Grimm Masalları. Братья Гримм
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Grimm Masalları - Братья Гримм страница 19
Aşçı yukarıdayken hemen odasından küçük altın çıkrığını alıp çorbanın içine atmış. Kral yine çorbayı büyük bir afiyetle yemiş. Bu da aynı, önceki kadar lezzetliymiş. Aşçıyı çağırıp çorbayı kimin yaptığını sorduğunda aşçı, yine Yaban Gülü’nün yaptığını itiraf etmek zorunda kalmış. Yaban Gülü bir kez daha kralın huzuruna çağrılmış ama kral yine onun zavallı, kimsesiz bir çocuk olduğu ve altın çıkrık hakkında hiçbir şey bilmediği dışında bir şey öğrenememiş.
Saraydaki üçüncü festivalde her şey yine öncekiler gibi olmuş. Ancak bu sefer aşçı: “Senin gidip de balo salonundaki dansları izlemene izin vereceğim. Her ne kadar yaptığın çorba benimkilerden daha lezzetli olsa da nasıl oluyorsa her seferinde içinden, oraya nasıl düştüğünü bilmediğimiz bir şeyler çıkıyor; o yüzden bence sen bir cadısın.” demiş. Yaban Gülü durup dinlenmeden hızla odasına gidip hazırlanmış. Bu sefer yıldızlar kadar parıltılı olan elbisesini giymiş. Kral, onu karşılamaya gittiğinde onun hayatında karşılaştığı en güzel kadın olduğunu düşünmüş. Dans ederlerken prenses fark etmeden kral onun parmağına altın bir yüzük takmış. Öncesinde de dansın her zamankinden daha uzun sürmesini emretmiş. Dans bittiğinde kral, prensesin elini bırakmak istememiş ama o elini çekerek hızla diğer insanların arasına karışıp gözden kaybolmuş.
Prenses soluk soluğa kendisini odasına atmış. Mutfağa her zamankinden biraz daha geç kaldığını fark edince elbisesini değiştirmeye vakti olmadığı için hemen kürklü pelerinini sırtına atmış ve aceleyle ne yüzünü her zamanki kadar boyayabilmiş ne de altın sarısı saçlarını tam olarak gizleyebilmiş. Üstelik, ellerini boyamayı da unutmuş. Neyse ki mutfağa girdiğinde aşçı hâlâ yokmuş. O da kralın çorbasını pişirip içine altın kancasını atmış.
Kral, çorbanın içinde üçüncü kez altın bir parça bulunca hemen Yaban Gülü’nü çağırtmış. Kız odaya girdiğinde beyaz parmaklarında kendi taktığı altın yüzüğü görmüş. Hemen kızı elinden yakalayıp sıkıca tutmuş ancak kız kurtulmaya çalışırken pelerini açılmış ve parıltılı elbisesi ortaya çıkmış. Kral, pelerini yakalayıp yırtmış ve o anda prensesin altın sarısı saçları omuzlarına dökülüvermiş. Ve öylece, bütün endamıyla kralın karşısında kalıvermiş ve artık daha fazla kendisini gizleyemeyeceğini anlamış. Yüzündeki boyaları da silince kral, yine karşısında dünyanın en güzel kadınını bulmuş.
Kral, prensese: “Benim karım olmalısın. Senin kim olduğunu bilmesem de bir daha asla ayrılmayacağız.” demiş.
Prenses, krala başından geçenleri anlatmış ve aslında kraliçenin isteğiyle bir prenses olduğunu söylemiş. Çok geçmeden evlenmiş ve sonsuza dek mutlu yaşamışlar.
Külkedisi
Bir zamanlar, zengin bir adam varmış. Adamın karısı hasta düşmüş ve ölümünün yaklaştığını anladığında da biricik kızını yatağının yanına çağırmış ve: “Sevgili yavrum, daima iyi ve inançlı ol. Allah daima seni koruyacaktır. Ben de seni cennetten daima izleyeceğim ve her zaman seninle olacağım.” dedikten sonra ölmüş. Genç kız her gün annesinin mezarına gidip ağlıyormuş ve her zaman da annesinin öğütlediği gibi iyi ve inançlı olmuş. Kış geldiğinde her yer bembeyaz karla kaplanmış, sonra bahar gelmiş ve güneş karları eritmiş. Gel zaman git zaman, kızın babası başka bir kadınla evlenmiş.
