Selçuklu Anadolusu’nda Devlet-Toplum-Ekonomi / Makaleler. Mikâil Bayram
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Selçuklu Anadolusu’nda Devlet-Toplum-Ekonomi / Makaleler - Mikâil Bayram страница 5
Diğer Anadolu şehirlerinden farklı olarak Konya’da İran unsurunun sosyal ve kültürel bir ağırlığı bulunduğu fark edilmektedir. Mevlana’nın Fîhi Mâ fîh’inden çarşı ve pazar dilinin Farsça olduğu anlaşılmaktadır. 90 senelik ömrü Anadolu’da geçen Mevlana’nın oğlu Sultan Veled Rebabnâme’nin mukaddimesinde: “Ben Türkçe bilmiyorum. Bu eserde derlediğim Türkçe sözler sünuhat kabilinden gönlüme doğmuştur.” demektedir.16 Intihâname’sinde de “Türkçe ve Rumca söylemeyi bırak çünkü bu dilleri bilmiyorsun.” diyor.17 Sultan Veled’in bu itirafı İran dili ve kültürünün Konya’da iyice yerleşmiş olduğunu göstermektedir. XIV. asrın başından itibaren Konya’nın Karamanoğulları’nın yönetimine girmesinden sonra şehrin etnik durumu Türkler lehine gelişme göstermiştir.
Konya, Selçuklular zamanında ticari faaliyetlerin çok yoğun olduğu bir merkez durumunda idi. Karaman, Aksaray, Akşehir ve Beyşehir istikametlerinden gelen yollar da Konya’da birleşiyorlardı. Bu durum, şehre ticari bir canlılık vermekte idi. Bu yollar üzerinden 30 km ara ile sıralanan kervansaraylar ticari faaliyetlerin emniyet içinde yürütülmesini sağlamaktaydı. Selçuklu Devleti, ticari faaliyetlerin düzenli bir biçimde, aksamadan yürütülmesine ve gelişmesine büyük önem vermekteydi. Şehir içinde de çok sayıda han ve bedesten bulunmaktaydı. Bu hanlardan birçokları yakın zamana kadar faallerdi. Anadolu dışına mal ihraç, ithal etmek; ithalat ve ihracatı güven altına almak maksadıyla ülkenin her yanında kervansaraylar yapıldığı gibi Akdeniz ve Karadeniz sahillerinde muhkem kaleler ve tersaneler inşa edilmiştir. Konya’da gayrimüslimler, şehirde Türk unsurunun yanında İranlılar, Hintliler ve Araplar, gayrimüslimler de vardı. Doğu illerinden gelip yerleşmeler neticesinde Konya’da büyük bir nüfus artışı olmuş ve şehir süratle büyümüştür. Bunun sonucunda yerli Rum halk, iyice azınlık durumuna düşmüş bulunuyordu. Aileler içinde Rum, Ermeni Gürcü asıllı köleler bulunuyordu. İlim meclislerinde ve ders halkalarında İslami ilimlere dair eserleri mütalaa edenler arasında gayrimüslim olan şahısların adlarına da rastlanmaktadır. Mesela 641 (1243) yılı Safer ayında Sadreddin-i Konevî’nin ders halkasında Gulbek b. Abdullah ve Özbek b. Abdullah adlarında iki gayrimüslim şahsın (biri Ermeni diğeri Türk asıllı) bulunduğunu görüyoruz.18 Keza Sultan II. İzzeddin Keykâvus’un veziri olan Kadı İzzeddin’in Vakfıyesi’ne imza koyanlar arasında Thomas adlı bir Rum bulunmaktadır. Bu Rum’un sultana yakın olduğu da belirtilmektedir.19 Vâkıâ Ahi Evren de Letaif-i Hikmet adlı eserinde bu sultana Anadolu’daki Rumlara yakınlık göstermesini ve onlara ekonomik yardımda bulunmasını öğütlemektedir.
Mevlana bir gün dostu Salahuddin-i Zerkub’un yanına gitti. Zerkub kendisine bağ tanzim ediyordu. Usta ve ameleler çalışıyorlardı. Mevlana, Zerkub’a sordu: “Bu çalışanlar kimlerdir?” Zerkub da bu amelelerin Türk olduklarını söyledi. Bunun üzerine Mevlana ona: “Ey efendi! Bağ imar etmek için Rum ameleler, yıkmak için Türk ameleler çalıştırman gerekir. Çünkü Allah Türkleri dünyayı harap etmek, Rumları imar etmek için yaratmıştır.” der. Eflâkî de Mevlana’nın bu görüşüne ilave olarak ve teyit ederek: “Günümüzde de öyle değil mi? Güzelim Konya’yı harap ettiler.”20 diyor. Bu haber Rumların toplumda saygın tutulduklarını göstermektedir.
