Sefiller I. Cilt. Виктор Мари Гюго
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Sefiller I. Cilt - Виктор Мари Гюго страница 41
Genç kızlar sanki kafeslerinden kaçmış bülbüller gibi neşeyle şakalaşıp gevezelik ediyorlardı. Ne güzel şeydi gençlik, bunu sonuna kadar yaşıyorlardı. Zaman zaman genç delikanlılara küçük dokunuşlar yapıyorlardı. Gülüyor, konuşuyor, tazeliklerin keyiflerini çıkarıyorlardı; tıpkı yavru kuşlar gibiydiler. Ah, kim olursanız olun, siz de gençlik yıllarınızı hatırlamıyor musunuz? Sizler de başınızda esen kavak yellerinin sarhoşluğuyla, çayır çimen dolaşıp her şeye sevinmez miydiniz? Gülerek, yağmur altında sevdiğiniz kadının elini tutarak yokuş aşağı hiç koşmadınız mı? Yanınızdaki sevgiliniz “Ah, yeni pabuçlarım! Ne hâle geldiler!” deyip hayıflanmasına rağmen sizinle birlikte koşmaya devam etmedi mi?
Hemen şunu belirtelim ki bu gülen ve neşeyle dolaşan gençlerin tek eksikleri o an yağacak olan bir yağmurdu ve öylesine eğlenceye dalmış durumdaydılar ki Favourite’in anaç sesi onları durdurdu:
“Patikalarda sürünen bir dolu sümüklü böcek var; çocuklar, yağmur geliyor!”
Kızların hepsi o anda, en kederli insanı bile neşelendirecek kadar güzeldi.
Ne tesadüftür ki o dönemlerin ünlü şairlerinden olan M. le Chevalier Labouisse da o gün Saint-Cloud’daydı; ağaçların altında dolaştığı sırada, sabah on sularında onların oradan geçtiğini görmüş ve genç kızları eski Yunan güzellik ilahelerine benzetecek kadar onlardan etkilenmişti. “Gerçekten o tanrıçalardan olacak kadar güzeller, sadece bunların çok daha fazlalıkları var.” diye aklından geçirmişti.
Favourite bugün gerçekten bir çocuk gibiydi; yirmili yaşlardaki üç arkadaşının yanında en büyükleri olmasına karşın yeşilliklerin arasından ilk önce o koşuyor, hendeklerin üzerinden atlıyor, dikkati dağılmış olmasına karşın etrafta koşuşturarak genç bir dişi ceylan gibi yanındaki kızların eğlencelerine başkanlık ediyordu. El ele tutuşmuş olan Dahlia ve Zéphine, tıpkı bir Rönesans tablosunu andırıyorlardı ve belki de bunun gayet farkında oldukları için daha güzel olduklarını da bildiklerinden, birbirlerinden hiç ayrılmıyorlardı. Zéphine ve Dahlia saçlarını topuz şeklinde toplamışlardı.
Listolier ile Fameuil, birkaç adım onlardan ileride gidiyor ve Fantine’e profesörleri, Mösyö Delvincourt ile Mösyö Blondeau arasındaki farkı anlatmaya çalışıyorlardı. Blachevelle ise sanki bu pazar gezintilerine, Favourite’in güzel şalını taşımak için çıkıyormuş gibi onu hiç elinden bırakmıyordu. Bunda elbette ki onun Favourite’e olan aşkının da büyük payı vardı.
Tholomyès, etrafına topladığı bir grubu, bir şeyler anlatarak güldürüyordu. Çok neşeliydi ama yine de gücünün farkındaydı. Üzerindeki başlıca süsü; örgülü bakır telden kayışları olan, fil ayağı desenli bir bastondu. Elinde iki yüz frank değerinde sağlam bir sigaralık taşıyordu ve her şeyine özen gösterirken ağzında puro denen tuhaf şeyi de tutmayı ihmal etmiyordu. Onun açısından herhangi bir şeyi beğenebilmesi pek güçtü, pahalı zevkleri vardı ve bunların en başında da puro içmek geliyordu.
“Bu Tholomyès gerçekten tuhaf bir adam!” diye konuştu diğerleri saygıyla. “Hayret bir şey! Bu ne enerji böyle!”