Adamın yeni karısı iki kızını da beraberinde getirmiş. Görünüşte güzel ve hoş olan bu kızların kalpleri çok kötüymüş. Zavallı genç kız için artık çok kötü günler başlamış.
Kızlar: “Bu aptal yaratık bizimle aynı odada mı oturacak? Yediği yemeği hak etmeli. Bir mutfak hizmetçisinden başka bir şey olamaz.” diye onu dışlayarak bütün güzel elbiselerini atıp ona sadece eski püskü, gri bir elbise ve tahta ayakkabılar vermişler.
“Şu gururlu prensese bakın, ne kadar da şık oldu!” diye gülerek genç kızla alay etmiş ve onu mutfağa göndermişler. Genç kız, mutfakta sabahtan akşama kadar çalışmak zorunda kalmış. Sabahları çok erken uyanıp su getiriyor, ateşi yakıyor, yemek yapıyor ve bulaşıkları yıkıyormuş. Üstelik üvey kız kardeşleri de ona eziyet etmek için ellerinden geleni yapıyorlarmış. Onunla alay ediyor, yanan ateşe mercimek ve fasulyeleri fırlatıp sonra da oradan almasını istiyorlarmış. Bütün gün çok çalışıp yorulduğu hâlde akşamları yatacak bir yatağı bile yokmuş. O da küllerin üzerinde uyumak zorunda kalıyormuş. Bu yüzden de üstü başı tozlu ve kirli olduğu, her yerine küller bulaştığı için ona Külkedisi diyorlarmış.
Bir gün babası bir fuara giderken iki üvey kızına kendisinden gelirken ne istediklerini sormuş. Biri, güzel giysiler; diğeri de mücevher ve inciler istemiş. Külkedisi ise babasından, yolda şapkasına çarpan ilk dalı getirmesini istemiş.
Adam iki üvey kızına güzel elbiseler, inciler ve mücevherler almış. Eve dönerken yeşil bir patikadan geçiyormuş ki şapkasına bir fındık dalı çarpmış. O da dalı kopartıp Külkedisi’ne vermek üzere eve götürmüş. Eve döndüğünde üvey kızlarına istedikleri elbise ve mücevherleri verirken Külkedisi’ne de yolda koparttığı fındık dalını vermiş. Kız ona teşekkür etmiş ve dalı götürüp annesinin mezarına dikmiş. Orada öyle çok ağlamış ki dalı gözyaşlarıyla sulamış. Dal büyümüş, koca bir ağaç olmuş. Külkedisi her gün üç kez bu ağacı görmeye gitmiş, orada ağlayıp dua etmiş. Her dilek dilediğinde ağaçtan beyaz bir güvercin havalanıyor ve dilekleri gerçekleşiyormuş.
Günlerden bir gün, ülkenin kralı üç gün sürecek bir balo düzenlemiş. Ülkenin bütün genç ve güzel kızları bu baloya davetliymiş. Prens, gelen konuklar arasından evleneceği kızı seçecekmiş. İki üvey kız kardeş, kendilerinin de bu baloya davet edildiklerini öğrenince çok sevinmişler. Külkedisi’ni çağırıp: “Saçımızı tara, ayakkabılarımızı parlat, kemerlerimizi bağla! Kralın sarayına, baloya gideceğiz.” demişler.
Külkedisi bunu duyunca ağlamaya başlamış. O da bu baloya gitmeyi çok istiyormuş. Üvey annesine, kendisine izin vermesi için yalvarmış. Ancak kadın: “Neee! Sen mi? Bu tozlu, kirli giysilerinle bir de baloya gidip dans mı edeceksin?” diyerek izin vermemiş.
Külkedisi gitmek için ısrar etmeye devam edince bu sefer kadın: “Küllerin içine bir kâse dolusu mercimek yaydım, eğer hepsini iki saat içinde tek tek toparlayabilirsen bizimle gelebilirsin.” demiş.
Bunun üzerine genç kız çaresizce arka kapıdan bahçeye çıkmış ve kuşları çağırmış:
Ey nazik güvercinler, üveyikler,
Ve bütün kuşlar!
Gelin