Genel olarak Anadolu şehirlerinde Rum, Ermeni gibi gayrimüslim halklara ait mahalleler bulunuyordu. XIII. asırda Konya’da dış surlar dâhilinde gayrimüslimlere ait bir mahallenin mevcut olmadığı, bugün ayakta duran Selçuklular devrinden kalan yapıların dağılımından anlaşılmaktadır. Selçuklular zamanında düzenlenen birçok vakfiyelerin şahitleri arasında gayrimüslim kişilerin adlarına sık sık rastlandığına göre bu gayrimüslimler İslami eğitim de görüyorlardı. Ancak surlar dışında belli bir yerde ikamet etmekte oldukları muhakkaktır. Zira Cumhuriyet Dönemi’ne kadar Konya’da Rum ve Ermeni azınlıklar varlıklarını devam ettirmişlerdir. Gayrimüslimlerin en yoğun olarak yaşadıkları yer ise Sille idi.
Türkiye Selçukluları zamanında Konya’nın ve yakın çevresindeki bağ ve bahçelerin su ihtiyacını karşılayan su şebekelerini açıklamaya geçmeden önce şehir olarak Konya’nın Selçuklular zamanındaki genel durumunu kısaca tasvir etmek yerinde olacaktır. Orta Çağ İslam dünyasında şehirlerin kuruluş ve dizayn biçimi üç aşağı beş yukarı birbirlerine benzer. Konya da bir Orta Çağ şehri olarak dizayn edilmiştir. Bu yönü ile diğer Anadolu şehirlerine örnek olmuştur.
Türkiye Selçukluları Devleti’nin başşehri olarak Konya XIII. yüzyılda 50 bin nüfuslu büyük bir şehir idi. Bu nüfus, o günün şartlarında oldukça yüksek sayılır ve kalabalık bir şehir olduğu anlamına gelmektedir. Konya’yı bir Selçuklu şehri olarak yeniden kuran ve değişmez bir başşehir olmasını sağlayan I. Alâeddin Keykubad olmuştur. Keykubad’dan önceki dönemlerde Konya defalarca Haçlı kuvvetlerinin işgallerine uğradığı gibi iç savaşlar sırasında defalarca muhasara altına alınmış ve şehir bu saldırılara karşı savunulamamıştır. Çünkü şehrin sağlam savunma sistemi yoktu. Şehir daha çok Gevale Kalesi’ndeki askerî birlikler tarafından savunuluyordu. Şehir muhafız birlikleri burada bulunuyordu. Bugünkü Alâeddin Tepesi’nin etrafını çevreleyen Romalılardan kalan surlar çok yetersiz idi. Sultan Mesud bu surları tahkim etmiş ve bugünkü Alâeddin Cami’yi inşa etmişti. Caminin yerinde bir kilise olduğu tahmin edilmektedir. Sultan Alâeddin Keykubad 1219 yılında iktidara gelince şehrin saldırılara karşı güvenliğini sağlamak için bütün emirlerini görevlendirerek Alâeddin Tepesi etrafındaki surları yeniden inşa ettiği gibi bir de şehrin oturduğu alanı çepeçevre kucaklayan dış surlar inşa ettirdi. 140 emir iki sene gibi kısa bir zamanda bu işi tamamladılar.21 Bu dış surları da çevreleyen derin bir hendek yapılmıştı. Meram Deresi’nin suyu, Sille Çayı ve sel suları bu hendeğe bağlanarak üçüncü bir savunma hattı oluşturulmuştu. Dış surların 12 kapısı vardı. Bu kapılardan şehri dış dünyaya bağlayan içi su dolu hendek üzerine köprüler inşa edilmişti.
XIII. yüzyıl boyunca Konya’da hızlı bir nüfus artışı olmuştur. Buna bağlı olarak yapılaşma da artmıştır. Artan nüfus surların içine sığmayınca sur ve hendeğin dışında mahalleler oluşmuş, bağ evleri yapılmıştır. Bu devrin şairi Ünsî Şehnâme’sinde o günkü Konya’da 360 zaviye, 70 hanikâh, 7 büyük cami (cuma namazı kılınan camiler) ve 300 mescidin yıldız gibi şehre dağıldığını yazmaktadır.22 Bu dinî yapılar üzerinden hesap yapıldığı zaman Konya’nın 50 bin nüfuslu bir şehir olduğu ortaya çıkmaktadır.
Bu büyüklükteki şehrin su ihtiyacını karşılamak için yöneticilerin büyük uğraş verdikleri ve bu yönden şehri tahkim ettikleri sağlam su şebekeleri inşa ettikleri anlaşılmaktadır. Evvela şehrin
14
O. Nuri Ergin, “Sadreddin Konevi ve Eserleri” ,
15
Firdevsî-i Rumî,
16
F. Köprülü,
17
Age., Neşr. C. Hümaî, Tahran, 1315, s. 7.
18
Yusufağa Ktp. Nr. 4692, yp. 130b.
19
Mikâil Bayram, “Selçuklu Veziri Kadı İzzeddin Tarafından Düzenlenen bir Vakıfnâme”,
20
21
Anonim,
22
Age. Neşr. Mesut Koman, Konya, 1942.