Selçuklu Anadolusu’nda Devlet-Toplum-Ekonomi / Makaleler. Mikâil Bayram

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Selçuklu Anadolusu’nda Devlet-Toplum-Ekonomi / Makaleler - Mikâil Bayram страница 26

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Selçuklu Anadolusu’nda Devlet-Toplum-Ekonomi / Makaleler - Mikâil Bayram

Скачать книгу

gidildiği gösterilmeye çalışılacaktır. Anadolu’daki sosyal, kültürel ve siyasi şartların bu yapılanmada ne gibi değişik uygulamalara yol açtığı belirtilecek ve bunun fikrî ve felsefi temelleri açıklanacaktır. Anadolu’da ortaya çıkan bu devlet anlayışı ve yapılanmanın Osmanlı Devleti’ne de temel teşkil ettiği bu vesile ile gösterilecektir.

Anadolu’da Siyasi Birliğin Tesisi

      Genel olarak Türklerin Anadolu’yu fethi Malazgirt Zaferi (M 1071) ile başlatılır. Rahmetli Fuat Köprülü’nün de işaret ettiği üzere Malazgirt Zaferi’ni takip eden ilk yüz senede Türkler Küçük Asya’yı askerî bakımdan fethetmekle meşgul idi. Bu dönemde Anadolu’da siyasi bir belirsizlik hüküm sürmüştür. Bir yandan Selçuklu Devleti ile Anadolu’da kurulan diğer Türk beylikleri arasındaki mücadeleler, bir yandan da Anadolu topraklarını çiğneyip geçen Haçlı dalgaları bu topraklarda siyasi istikrarın sağlanmasını hem zorlaştırmış hem geciktirmiştir. Selçuklular zamanında Anadolu’da siyasi birlik ve istikrar ancak II. Kılıçarslan’ın saltanatının son yıllarında sağlanmıştır. Bu istikrarın sağlanmasıyla birlikte Anadolu’da yoğun biçimde ilmî, fikrî, kültürel ve ticari faaliyetler başlamıştır. Gene bu istikrarla birlikte Anadolu’da sosyal kültürel ve sınai nitelikli halk örgütlenmeleri görülmektedir.

      Anadolu’ya Oğuzlarla birlikte İranlılar da gelmişlerdi. İranlılar daha çok tacir, ilim adamı, meşayih ve müritler olarak Anadolu’ya gelmişler ve çoğunlukla şehirler de yerleşmeyi tercih etmişlerdir. Türkmen halklar ise daha çok göçebe topluluklar hâlinde idiler. Fethedilen topraklara göçüyor ve kırsal bölgelere yerleşmeyi tercih ediyorlardı. Böylece Anadolu pek çok farklı kültürlerin birbiriyle tanıştığı ve etkilendiği bir muhit olmuştu. Yerli, Hristiyan, Rum ve Ermeni halk kahir ekseriyeti Müslüman olan milletlerle yüz yüze gelmiş ve iç içe yaşamak durumunda olmuşlardır. Şüphesiz Anadolu’da farklı dinlere ve ırklara mensup insanlar, zümreler bulunuyordu. Fakat ekseriyet itibarıyla İslam-Hristiyan kültürünün etkileşmesi ön plandaydı. Bu iki dine mensup insanların karşılıklı kültürel etkileşmeleri daima İslamiyet lehine bir gelişme göstererek Anadolu’nun Müslümanlaşması gerçekleşmiştir. Tabii kültürel faaliyetler içinde Türklerin ön planda bulunmaları, Türk nüfusunun göçlerle sürekli artış göstermesi, siyasi otoritenin Müslüman Türklerde olması Anadolu’nun İslamlaşması yanında Türkleşmesi sonucunu da doğurmuştur.

      II. Kılıçarslan uzun mücadelelerden sonra Dânişmend Oğulları Devleti’ni ortadan kaldırarak Anadolu’da siyasi birliği sağladığı hâlde ülkesini 11 oğlu arasında paylaştırarak bu siyasi birliği kendi eliyle dağıtmıştır. O, her oğlunu bir yöreye melik statüsü ile tayin etmişti. Kendisini de sultan olarak merkeze alıp bu meliklerin üstünde siyasi otorite kurmayı düşünmüştür. Ancak kendisinden sonra ülkesinin birliğinin devamını sağlayacak düzenlemeyi belirleyememiş ya da düşündüğünü uygulamaya koyamamıştır. Bu yüzden o daha hayatta iken her biri bir yörede melik olan oğulları Selçuklu tahtını ele geçirmek ve sultan olmak için birbirleriyle mücadeleye tutuştular. II. Kılıçarslan’ın ölümünden sonra da devam eden bu mücadelede Malatya’daki kültürel fikrî çevrede yetişen ve eğitim gören I. Gıyâseddin Keyhüsrev ile Tokat ve Amasya çevresindeki kültürel ve fikrî ortamda yetişen ve Tokat meliki olan Rükneddin Süleyman Şah’ın ön plana çıktıkları görülür. Bunun sebebi şudur:

      Selçuklular zamanında Tokat ve Malatya çevresinde birbirinden farklı, birbiriyle zıtlaşan ve rekabet hâlinde bulunan iki ayrı fikrî ve kültürel çevre teşekkül etmiştir. Tokat, Amasya, Niksar çevresinde Dânişmend Oğulları’ndan tevarüs eden Türk millî kültürüne dayalı bir kültürel çevre, Alplik ve Gazilik ülküsünden kaynaklanan siyasi bir yapılanma meydana gelmiştir. Buna karşılık Malatya ve yakın çevresinde ise İran millî kültürüne dayalı bir kültürel yapılanma teşekkül etmiştir. O dönemde birbiriyle siyasi rekabet hâlinde bulunan bu iki farklı kültürel çevrede farklı siyasi güç odakları oluşmuştur. Bu iki farklı siyasi zihniyet arasındaki rekabet ve zıtlaşma Türkiye Selçukluları tarihi boyunca devam etmiş, pek çok sosyal ve siyasi olayların meydana gelmesinin ve hatta devletin yıkılışının en önemli sebebi olmuştur.