Fantine’e gelince onu seyretmek, büyük bir zevkti. O gün öylesine mutluydu ki bembeyaz dişlerini her an gösterecek biçimde kahkahalar atıyordu. Uzun beyaz iplerle dikilmiş olan hasırdan şapkasını başında taşımaktansa elinde taşımayı tercih ediyordu. En ufak bir esintide dağılmaya müsait, kolayca çözülebilen gür, dalgalı saçlarını sürekli sıkıca bağlaması gerekiyordu; söğüt ağaçlarının altında tıpkı bir peri kızı gibi görünüyordu. Pespembe narin dudakları büyüleyici kıvrımlara sahipti. Dudaklarının şuh biçimde yukarı kalkmış köşeleri, uzun, gölgeli kirpikleri karşısındaki insanı etkileyecek derecede muazzam bir güzelliğe sahipti. Sade ancak bir o kadar da zevkli giyinmişti; elbisesi narin bedeninin bütün hatlarını meydana çıkarıyor, ayakkabılarının atkıları devrin modasına uygun bir şekilde bileklerinde birleşiyordu; elbisesinin üzerine Fransız ipeğinden yapılmış leylak renginde ince bir ceket giymişti. Daha önce de belirttiğimiz gibi, ondan çok daha özgür davranan diğer üçü, kişiliklerinin verdiği etkiyle olacak, açık saçık yazlık elbiseler giymişlerdi; elbiselerini ve şapkalarını süsleyen çiçekler, kendilerinden daha güzel değildi. Ancak onların bu cüretkâr kıyafetlerinin yanında Sarışın Fantine’in saflığı, şeffaflığı, masumluğu ve aynı anda hem gizemli hem de açıkça sergilemekten çekinmediği suskunluğu, nezaketin cezbedici bir lütfu gibi görünüyordu. İnce ve duygulu bir göze göre o, üçünden de çok daha güzel ve alımlıydı. Yaşamda da genel olarak durum böyle değil midir? En bilge insan; herkes tarafından, en güzel olmasına rağmen hep en sade olarak görülmemiş midir?
Onun sahip olduğu bu güzelliği tarif etmek güçtü. Masmavi gözleri, uzun kirpikleri, ufacık elleri ve ayakları, bembeyaz teni, bileklerinde yer yer belli olan morumsu damarları, kıvrak bedeni ile tam anlamıyla genç ve taze bir güzellikti; hafifçe dolgun olan yüzü, çehresinin çok daha çocuksu görünmesine neden oluyor, onu büsbütün çekici hâle getiriyordu. Öylesine yapmacıksız tavırları vardı ki gören onun muazzam bir terbiyeyle yetişmiş olduğunu düşünürdü. Şayet kibar bir ailenin kızı olarak ünlü davet ve salonlarda salınmış olsaydı nice yazarların adına methiyeler düzeceğine, onu tanrıçalara benzeteceğine hiç şüphe yoktu.
Fantine, çok güzel bir genç kadındı ve bunun farkında bile değildi. Böylesine muhteşem görünmesine karşın o sadece zavallı bir işçi kızdı. Tanrı vergisi güzelliği de onun sahip olduğu tek süsüydü. Nereden geldiği bilinmiyor olsa da geçmişi gölgelerin ardında kalan bu genç kadın, safkan zarafetten oluşuyordu. Her türlü dış ve iç güzellikleri kendisinde toplamış, müstesna bir varlıktı.
Fantine’in ne kadar neşeli olduğundan bahsetmiştik ancak bir o kadar da mütevazıydı.
Onu dışarıdan dikkatle inceleyen bir gözlemci; yaşının, mevsimin ve yaşadığı aşkın vermiş olduğu sarhoşlukla, karşı konulmaz bir çekingenlik ve alçak gönüllülük timsali olduğunu söyleyebilirdi. Biraz aklı karışmış gibi de görünüyordu. Onun için söylenebilecek tek bir gerçek vardı: Tholomyès’in metresi olduğu. Ancak gözlerinde hiç değişmeyen ve karşısındaki insanları pek az yanıltan o kutsal bakire bakışı, yüzünden hiç kaybolmuyordu; yaşadığı aşk, onu hiçbir suretle kirletmemişti.
Birdenbire yüzünü kaplayan ciddi ve neredeyse katı saygınlık ifadesi; yaşadığı neşenin bir anda yok olmasına, düşüncelere dalmasına neden olsa da hiçbir zaman dış görünüşünde tuhaf ve rahatsız edici bir ifade olmuyordu. Tanrıçaları dahi kimi zaman kıskandıracak bir duruşa sahipti. Alnı, burnu, çenesi, her şeyiyle bütün olarak orantılı çehresinin etrafa yaydığı dinginlik onun gerçek kişiliğini temsil ediyordu. Dudaklarının kenarındaki masum kıvrımları, karşısındaki insanı bir anda aşka düşürecek kadar çekici ve cezbediciydi bu iffet abidesi güzel genç kadının.
Aşk; hatalarla dolu bir yoldur, her zaman da böyle olmuştur. Fantine ise hataların üzerinde yüzen masumiyetin vücut bulmuş hâlidir.
IV
Tholomyès, Mutluluktan Bir İspanyol Şarkısı Söylüyor
Tatilin