Grimm Masalları. Братья Гримм
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Grimm Masalları - Братья Гримм страница 21
Külkedisi önce ellerini ve yüzünü güzelce yıkamış, sonra da gidip elinde altın ayakkabıyı tutmakta olan prensi selamlamış. Ardından bir tabureye oturmuş; ayağını kaba, tahta ayakkabısından çıkartmış ve altın ayakkabıyı giymiş. Ayakkabı ayağına tam olmuş. Ayağa kalktığında prens, Külkedisi’nin yüzüne bakınca onun dans ettiği güzel genç kız olduğunu anlamış ve: “Evet. İşte gerçek gelin bu!” demiş.
Üvey anne ve kızları hayrete düşmüşler. Sinirden yüzleri bembeyaz olmuş. Prens, Külkedisi’ni atına bindirmiş ve oradan ayrılmışlar. Yolda mezarın yanından geçerlerken fındık ağacının üzerinde oturan iki güvercin bu sefer şöyle diyormuş:
Gidiyorlar, gidiyorlar!
Ayakkabıda kan yok,
Ayakkabı tam olmuş,
Sonunda doğru gelini bulmuş!
Hemen sonra da uçup Külkedisi’nin her iki omuzuna konmuşlar. Külkedisi’yle prensin evlilik törenleri düzenlenmiş. İki üvey kız kardeş, kendilerine de bir şey düşeceğini umarak törene gelmişler. Gelin alayı düğünün olacağı mabede giderken büyük olan sağda, küçük olan solda yürüyormuş. Güvercinler ikisinin de birer gözünü çıkartmışlar. Dönüşte bu sefer büyük olan solda, küçük olan sağda yürürken de diğer gözlerine de aynısını yapmışlar. Sonunda üvey kız kardeşler yalancı ve kötü kalpli olmalarının bedelini hayatlarının geri kalanını görmeden geçirerek ödemişler.
Simeli Dağı
Bir zamanlar biri zengin, diğeri fakir iki erkek kardeş varmış. Zengin olan fakir kardeşine hiçbir şey vermezmiş. O da hayatını mısır satarak kıt kanaat geçirir, genelde de işleri kötü gittiği için karısı ve çocuklarına bir ekmek bile alamazmış. Bir gün ormanda el arabasını sürerken bir yanında daha önce hiç görmediği büyük, çıplak bir dağ görmüş. Olduğu yerde durup şaşkınlıkla dağa bakakalmış.
Orada öylece dururken on iki iri vahşi adamın kendisine doğru geldiğini görmüş. Onları hırsız sandığı için el arabasını çalılığın içine saklayıp ağaca tırmanmış ve neler olacağını izlemeye koyulmuş. On iki adam dağa gidip: “Açıl Semsi Dağı, açıl” diye bağırmışlar. O anda çıplak dağ, yarıya kadar açılmış ve on ikisi birden içine girer girmez de kapanmış. Kısa bir süre sonra dağ tekrar açılmış ve adamlar omuzlarında ağır çuvallarla geri çıkmışlar. Tekrar gün ışığına çıktıklarında da: “Kapan Semsi Dağı, kapan” demişler ve dağ kapanmış ancak görünürde de hiçbir giriş yokmuş. Sonra da on iki adam gözden kaybolmuş.
Adamlar gözden kaybolunca fakir adam ağaçtan inmiş. Dağın içinde neyin gizli olduğunu öğrenmeye can atıyormuş. Dağın önüne gitmiş ve: “Açıl Semsi Dağı, açıl” diye bağırmış. Dağ açılınca o da içeri girmiş. Bütün dağın içi, aslında altın ve gümüşlerle dolu bir mağaraymış. Arkalarda da yığın yığın inciler ve parıldayan mücevherler varmış. Adam ne yapacağını bilememiş. Bu hazinelerden kendisi için biraz alıp almaması gerektiğine karar verememiş. Sonunda ceplerine biraz altın doldurmuş ama incilere ve diğer değerli taşlara dokunmamış. Sonra dışarı çıkmış: “Kapan Semsi Dağı, kapan.” demiş ve dağ kapanmış.
