Mutfak Çıkmazı. Yücel Tahsin
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Mutfak Çıkmazı - Yücel Tahsin страница 5
Murat da güldü. Ama Divitoğlu sanki taş kesilmişti. Tüm varlığıyla adamı dinliyordu şimdi. Gözlerini üzerinden ayıramıyordu bir türlü, deli deli bakıp duruyordu. Adam da anladı işi, anlayınca da irkildi, duraladı. Yüzündeki gülümseme ufalıp inceliverdi birdenbire. Ama çabuk toparlandı, gene yaydı suratına gülümsemeyi. Hiçbir şey olmamış gibi Murat’a döndü.
“Allah seni inandırsın, yemek yapmak hiç de öyle zor değil,” dedi. “Hele benim yemeklerim… Yüz gram pastırma alırsın, iki-üç yumurta kırarsın üstüne, olur bir yemek… Yarım kilo et haşlarsın, biraz patates eklersin, biraz da havuç, olur bal gibi bir yemek. İki gün yersin, parmaklarını da yersin,” dedi.
Daha da sürdürecekti. Ama İlyas birdenbire ayağını yere vurdu. “Sus!” diye haykırdı. “Sus artık, yeter!”
Adam gene İlyas’a döndü. Yüzündeki gülümseme bir ufaldı, bir yayıldı. Yüzündeki gülümseme bir tuhaftı.
“Pilavı var sonra bunun,” dedi. Gözleri İlyas’taydı şimdi. “Pilavı var, makarnası var. Hem doyurur, hem ucuza…”
Sözünü tamamlayamadı. Çünkü İlyas’ın elleri yakasındaydı. İlyas var gücüyle sarsıyordu adamın yakasını. Gözleri kocaman kocamandı.
“Sus dedik sana!” diye bağırdı, çok kızgındı.
Adam işi pişkinliğe vurmak istedi. Yüzündeki gülümseme yanıp yanıp sönüyordu, tümden silinmemesi için adam büyük çabalar harcıyordu. Korkunç bir gülümsemeydi. Omuz silkti.
“Ucuza mal olur,” diye ekledi. Sonra Murat’a göz kırptı. Şimdi terlemeye de başlamıştı. İri iri damlalar vardı alnında. Gene konuştu. “Ama bulaşık yıkamak sıkıcı,” dedi.
“Sus!” diye bağırdı İlyas. “Sus dedim sana!”
Ama adam şaşkınlıktan donakalmış Murat’a bakıyordu.
“Bulaşık yıkamak çok sıkıcı,” diye yineledi. Buram buram terliyordu. Yüzündeki gülümseme korkunçtu. Korkunç gülümsemede garip bir güç vardı. Yıkılmış, ezilmiş insanın gücü. İnsanı hayvana eşit kılan, ama ondan yüceliği alıp götürmeyen güç. Değerlerin ezildiği, çiğnendiği yerlerde, insana tek dayanak olan içgüdü. Avı avcısına saldırtan içgüdü, tükenmeyen güç. Tüm yokluklara, tüm düşkünlüklere karşın, zulümlere, baskılara, alçaklıklara karşın, insanları ayakta tutan, insanları ta bugüne kadar getiren güç. Beş duyunun, elin ayağın gücü..
Biraz bulanık da olsa bu gücü görüyordu İlyas. Adamın gülümsemesinde, terlerinde bu gücü görüyordu, sözlerinde bu gücü dinliyordu. Korkunçtu, ağırdı, dayanamıyordu. Susturmak istiyordu adamı, kovmak istiyordu. Ama adam susmakla kalmadı. Birden yakasını kurtardı İlyas’ın ellerinden. Sonra yüzüne bir tokat indirdi. Sonra hızla kapıya koştu. Çıkıp gitti.
Şimdi İlyas bir koltuğa yığılıp kalmıştı. Eliyle yanağını tutuyordu. Murat önüne dikilmişti.
“İlyas, bunu neden yaptın, delirdin mi?” dedi neden sonra. “Babamın arkadaşıydı, elinde büyüdüm herifin. Ne diye yapıştın yakasına? Neden öyle bağırdın? Sana ne yaptı ki?”
“Kötü gülüyordu,” diye söylendi İlyas. “Eşek gibi, öküz gibi gülüyordu, dayanamadım…”
Murat büsbütün şaşırdı.
“Ya delisin ya şairsin sen,” dedi. “Aklım almıyor bir türlü.”
