ORMAN EVINDEKI SIRLAR SAKLI HAZINE. AYDIN ALMILA

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу ORMAN EVINDEKI SIRLAR SAKLI HAZINE - AYDIN ALMILA страница 3

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
ORMAN EVINDEKI SIRLAR SAKLI HAZINE - AYDIN ALMILA

Скачать книгу

daha uygundu. Hem tavan arasının altını üstüne getirmek için önümde upuzun bir ay vardı.

      “Ben sofrayı kurmuştum zaten.” diyen Batı’nın sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım. Dağılmış bir bisikleti kolaylıkla onaran ve bununla hiç övünmeyen Batı, sofrayı kurduğu için kutlama bekler gibiydi.

      Bunun üzerine, “Ben de yemeği hazırlarım.” diye atıldım. Yemek hazırlamaktaki deneyimim tabağa bisküvi koymak ve sandviç yapmakla sınırlıydı. Ancak bunu belli etmemeye kararlıydım. Nasıl yapacağıma dair hiç fikrim olmasa da, mutfağa girip krallara lâyık bir ziyafet hazırlayacaktım!

      Tam kara kara düşünerek mutfağa yönelmiştim ki, Çörek Hanım’ın kahkahası duyuldu. “İlahi çocuk! Onca yoldan geldin, bir de yemek mi hazırlamayı düşünüyorsun. Yemekler çoktan hazır! Hem de bir orduyu doyuracak kadar… Masaya taşımanız yeterli.”

      Kadıncağızın sözleri üzerine gülümsedim. İçim rahatlamıştı.

      Masayı donattıktan sonra Çörek Hanım’a yardımcı olup hep birlikte sofraya oturduk. Yemek boyunca, görüşmeyeli neler yaptığımızı anlattık birbirimize. Bu arada çatlayana kadar yemek yemeği de ihmal etmedik. Pufi bile öylesine doymuştu ki, daha Batı’yla ben sofrayı toplamadan sundurmanın serin bir köşesine çekildi. Oysa hep tabaklar ortadan kalkana kadar yalanmaya devam ederdi.

      Bulaşıkları da yıkadıktan sonra, salona Çörek Hanım’ın yanına gidip koltuklardan birine yerleştim. Kadıncağız bana dönüp, “Eee… Ne yapıyorsun sen burada?” dedi.

      Ne demek istediğini anlamamıştım. Kaşlarımı kaldırıp sorarcasına bakınca, gülümsedi. “Buraya tüm vaktini evde geçirmeye gelmedin herhalde!” Ardından bahçede bisikletiyle dolanan Batı’yı işaret etti. “Sen de çık dışarı, bu güzel havanın tadını çıkart! Kış boyu kirli şehir havasıyla dolan ciğerlerin temizlensin!”

      “Peki ya siz…” diyerek karşı çıkacak olduysam da, Çörek Hanım beni dinlemedi bile. Bir eliyle dışarı çıkmamı işaret ederken, diğeriyle gözlüğünü düzeltti ve sehpanın üstündeki gezi kitaplarından birine uzandı. “Uzun zamandır ihmal ettiğim bir şehirle özlem gidereceğim.” diye mırıldandı.

      Omuzlarımı silkip yerimden fırladım. “Geç kalmayız!” diyerek kendimi dışarı attım. Bir yandan da tavan arası ziyaretinin akşam yemeğinden sonraya kaldığını aklımdan geçirdim.

      Beni gören Batı, bisikletinin ön tekerleğini havaya kaldırarak yanıma geldi. Bu becerisiyle gurur duyuyordu anlaşılan. Çünkü, “İstersen nasıl yapılacağını sana da öğretirim.” dedi.

      Sesimi çıkarmadım. Bisikletim iki tekerleğin üstünde bile zor gidiyordu. Akrobatik hareketler yapmaya kalkarsam dağılması işten bile değildi. Onun yerine Batı’yı mutlu edeceğini düşünerek, “Yeni pedalları deneme turuna çıkmaya ne dersin?” diye sordum. Batı’nın ağzı kulaklarındaydı. Yanılmamıştım, bisikletimi yenilediği için onu takdir ettiğimi duyunca sevinmişti.

      Çok yemekten koşturacak hâli olmayan Pufi’yi bisikletimin sepetine yerleştirdim. Yol alırken, başını yukarı kaldırıp esen hafif rüzgârın tadını çıkartmaya koyuldu.

      Bu kez ormanın daha önce hiç gitmediğim tarafına doğru yöneldik. Bir süre sonra Batı’ya, “Burada ağaçlar daha mı sık?” diye sordum.

