21. Yüzyıl Türkiye-Rusya İlişkileri. Muhammet Koçak
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу 21. Yüzyıl Türkiye-Rusya İlişkileri - Muhammet Koçak страница 8
Siyasi sahada gerçekleşen ilerleme ticari ilişkilere de tesir etti. SSCB yönetimi Türkiye’nin ekonomisinin dizaynında rol oynayarak dolaylı yoldan siyasi olarak etkilemeyi amaçlarken Türk yetkililer ise hızlı kalkınma için Sovyet ekonomik modelini öğrenmeyi amaçlıyordu.33 O yıllarda Sovyetler Birliği, “Sovyet Doğu Politikası” çerçevesinde İngiliz emperyalizmini zayıflatmak için Sovyet terminolojisinde burjuva milliyetçi olarak nitelendirilen Ankara hükûmetinin yanında yer almakta veya Çin Kuomindang gibi burjuva-milliyetçi devletleri desteklemekteydi. 1932’de Sovyetler Birliği, Türkiye’ye yirmi yıllığına 8 milyon dolar (2023’e kadarki enflasyon düşünüldüğünde yaklaşık 160 milyon dolar) kredi sağladı. Kredi, Türkiye’de Nazilli ile Kayseri’deki askerî teçhizat ve tekstil fabrikaları için kullanılacaktı.34 Bu iki fabrika Türkiye’nin müstakil bir devlet olarak ekonomik bağımsızlığını kazanmasında önemli rol oynayacaktı. Bu dönemde Türkiye, Sovyetler Birliği’nin tavsiye ettiği kalkınma planını gönüllü olarak benimseyen ilk yabancı devlet oldu.35 Türkiye bu yıllarda her ne kadar Batılı devletler ile ilişkilerini geliştirmek istese de uluslararası toplumun birçok konudaki uzlaşmaz tavrı ve Musul-Kerkük konusunda Milletler Cemiyeti’nin yanlı tutumu, Türkiye’yi SSCB ile dirsek temasında bulunmaya itmişti.
Ancak 1930’ların ortalarından itibaren Türkiye’nin devam eden Batılı uluslararası düzenin bir parçası olma arzusu ve iki devletin Avrupa’daki çalkantılı atmosfere verdiği tepkiler, 1920’lerde başlayan süreci akamete uğrattı. 1930’larda başlayan Akdeniz’e yönelik İtalya’nın Mare Nostrum (Bizim Deniz) söylemi çerçevesinde gelişen revizyonist tavrına cevap olarak Türkiye, bölgesel ittifaklara öncülük ederek ve tartışmalı bölgelerin statüsünü Türkiye lehine değiştirerek toprak bütünlüğünü korumayı amaçladı. Türkiye’nin bu stratejisine Sovyetler Birliği olumsuz tepki gösterdi. Örneğin, 1936’da Türkiye’nin Boğazların kontrolünü yeniden ele geçirdiği Montrö Konferansı sırasında Türkiye’nin, İngiltere ve Sovyetler arasındaki diplomatik manevraları Moskova’yı hayal kırıklığına uğrattı.36 Bu dönemde Türkiye, İtalyan revizyonizmi çerçevesinde komşularının dayanışmasını sürdürmek amacıyla iki bölgesel güvenlik düzeninin kurulmasına öncülük etti. Orta Doğu’da Sadabat Paktı (Türkiye, İran ve Irak ve Afganistan’dan oluşuyordu.) ve Balkanlar’da Balkan Paktı (Yunanistan, Türkiye, Yugoslavya’dan oluşuyordu.) ile Türkiye egemenliğini güvence altına almayı amaçladı. Bu adımlar, bu paktların oluşumunu Sovyet etkisini kontrol altına alma hamleleri olarak gören Moskova’yı daha da kızdırdı.37
İlişkilerdeki bu atmosfer İkinci Dünya Savaşı (1939-1945) yıllarında da devam etti. 1939’da henüz savaş başlamadan Türkiye, önce İngiltere ile bir savunma antlaşması, ardından Fransa ve Britanya ile Üçlü Antlaşma imzalarken Sovyetler Birliği, Nazi Almanyası ile Molotov‐Ribbentrop Paktı’nı imzaladı. İkinci Dünya Savaşı tüm Avrupa’ya yayıldıkça Türkiye ve SSCB arasındaki gerginlikler de artış gösterdi. Nazi Almanyası’nın Sovyetler Birliği’ni işgale başlamasından sonra dahi Türkiye’nin Almanya’ya savaş ilan etmemesi ve 1944 yılına dek Nazi Almanyası’yla ticari ilişkilerini sürdürmesi, Sovyetler Birliği’ni kızdırdı. Savaşın sona ermesinin ardından Sovyet liderliği Karadeniz’deki tüm Müslüman nüfusu ihanetle suçladı ve 1944’te toplu hâlde Sibirya ve Orta Asya’ya sürülmelerini emretti. Bu eylem, ikili ilişkileri doğrudan etkilemese de Sovyet düşmanlığını ve Türk halkının içerisindeki şüpheciliği arttırdı. Bunun yanı sıra Karadeniz’in kuzeyini Ruslaştırarak Karadeniz Bölgesi’ndeki güç dengesini değiştirecekti.
