemisi hâlâ direniyordu. Ancak kavga sona yaklaşıyordu, Türk kadırgalarını geri gitmeye zorlamak için kullandıkları mermileri bitmek üzereydi, kendilerinden elli kat daha güçlülere karşı saatlerdir süren kavgadan dolayı denizcilerin kolları yorgun düşmüştü. Gün bitmek üzere, güneş ufukta alçalmaktaydı. Bir saat daha, o zamana kadar Türkler tarafından teslim alınmasalar bile, akıntı yüzünden Türklerin işgalinde olan Galata’nın arkasındaki kıyıya sürükleneceklerdi. Kaybedildi, kaybedildi, kaybedildi!

      O anda çaresiz, ağlayan, yakınan Bizanslılara mucize gibi gelen bir şey olur. Birdenbire hafif bir hışırtı ve rüzgâr esmeye başlar. Ve hemen dört geminin gevşek yelkenleri, yuvarlak ve kocaman olana kadar şişmeye başlar. Rüzgâr; özlenen, uğruna dualar edilen rüzgâr yeniden uyanmıştır! Kalyonların başları zafer kazanmış gibi bir eda ile kalktı ve ani bir hareketle çevrelerini saran, onları sıkıştıran gemilere çarparak geçtiler. Artık özgürler, artık kurtuldular. Surların üstündeki binlerce insanın sevinç çığlıkları altında şimdi birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü gemi güvenli limana giriyor, aşağıya indirilmiş zincir korumaya devam etmesi için yine gıcırdayarak yükseliyor ve arkalarındaki denizde dağılmış küçük Türk gemileri biçare, öylece kalıyor; kasvetli ve umutsuz şehrin üzerinde bir kere daha umudun sevinç gösterileri parlak bir bulut gibi yükseliyor.

      Donanma Dağın Üzerinden Geçiyor

      Kuşatma altındakilerin coşkulu sevinçleri gece boyunca sürdü. Zaten gece her zaman insanın hayal gücünü canlandırır ve rüyaların tatlı zehriyle umutları körükler. Kuşatılmışlar bir gece boyunca kendilerinin emniyette olduğunu ve kurtulduklarını zannettiler. Zira bu dört gemideki askerler ve erzak nasıl kendilerine ulaşmayı başarmışsa bundan sonra her hafta yenileri de gelecektir. Avrupa onları unutmamıştı ve şimdiden erken beklentiler içine girip kuşatmanın artık kalkacağını, düşmanın cesaretinin kırıldığını ve yenildiğini hayal ediyorlardı.

      Ancak Mehmet de bir hayal adamıydı, hem de nadir bulunanlardan; iradesiyle hayallerini gerçeğe dönüştürmeyi bilenlerdendi. Ve kalyonlar Haliç Limanı’nda kendilerini güven içinde zannederken o, müthiş cesaret isteyen bir plan yapar; dürüst olmak gerekirse, savaş tarihinde Hannibal’ın ve Napolyon’un en cüretkâr eylemlerine eş değerde olan bir plan. Bizans, karşısında altın bir meyve gibi duruyor ancak onu ele geçiremiyordu: Bu eylem ve saldırı için en büyük engel, aynı ortasından derince kesilmiş bir dil balığı gibi şehri ikiye bölen ve apandisite benzeyen, Bizans’ı bir kale gibi koruyan Haliç Körfezi’ydi. Bu körfeze girebilmek pratikte mümkün değildi çünkü girişinde tarafsızlık sözü verdiği Ceneviz kenti Galata vardı ve oradan düşmanın şehrine kadar demir zincir gerilmişti. Bu yüzden donanmasının cepheden saldırarak Haliç’e girmesi mümkün değildi ancak içeriden, Ceneviz topraklarının bittiği yerden girerek Hristiyan filosu ele geçirilebilirdi. Ancak bu iç körfeze girebilmek için gerekli olan donanmayı nereden bulacaktı? Yeni bir donanma yaptırabilirdi, evet. Ancak bu aylar boyu sürerdi ve bu sabırsız insan, o kadar uzun bir süre daha beklemek istemiyordu.

      Mehmet o anda dâhiyane bir plan yapar; dışarıdaki denizde hiçbir işe yaramayan donanmasını dil şeklindeki kara uzantısından geçirerek iç denize, Haliç içindeki limana nakletmeye karar verir. Bu yüzlerce gemi ile dağlık bir kara uzantısını geçmek gibi nefes kesici, çılgın fikir önceleri çok saçma, çok imkânsız göründüğünden Bizanslılar ve Galata’daki Cenevizliler aynı bir zamanlar Romalıların ve daha sonraları da Avusturyalıların, Hannibal’ın ve Napolyon’un Alpleri hızla geçebileceklerini tahmin etmedikleri gibi bu fikri savunma açısından stratejik hesaplarına dâhil etmiyorlar. Bütün dünyevi tecrübelere göre gemiler sadece suda gidebilir, hiçbir zaman bir donanma bir dağı aşamaz. Ancak tam da bu, her zaman çok büyük bir iradenin gerçek göstergesidir; mümkün olmayanı mümkün kılan, savaş sırasında savaş kurallarıyla alay eden, gerekli durumlarda denenmiş savaş yöntemlerinin yerine kendi yöntemlerini uygulayan askerî bir deha böyle eylemlerde fark edilir.