      Batı, “Sanmam.” diye cevapladı. “Aynı orman!”

      Kendimi tutamayıp kıkırdadım. Aynı orman olduğunu ben de biliyordum. Ancak daracık toprak yolda ikimiz yan yana bile zor ilerliyorduk ve etrafta hiç ev yoktu. Belli ki ormanın bu kısmına henüz kimse el atmamıştı. Her yer ağaçlara aitti!

      Ben de Pufi gibi yüzümü yalayan hafif rüzgârın tadını çıkarmaya koyuldum. Rüzgâr beraberinde mis gibi çiçek kokularını da getiriyordu. Kendimi nasıl da iyi hissediyordum. Kuşlar da benimle aynı fikirde olmalıydılar ki, susmamacasına cıvıldıyorlardı. Onların cıvıltısına ara sıra duyulan zincir gıcırtısı karışıyordu. Batı, “Eve döner dönmez bisikletimin zincirini yağlasam iyi olacak!” dedi.

      Gülümsedim. “Benim bisikletimle uğraşmaktan kendininkiyle ilgilenemedin, değil mi?”

      Batı, “Aslında onun için değil…” diye ağzında gevelerken birden durdu. “Şuraya bak!” diye bağırdı.

      İşaret ettiği yere bakınca ister istemez hafif bir sevinç çığlığı attım. Önümüzdeki ağaçlardan birinin dışarı taşmış köklerinin üstünde minik bir sincap koşturuyordu. Bizi fark edince durup baktı. Aslında baktığı Batı’yla ben değildik, Pufi’ydi.

      İşte tam o sırada olanlar oldu: Pufi ondan beklenmeyecek bir hızla sepetten aşağı atladı. Bunu gören sincap kuyruğunu savurarak kaçtı. Pufi delirmiş gibi havlayarak sincabın peşine düştü ve ortadan kayboldu.

      Gözlerime inanamıyordum. Batı’yla bakıştık ve hemen bisikletleri orada öylece bırakıp Pufi’nin ardından koşmaya başladık. Bir yandan var gücümle, “Pufiii!” diye sesleniyordum. “Neredesin?”

      Bir süre sonra Batı’yla nefes nefese kalmıştık. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Bu kocaman ormanda nasıl bulacaktık şimdi Pufi’yi? Ağlamaklı bir suratla Batı’ya döndüm. O da en az benim kadar çaresiz görünüyordu.

      O sırada arkamızdan gelen bir sesle irkildik. “Bunu mu arıyorsunuz?”

      Arkamı dönmemle çığlığı basmam bir oldu. “Pufi!” Minik köpeğim tanımadığım bir kızın kucağındaydı ve toz toprak içindeydi.

      Beni gören Pufi, havlayarak kızın kucağından atladı ve yanıma koştu. Hemen eğilip artık neredeyse soluk kahverengiye dönüşmüş tüylerini okşadım. Bir yandan işaret parmağımı havada sallayarak onu azarlamayı da ihmal etmedim. “Şapşallık konusunda uzman olduğunu gösterdin!.. Aferin sana!.. Beni ne çok korkuttuğunu biliyor musun? Seni bir daha bulamayacağımı sandım.”

      Hâline bakılırsa Pufi de en az benim kadar korkmuştu. İniltiye benzer bir ses çıkardı. Onu kucaklayıp ayağa kalktım.

      Karşımda duran ve Pufi gibi toza toprağa bulanmış kıza minnetle baktım. Ufak tefekti. Giyim zevki Batı’yı aratmıyordu! Üstünde paçaları diz kapaklarının altına gelen soluk mavi renkte bir pantolon ve rengi kaçmış sarı bir tişört vardı. Omuzlarına inen saçları darmadağındı ve tişörtünün aksine parlak bir sarıydı. Kocaman kahverengi gözlerini üzerime dikmişti.

      Gülümseyerek, “Pufi’yi bulduğun için sana ne kadar teşekkür etsem az.” dedim.

      Omuzlarını silkti. “Bir şey değil! Ancak dikkatli ol, yine kaçabilir. Bu kez benimle karşılaştı, ama her zaman böyle şanslı olmayabilir. Sonra cici köpeğine elveda demek zorunda kalabilirsin!”

      Kızın sözleri üzerine bakakaldım. Nasıl konuşuyordu böyle! Tam Pufi’yi buldu diye ukalalık etmeye hakkı olmadığını söyleyecektim

Скачать книгу