      Tokat ve Malatya, Dânişmend Oğulları zamanında bu kültürel özellikleriyle iki önemli ilim ve fikir merkezi hâline gelmiştir. Bu durum bu iki beldenin Selçuklular zamanında da şehzadelerin tahsil ve eğitim merkezi olarak belirlenmesine sebep olmuştur. Böyle olunca da bu iki kültürel çevre zaman zaman kendi beldelerinin şehzadelerini iktidara getirme gayreti içinde olmuşlar ve bu yönde faaliyetlerde bulunmuşlardır. Bu da şehzadeler arasında sık sık taht mücadelelerinin baş göstermesine ve sultanlara suikast düzenleme olaylarının yaşanmasına sebep olmuştur.

      Bu devirde devlet hizmetinde bulunan beyler ve emirler de ya bu iki zihniyetten birine mensup olmak ya da birini tercih etmek durumunda kalmışlardır. Genel olarak Malatya çevresindeki zihniyetin iktidarlar üzerindeki ilmî, kültürel ve siyasi ağırlığının daha müessir ve yönlendirici olduğu görülmektedir. Bu iki siyasi zihniyet mensubu yöneticiler ve fikir adamları bugünkü siyasi partilere benzer bir faaliyet içinde bulunmuşlardır. O dönemde Anadolu’da bulunan dinî ve sosyal nitelikli kuruluşlar (tarikatlar ile sınai ve sosyal kuruluşlar) da bu siyasi zihniyetlerden birine destek olmuşlar ve destekledikleri zihniyetin halk içindeki siyasi tabanının oluşması yönünde faaliyet göstermişlerdir. Bu konuyu ayrı bir makalede örnekler göstererek geniş olarak ele alıp yayımlamış olduğumuzdan burada kısa kesiyor ve esas konuya dönüyoruz.

      II. Kılıçarslan’ın ölümünden sonra yukarıda sözünü ettiğimiz iki şehzade arasındaki taht mücadelesi, Harput ve Malatya’da eğitim gören I. G. Keyhüsrev ile Tokat ve çevresindeki Türkmen muhitin meliki olan Rükneddin Süleyman Şah arasında baş göstermesi işte bu iki kültürel çevrede odaklaşan iki farklı siyasi iradenin ön plana çıkmasından kaynaklanmıştır.

      Anadolu Selçuklu Sultanı I. G. Keyhüsrev 1192 yılında babası II. Kılıçarslan’ın desteği ile tahta geçmişti. Fakat bir müddet sonra Tokat meliki olan kardeşi Süleyman Şah kendisine karşı ayaklanmış ve onu Konya’da muhasara altına almıştı. Sonuçta I. G. Keyhüsrev, 1196’da Konya’yı ve Anadolu’yu terk etmeye mecbur kalmıştır. Keyhüsrev şehzadeliği döneminde bir süre Uluborlu melikliğinde bulunmuştur. Burada bir çevresi ve destekçileri vardı. Bu yüzden Süleyman Şah onu Anadolu’yu terke mecbur ederken Batı’ya yani dayılarının bulunduğu Bizans’a ya da Uluborlu yönüne gitmesine müsaade etmemiş olmalıdır. Tahtını kaybeden Keyhüsrev önce Halep’e Salâhaddin Eyyûbi’nin oğlu el-Melikü’z-Zâhir’in yanına gitmiştir. Oradan Diyarbakır, Ahlat ve Harput’a gitmiş, Güney ve Doğu Anadolu’daki devletlerden umduğu destek ve yardımı bulamayınca Trabzon’a gelmiştir. Trabzon Komnenler Hanedanı’nın yardımı ile deniz yoluyla İstanbul’a giderek dayılarına sığınmıştır. Sekiz yıl sürgün hayatı yaşayan G. Keyhüsrev burada iken Türkiye Selçukluları Devleti’nin Bizans’a sınır olan uç bölgelerdeki hudut muhafızları konumundaki Türkmen beylerle irtibat kurmuş ve onlardan kaybettiği tahtını tekrar ele geçirmek hususunda destek sözü almıştır. Bu Türkmen beyler uygun bir zamanda onu Anadolu’ya davet etmişlerdir.

      Kayınpederi olan Komnenler sülalesinden Manuel Mavrozomes’i de yanına alan G. Keyhüsrev onun çok büyük destek ve yardımlarına nail olarak İzmit, Kütahya üzerinden Uluborlu’ya gelmiştir. Onun bu güzergâhı takip ederek Anadolu’ya intikali tamamen Manuel Mavrozomes’in yardım ve çabalarıyla gerçekleşmiştir. Uç Türkmenlerinden ve Mavrozomes’in Bizanslı askerlerinden müteşekkil bir ordu ile Uluborlu’dan Konya üzerine yürümüştür.

Скачать книгу