İki savaş arası dönemde, uluslararası sistemde devam eden istikrarsızlık; Türkiye, Sovyetler Birliği ve Batı’nın karşı tutumlu dış politika stratejileri oluşturmasını engelledi. Türkiye ve Sovyetler Birliği, her ikisi de Batı emperyalizmine karşı bir mücadeleden sonra doğmuş, Batı’nın uluslararası toplumundan izole kalan iki devlet olarak 1920’lerde birçok alanda iş birliğine imza atmışlardır. Fakat sonraki yıllarda, uluslararası ortamın değişmesine paralel olarak Türkiye, Batı ile olan bağlarını kuvvetlendirdi ve egemenliğini güvence altına almak için bölgesel paktlara öncülük etti. Bu sırada Sovyetler Birliği’nde Stalin’in yarattığı iklimin de etkisiyle içeride ve dışarıdaki siyasi aktörlere karşı duyulan güvensizliğin de etkisiyle SSCB yönetimi, Türkiye’nin izlediği dış politikayı tehdit olarak gördü. Bu durumun ilişkilerde yarattığı bozulma, İkinci Dünya Savaşı yıllarında doruğa çıktı. Soğuk Savaş yıllarının başında ikili ilişkiler, bu güvensizlik atmosferinde şekillenecekti.
Soğuk Savaş
Soğuk Savaş sırasında, iki savaş arasındaki yılların istikrarsızlığı, Müttefik Kuvvetlerin İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası’na karşı kesin zaferiyle sona erdi. Savaş sonrasında Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği iki süper güç olarak ortaya çıktı ve iki kutuplu bir uluslararası sistem doğdu. İkinci Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda, Türkiye’nin NATO üyesi olarak Sovyetler Birliği’ni çevrelemede oynadığı kilit role paralel şekilde küresel güç dengesinin Türkiye-Sovyetler Birliği ilişkileri üzerindeki etkisi de arttı. Bu durum Osmanlı Devleti’nin İngiltere ve Fransa açısından Rusya’ya karşı bir tür tampon görevi icra ettiği 19. yüzyıl, bölgesel dinamikleri ile benzeşiyordu.
Savaşın sonlanmasının ardından henüz 1945’te Sovyet Dışişleri Bakanı Molotov’un, Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Selim Sarper’e Boğazlarda Sovyet üsleri kurma ve SSCB-Türkiye sınırını SSCB lehine revize etme talebini iletmesiyle ikili ilişkilerde önemli bir dönüm noktası meydana geldi.38 Türkiye Cumhuriyeti siyasi elitleri tıpkı Osmanlı’nın 19. yüzyılda yaptığı gibi Rusya’ya karşı Batı’nın desteğini aradı. Türkiye’nin diplomatik girişimlerinin ardından ABD Kongresi, Rusya’nın Yakın Doğu üzerindeki kontrolünü önlemek için Türkiye ve Yunanistan’a mali ve askerî destek sağlama planını onayladı.39 Bu stratejiye göre Türkiye, Sovyetler Birliği ile Akdeniz ve Orta Doğu arasında tampon bölge rolü oynayacaktı.40 Soğuk Savaş’ın başladığı yıllarda Türkiye’nin jeopolitik konumu, Orta Doğu petrolü için bir kanal olarak ABD dış politikası adına çok önemliydi.41 Bu durum Osmanlı Devleti’nin Britanya’nın ticaret yollarındaki öneminin dönemin bölgesel dinamiklerinde oynadığı rol ile ciddi oranda benzerlik taşıyordu.
Dönemin ABD Başkanı Harry Truman zamanında uygulamaya konan ve adına sonradan Truman Doktrini42 denilen ABD’nin bölgeye yönelik geliştirdiği strateji, takip eden yıllarda Türkiye’nin iç ve dış politikasında önemli kırılmalar yarattı. 1952’de Türkiye, Kore Savaşı’na asker gönderdikten sonra NATO’ya katıldı.
33
David Gyurgenovich Bdoyan, “Transformatsiya Rossiysko-Turetskikh Otnosheniy v Usloviyakh Bor’by Za Regional’noye Liderstvo (2002–2017)” (Yayımlanmamış Doktora Tezi, MGIMO, 2017), 40.
34
Onur İşçi ve Samuel Hirst, “Smokestacks and Pipelines: Russian-Turkish Relations and the Persistence of Economic Development,”
35
Ali Balcı,
36
Onur İşçi,
37
A. F. Miller,
38
Albert Resis,
39
Harry S. Truman,
40
Melvyn P. Leffler,
41
Irene Gendzier,
42
Harry S. Truman, “President Harry S. Truman’s Address before a Joint Session of Congress, 12 Mart, 1947”,