Grimm Masalları. Братья Гримм

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Grimm Masalları - Братья Гримм страница 16

Жанр:
Серия:
Издательство:
Grimm Masalları - Братья Гримм

Скачать книгу

düşünüyordum.” demiş. Prens ona Maleen’i tanıyıp tanımadığını sorunca da: “Hayır, nereden tanıyayım ki? Sadece adını duydum.” diye cevap vermiş.

      Bu sefer düğünün yapılacağı mabedin kapısına geldiklerinde kız bir kez daha:

      Kırılma ey mabet kapısı,

      Değilim ben gelinin kendisi, demiş.

      Prens yine ne dediğini sorunca: “Zavallı Maleen’i düşünüyordum.” demiş. Prens, değerli bir kolye çıkartıp kızın boynuna takmış. Hemen ardından mabede girmişler. Rahip, ikisinin ellerini birleştirmiş ve onları evlendirmiş. Eve dönüş yolunda kız, tek bir kelime bile etmemiş. Saraya vardıklarında da hemen gerçek gelinin odasına gidip elbiselerini ve mücevherleri çıkartıp kendi gri elbisesini giymiş. Ancak prensin boynuna taktığı kolyeyi çıkartmamış.

      Akşam olduğunda gerçek gelin prensin odasına giderken kimse anlamasın diye duvağını yüzüne indirmiş. Herkes gidip de ikisi baş başa kaldıklarında prens, ona: “Yol kenarındaki ısırgan otlarına ne dedin?” diye sormuş. Kız: “Hangi ısırgan otları? Ben ısırgan otlarıyla konuşmam ki!” diye cevaplamış. Prens: “O zaman sen gerçek gelin değilsin.” demiş. Bunun üzerine kız: “Gidip hizmetçime sormalıyım, benim dediklerimi o hatırlar.” demiş.

      Gidip Maleen’i bulmuş ve yolda ısırganlara ne dediğini sormuş. O da sadece:

      Ah ısırgan otu,

      Küçük ısırgan otu,

      Ne arıyorsun burada, yalnızlık dolu?

      Seni haşlamadan, kavurmadan

      Yediğim günler oldu dedim, diye cevap vermiş.

      Gelin, odaya geri dönüp: “Isırganlara ne dediğimi hatırladım.” diyerek Maleen’in kendisine söylediklerini tekrar etmiş. Prens bu sefer: “Peki mabedin önündeki köprüden geçerken ne dedin?” diye sormuş. Gelin yine şaşırarak: “Ne köprüsü, ben köprülerle konuşmam ki!” demiş. Prens yine, “O zaman sen gerçek gelin değilsin.” deyince kız tekrarlamış: “Gidip hizmetçime sormalıyım, benim dediklerimi o hatırlar.”

      Bunu söyledikten sonra koşup Maleen’i bulmuş ve ona köprüye ne dediğini sormuş. O da sadece:

      Kırılma ey yaya köprüsü,

      Değilim ben gelinin kendisi dedim, demiş.

      Gelin: “Bu yaptığın yüzünden kafanı kestirteceğim!” diyerek çok sinirlenmiş ve odaya geri dönmüş. “Şimdi mabedin kapısında ne dediğimi hatırladım.” diyerek duyduklarını tekrarlamış. Bu sefer prens: “Peki sana mabedin kapısında taktığım kolye nerede?” diye sormuş. Gelin de: “Ne kolyesi? Sen bana hiç kolye vermedin ki!” diye cevap vermiş. Prens: “O kolyeyi boynuna kendi ellerimle taktım eğer bilmiyorsan demek ki gerçek gelin değilsin.” demiş ve yüzündeki duvağı kaldırıp da tarif edilemez çirkinliğini görünce dehşetle irkilerek: “Sen nereden çıktın? Kimsin sen?” diye sormuş.

      Kız: “Ben senin nişanlandığın kişiyim. Beni dışarıda gören insanlar çirkinliğimle alay eder diye korktuğum için bana hizmet eden hizmetçiye giysilerimi giydirip, mücevherlerimi takıp kendi yerime mabede gönderdim.” demiş. Prens: “Peki o nerede? Onu görmek istiyorum. Gidip bana onu getir.” demiş. Kız odadan çıkar çıkmaz diğer hizmetçilere mutfak hizmetçisinin bir sahtekâr olduğunu ve onu bulup avluda kafasını kesmelerini emretmiş. Hizmetçiler, Maleen’i bulup sürükleyerek avluya çıkartırlarken kız öyle yüksek sesle çığlık atıp yardım istemiş ki prens, onun çığlıklarını duyup odasından fırlamış ve hizmetçilere onu derhâl bırakmalarını emretmiş.