Artık adamın hiç endişesi kalmamış. Altınlarıyla karısına, çocuklarına ekmek ve yiyecek götürebilecekmiş. Onurlu ve güzel bir şekilde yaşamış, fakirlere yardım etmiş ve herkese iyi davranmış. Parası tükendiğinde de kardeşine gitmiş, kırk kilo tartan bir tartı ödünç almış, gidip kendisine biraz daha altın getirmiş ama yine en değerli mücevherlere dokunmamış. Ne zaman kendisine gidip biraz altın getirmek istese hep kardeşinin tartısını istemiş. Zengin kardeş uzunca bir süredir kardeşinin varlıklı hâlini kıskanıyor, bu zenginliğin nereden geldiğini ve kardeşinin tartıyı neden istediğini merak ediyormuş. En sonunda hain bir plan yapmış ve tartının altına zift sürmüş, tartıyı geri aldığında da altına yapışmış bir altın para bulmuş.
Hemen kardeşine gidip: “Sen bu tartıyla ne ölçüyorsun?” diye sormuş. Kardeşi de: “Mısır ve arpa.” diye cevaplamış. Bunun üzerine ona altın parayı göstermiş ve eğer doğruyu söylemezse onu mahkemede suçlayacağını söylemiş. Zavallı adam, abisine her şeyi olduğu gibi anlatmış. Zengin kardeş hemen arabasının hazırlanmasını emretmiş ve bu fırsatı kardeşinden daha iyi değerlendirmek, yanında çeşit çeşit hazineler getirmek üzere dağa gitmiş.
Dağa vardığında: “Açıl Semsi Dağı, açıl.” diye bağırmış. Dağ açılmış, içeri girmiş. Her tarafı hazinelerle doluymuş ve uzunca bir süre ilk önce hangisini alacağını bilememiş. En sonunda taşıyabileceği kadar değerli taş yüklenmiş ve dışarı çıkartmak istemiş. Yine de aklı, alamadığı diğer hazinelerle öylesine doluymuş ki dağın adını unutarak: “Açıl Simeli Dağı, açıl.” diye seslenmiş. Ancak bu isim yanlış olduğu için dağda hiç kıpırtı olmamış ve kapalı kalmış. Adam çok endişelenmiş ve düşündükçe aklı daha da karışmış, hazineler de artık işine yaramıyormuş.
Akşam olduğunda dağ açılmış ve on iki hırsız içeri girmiş. Adamı görünce kahkahalarla gülmeye başlamışlar ve: “Seni fare! En sonunda yakaladık seni! Senin daha önce buraya iki kez geldiğini anlamadık mı sanıyorsun? Artık buradan hiç çıkamayacaksın!” demişler. Adam: “O ben değildim, kardeşimdi.” diye haykırdıysa da işe yaramamış, hırsızların gazabından kurtulamamış.
Camdan Tabut
Sanmayın ki fakir bir terzi büyük şeyler yapamaz ve büyük ün kazanamaz. Tek yapması gereken doğru zamanda, doğru yerde bulunmak. Gerisi zaten kendiliğinden gelir.
Ahlaklı ve becerikli bir terzinin çırağı; bir gün, bir yolculuğa çıkmış ve büyük bir ormana gelmiş. Yolu bilmediği için de kaybolmuş. Derken karanlık çökmüş. Bu korkunç ıssızlıkta kendisine yatacak bir yer aramaktan başka da yapabileceği hiçbir şey kalmamış. Yumuşak yosunlardan kendisine iyi bir yatak yapabilirmiş ancak domuzların kendisini rahat uyutmayacağından korkarak geceyi bir ağacın tepesinde geçirmeye karar vermiş. Yüksek bir meşe ağacı bulmuş ve tepesine tırmanmış.
Karanlıkta korkmadan ve titremeden birkaç saat geçirdikten sonra yakınlarda bir yerde, bir ışığın parıldadığını görmüş ve oralarda birilerinin yaşıyor olabileceğini düşünmüş. Orada, ağacın tepesinde olduğundan daha rahat edebileceğini düşünerek dikkatlice aşağı inmiş ve ışığa doğru gitmiş. Karşısına sazlıklardan yapılmış, küçük bir kulübe çıkmış. Kapıyı çalmış. Kapıyı ufak tefek, ak sakallı; türlü renkli kumaş parçalarının bir arada dikilmesiyle oluşan bir ceket giymiş adamın biri açmış.
Adam, homurdanarak: “Kimsin ve ne istiyorsun?” diye sormuş. Diğeri: “Ben fakir bir terziyim. Ormanda yolumu ararken karanlık çöktü ve dışarıda korkuyorum. Sabah olana kadar burada kalabilir miyim