      Müthiş, tarih kitaplarında benzeri olmayan bir faaliyet başlar. Mehmet gizlice, çok sayıda yuvarlak ağaç gövdeleri getirtir ve işçilere üzerlerine denizden çıkarılacak gemilerin yerleştirileceği, tersanelerdeki kuru havuzlarda kullanılan kızaklara benzeyen ve hareket edebilen kızaklar yaptırtır. Aynı anda binlerce maden işçisi de Pera (şimdiki Beyoğlu) Tepesi’ne önce çıkan sonra tekrar aşağıya inen dar patikayı nakliye için mümkün olduğunca düzeltmeye çalışmaktadır. Ancak bu kadar çok işçinin birdenbire birikmesini düşmandan gizlemek için Sultan, her gün ve her gece tarafsız şehir Galata üzerinden, aslında anlamsız olan ve sadece dikkat dağıtmayı, gemilerinin bir denizden öteki denize yapacağı dağ-ova seyrini düşmandan saklamayı amaçlayan korkunç atışlar yaptırır. Düşmanlar saldırının sadece karadan yapılacağını varsaymakla meşgulken, sayısız yuvarlak tahta rulo iyice yağlanarak harekete geçer ve kızaklara bağlanmış çok sayıdaki mandanın çektiği, denizcilerin arkalarından iterek yardım ettiği bu dev gibi büyük silindirlerin üzerine yerleştirilen gemiler peş peşe dağın tepesine doğru yola koyulur. Gece her tür görüşü kapatmasa da bu mucize yürüyüş başlar. Bütün büyük, önceden düşünülmüş zekice olaylarda olduğu gibi bu mucizeler mucizesi de gerçekleşir: Büyük bir donanma dağları aşar.

      Tüm büyük askerî hareketlerde en önemli olan şey sürpriz anlardır. Ve burada Mehmet’in üstün zekâsı kendini ispatlamıştır. Hiç kimse onun yapabileceklerini tahmin etmemişti. “Sakalımın bir teli bile benim düşüncelerimi bilecek olsa onu koparırdım.” demişti bir keresinde, bu dâhi kurnaz kendisinden bahsederken ve topları şehrin surlarında gösterişli bir biçimde patlarken, verdiği emir mükemmel bir biçimde uygulanmıştır. Tek bir gecede, 22 Nisan gecesinde yetmiş gemi, dağı ve vadiyi aşarak; üzüm bağlarından, tarlalardan, ormanlardan geçerek bir denizden diğer denize nakledilmiştir.

      Bizans vatandaşları ertesi sabah uyandıklarında rüya gördüklerini zannederler: Hayaletler tarafından taşınmış gibi bir düşman donanması, içi asker dolu, sallanan bayraklarıyla, yelkenlerini açmış, yaklaşılamaz zannettikleri körfezlerinde duruyordur. Hâlâ gözlerini ovuşturuyor ve bu mucizenin nasıl olduğunu anlayamıyorlardı ancak o zamana kadar Haliç’in koruduğu yan surların altında şimdi borazanlar, ziller ve davullar neşeyle çalmaktaydı; Galata’daki o küçük tarafsız bölge dışında Hristiyan donanmasının sıkışıp kaldığı bütün Haliç, bu eşsiz darbe sayesinde, Sultan’a ve ordusuna aitti. Artık Sultan, hiçbir engelle karşılaşmadan birliklerini dubalı köprüsünden geçirip daha zayıf surların yanına götürebilecektir; şehrin en zayıf kanadı tehdit altındadır ve zaten sayıları yetersiz olan savunmacılar daha da azalacaktır. Demir pençe; düşmanının boğazını daha sıkı, çok daha sıkı sıkmaktadır.

      Avrupa, İmdat!

      Kuşatılmışlar artık kendilerini kandırmıyorlardı. Şimdi artık parçalanmış kanattan da sıkıştırıldıktan sonra, acilen yardım gelmezse bu delik deşik surların arkasındaki sekiz bin kişinin, yüz elli bin kişiye karşı uzun süre direnemeyeceğini biliyorlardı. Venedik Lordu gemi göndereceğine dair söz vermemiş miydi? Batı dünyasının en güzel kilisesi olan Ayasofya, inançsızların camisi olma tehlikesiyle karşı karşıyayken, Papa kayıtsız kalabilir miydi? Dinî kavgalara tutuşmuş, yüzlerce küçük kıskançlık duygusuyla parçalanmış olan Avrupa, Batı dünyasının ve kültürünün tehlike altında olduğunu hâlâ anlamıyor muydu? Belki -kuşatılmışlar

Скачать книгу