      Işıklar yandığında prens, kızın boynunda önceki gün mabedin kapısında taktığı altın kolyeyi görünce: “Benimle mabede gelen gerçek gelin sensin, şimdi benim odama gelmelisin.” demiş. İkisi odada yalnız kaldıklarında da: “Düğün alanına giderken yolda Maleen’den bahsetmiştin. Kendisi benim eski nişanlımdı. Sen ona öyle çok benziyorsun ki imkânsız olduğunu bilmesem neredeyse senin o olduğunu sanacağım.” demiş. Bunun üzerine kız: “Ben senin uğruna yedi yıl boyunca karanlık kuleye hapsedilen, aç ve susuz kalan, yıllar boyu sefalet içinde yaşayıp özlem çeken Maleen’im. Ancak bugün şans bir kez daha yüzüme güldü. Seninle mabette evlendim ve resmen senin karınım.” demiş. Sonra birbirlerini öpmüşler ve sonsuza dek mutlu yaşamışlar. Sahte gelin yaptıklarının bedelini canıyla ödemiş.

      Maleen’in hapsedildiği kule uzun yıllar ayakta kalmış ve çocuklar kulenin yanından geçerken hep şu şarkıyı söylemişler:

      Huu huu Baltazar,

      Bu kulede kim yaşar?

      Bir prenses yaşar.

      Duvar yıkılmayacak,

      Taş oynamayacak,

      Küçük Hans, o parlak ceketiyle

      Beni kovalayacak.

      Yetenekli Avcı

      Bir zamanlar çilingirlik yapan bir genç varmış. Bir gün babasına; artık gidip dünyayı gezip görmek, kendi şansını aramak istediğini söylemiş. Babası onun bu kararından memnun olmuş ve yolculuğu için ona biraz para vermiş. O da yola çıkmış ve iş aramaya başlamış. Bir süre sonra artık çilingirlik yapmak istemediğine ve avcı olmak istediğine karar vermiş. Yine bir gün, başıboş hâlde gezerken yeşiller giyinmiş bir avcıyla karşılaşmış. Avcı, onun nereden gelip nereye gittiğini sormuş. O da aslında bir çilingirin çırağı olduğunu ama artık çilingirlik yapmak istemediğini, avcı olmak istediğini anlatmış ve ondan, kendisine avcılık yapmayı öğretmesini istemiş. Avcı da kendisiyle gelirse bu isteğini yerine getirebileceğini söylemiş.

      Genç adam, avcıyla gitmiş ve birkaç yıl boyunca onun yanında yaşayıp avcılık yapmayı öğrenmiş. Daha sonra başka bir yerde şansını denemek istemiş. Avcı da ayrılırken ona, emeklerinin karşılığı olarak attığı hiçbir şeyi ıskalamayan bir tüfek hediye etmiş. Genç adam yola koyulmuş ve uçsuz bucaksız bir ormanda bulmuş kendisini. Akşam olduğunda vahşi hayvanlardan korunmak için yüksek bir ağaca çıkmış.

      Gece yarısına doğru uzakta küçük bir ışığın parıldadığını görmüş. Dalların arasından ışığa doğru bakmış ve yerini aklında tutmaya çalışmış. Ama önce, indiğinde yönünü bulabilsin diye şapkasını çıkartıp ışığın olduğu yere fırlatmış. Sonra da aşağıya inip şapkasına doğru yürümüş ve şapkasını giydikten sonra aynı yöne doğru ilerlemiş. O ilerledikçe ışık daha da büyüyormuş. Daha da yaklaştığında onun çok büyük bir ateş olduğunu fark etmiş. Ateşin başında üç dev oturmuş, şişte dana kızartıyorlarmış. İçlerinden biri, o sırada: “Etin tadına bakıp pişip pişmediğini kontrol edeceğim.” diyerek bir parça kopartmış ve tam ağzına atacakmış ki avcı elindeki eti vurup uçurmuş. Dev: “Şu hâle bak, rüzgâr elimdeki et parçasını uçurdu!” demiş ve biraz daha kopartmış. Tam etten bir ısırık alacağı anda avcı elindeki eti tekrar vurmuş. Bunun üzerine dev, yanındaki arkadaşına bir tokat patlatmış ve öfkeyle bağırarak: “Neden lokmamı elimden kapıyorsun?” demiş. Diğeri de: “Ben kapmadım ki! Bir keskin nişancı vurmuş olmalı.” demiş. Dev, bir parça daha et almış ama henüz onu elinde tutamadan avcı onu da uçurmuş. Bunun

Скачать книгу