İlyas birdenbire ayağa kalktı. Gözlerinde buz gibi bir parıltı vardı.
“Ben de yemek yapacağım, Murat,” dedi. “Bundan böyle ben de yemek yapacağım!”
Murat söyleyecek söz bulamadı. Bir şey anlayamıyordu. Ama şimdi İlyas gülümsüyordu. Farkında değildi, ama giden adam gibi gülümsüyordu.
“Yarından tezi yok,” dedi. Sesinde sevince benzer bir şeyler vardı. “Ben de yemek yapacağım artık, hemen yarın. Aylık elli lira daha eksildi. Zaten geçinemiyordum. Şimdi hiç geçinemem. Çaresi yok, yemeğimi kendim hazırlayacağım. Nasıl olsa evlenmek de geçti bizden,” diye söylendi. Sesinde kederden iz yoktu, çok güzel bir düşe dalmış gibiydi. “Çok güzel olacak,” dedi…
Ama Murat sözlerinin anlamına varamadı, şaşkındı, birer acı şaka sandı sözlerini:
“Ufacık şeyleri dert etme,” dedi. “Biri gider, beşi gelir, üzme kendini.”
“Hiçbir şeyi dert ettiğim yok,” dedi İlyas. “Doğrusunu söylüyorum: bundan böyle yemeklerimi kendim yapmazsam, geçinemem. Kararımı verdim artık. Yarından tezi yok… Arada sırada bize de buyur,” dedi, gene gülümsedi.
Gülmesi Murat’ın hoşuna gitti. Hemen sonra da parlak bir düşünce geldi aklına: “Hiç değilse bir-iki gün yemeklerle uğraşır da sıkıntısı dağılır,” dedi içinden. “Nasıl olsa çabuk bıkar, bırakır, varsın bir denesin.” Gözlerini dostuna dikti: çok yakışıklıydı, inceydi, uzundu, tertemiz bir yüzü vardı, yalnız çok zayıftı. “Belki doğru dürüst beslenemiyor, doğru dürüst yemek yiyemiyor da ondan böyle zayıf. Eskiden böyle değildi,” diye düşündü.
“Belki de haklısın,” dedi, içini çekti. “Çok zayıfsın. Akşam yemeklerini evde yap, bol bol ye de biraz şişmanla bari. Emel’i de hiç dert etme, unut gitsin. Ben çok daha güzel kızlarla tanıştırırım seni. Dünyada kız mı yok?” dedi, sesi titrekti, duygulanıvermişti birden. Yaklaştı, yıllardır görmemiş gibi, uzun uzun yüzüne baktı dostunun. Sonra kaşları çatıldı, öksürdü. “Sana bir şey söylesem kızar mısın?” diye sordu. “Bilirim senin huyunu, böyle şeyleri sevmezsin, ama ben gene de söyleyeceğim: kap kacak almak için masrafa girmeni istemiyorum. Bizde çok var, gir mutfağa, seç,” dedi, dedi ya korkar gibiydi.
Ama İlyas kızmadı. Kalktı. “Teşekkür ederim,” dedi. Dostunun küçük duyarlığının yoğunluğunu sezemedi. “Peki, hadi seçelim,” dedi. Eski Divitoğlu değildi sanki. Murat’ın ardından mutfağa girdi. Bir ufak tencere, birkaç eski tabak, iki çatal, iki kaşık, bir bıçak aldı. Kâğıtlara sarıp bağladılar. Yüklenip evine geldi.
Tencereyi, tabakları, kaşıkları küçük, tozlu mutfağına yerleştirdi. Soğuktu, çok üşüyordu. Yorgundu da üstelik, hemen yatması gerekirdi. Gene de ayrılamıyordu mutfaktan. Gözlerini ayırmadan tencereye, tabaklara bakıyordu. Çok güzel bir resme bakar gibi. Tencere tencere değildi sanki, tabaklar tabak değildi, ölümsüz ellerden çıkmış ölüm kalım resimleriydi. Belirsiz bir hazla, bulanık bir öç duygusuyla bakıyordu. Bir yabancı, bir sonsuz hüzün, bir tuhaf dinginlik veriyorlardı. Usul usul yüreğine çöküyorlardı. Ama Divitoğlu sanki büyülenmişti, bakmaya doyamıyordu.
Ertesi gün de ilk işi onlara bakmak oldu.
II
Soğuktan dişleri birbirine vuruncaya kadar baktı. Ama bu