Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi ve Nedret. Güzide Sabri

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi ve Nedret - Güzide Sabri страница 17

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi ve Nedret - Güzide Sabri

Скачать книгу

giydim. Boynuma ince gerdanlığı taktım. Aşağı indim. Arabayı hazırlamalarını söyledim. Mediha Hanım’la beraber köyleri gezecektik. Salona geldiğim zaman hepsi tuvaletimi beğendiler.

      “Bugün ruhumda garip bir neşe duyuyorum. Bu da sizin huzurunuzdan,” dedim.

      Mediha Hanım’la hazırlandık. Araba hazırdı. Zevcim gidemeyeceğini söyleyip çekildi gitti. Onun ne derece meyus olduğunu anlıyordum. Mediha Hanım’ın bir şeyden malumatı olmadığı için “Dayı beyime ne oldu?” diye sordu.

      “Arabada anlatırım,” dedim.

      Çocukları alarak üçümüz arabaya bindik. Araba, çiftliğin büyük bahçesinden çıkarak koruya varan yokuşun aşağısındaki düz vadiye doğru gitmeye başladı. Bazı yerde büyük ıhlamur ağaçlarının yeşil zirveleri dalgalanıyordu. Bazı ufak ufak korular husule getiren çamlar donuk, yeşil renkleriyle nazarlara sakin bir manzara arz ediyor, uzaktan bir köyün toprak sıvalı evleri, dumanlar içindeki bacaları görünüyordu. Daha ileride derenin daimi çağıltısı arasında değirmenin hazin gıcırtısı işitiliyordu. Karşımızdaki tepeden bir koyun sürüsünü önüne katmış olan çoban, hazin hazin kavalını çalıyordu.

      Mediha Hanım soruyordu:

      “Köylüleri sever misiniz hanım yenge?”

      “Pek ziyade, emin olunuz onlar pek munis insanlardır. Bu arazi dahilinde ne kadar köy varsa bütün kadınları, çocukları beni pek severler ve beni camlı çiftliğin hanımı diye anlatırlar.”

      Mediha Hanım “Ah! Ne tuhaf,” diye gülüyordu.

      “Hele birkaç ihtiyar nine vardır ki bunlar ekseriya beni görmeye gelirler, kendileriyle oturur konuşurum.”

      “A sahi mi söylüyorsunuz? Sıkılmaz mısınız?”

      “Niçin iki gözüm, onlar da bizim gibi insan değil mi?”

      “Tabii fakat bilmem, herkesin mizacına hizmet etmekten sıkılırım da!”

      “O halde ahlaklarımızda tezat var demek?”

      “Öyle olacak.”

      Araba şimdi ekin tarlaları arasında ekili bir yoldan ilerliyor, karşıda bir dağın karanlık eteğine sığınmış gibi görünen ufak bir köyceğize doğru ilerliyordu. Nejat dalgın ve sakin oturuyordu. Mediha şikâyet eder gibi bir seda ile “Bey! Niçin bir şey söylemiyorsun? Canım bey dayım ile size ne oldu bugün bilmem,” dedi.

      Nejat sapsarı kesildi.

      “Sizi dinliyordum,” diye cevap verdi.

      Gözlerimi kendisine çevirerek “Affınıza mağruren sizden bir istirhamım var. Zaten bunun için fırsat bekliyordum,” dedim.

      Mediha hayret ve merakla yüzüme baktı. Bu nazara cevaben dedim ki:

      “Beyefendinin beni muayene ettiklerinden tabii malumatınız yoktur zannederim. Kendileri muayene esnasında bende, neticesi ölüm olan bir kalp hastalığı buldular.”

      Nejat bağırarak “Ne söylüyorsunuz hanımefendi?” dedi. “Vücudunuza, sıhhatinize iftira etmekle cümlemizi üzüyorsunuz. Ben sizi temin ediyorum. Bir doktor olduğumu bildiğiniz halde aldanmayacağıma inanmaz mısınız?”

      Güldüm ve dedim ki:

      “Teminatın katiyen ehemmiyeti yoktur. Buna emin olunuz. Çünkü ölüm beni korkutmuyor. İstirhamım ise kendim için değil, zevcim içindir. Onu böyle meyus ve mükedder görmek beni son derece üzüyor. Buradan ayrılmak istemem. Bu hal beni bütün bütün ezecek, aynı zamanda rahatsızlığımın kötüleşmesine bile sebep olacak! Onu azminden vazgeçirtecek şeyin ancak sizin kendisine söyleyeceğiniz birkaç sözden ibaret olacağını bildiğim için bunu bilhassa rica ediyorum.”

      Nejat, zevcesinin yanında meramını istediği gibi ifade edemediğinden duyduğu ıstırapla “Emriniz mesleğimin, vazifemin haricinde olduğu için maalesef yerine getiremeyeceğim,” dedi. “Zevcinizin teessür ve kederi ise size karşı olan muhabbetinden ileri geliyor. En ehemmiyetsiz, en ufak rahatsızlığınız onun için öyle büyüktür ki… Bunda sizin için üzülecek bir şey yoktur.”

      Bu sözlerin altında gizli manayı ve serzenişi anladığım için artık bahsi kısa keserek sükûta karar vermiştim. Mediha Hanım, şaşkın şaşkın yüzüme bakarak “Latife mi ediyorsunuz? Allah aşkına bu söz hakikat mi hanım yenge?” diyordu.

      “Yok, güzelim yok. Bahsi uzatmaya bile değmez bir mesele! Şimdi şu acı sözleri bırakalım da karşımızda duran tabiattan istifade edelim. Mademki her hayatın sonu ölümdür, geç veya erken ölümde bir fark göremem.”

      Nejat teessüründen dudaklarını ısırdı. Artık köye yaklaşmıştık. Uzaktan arabayı gören çocuklar koşa koşa yanımıza geliyorlardı. Köy kadınları bizi istikbal için yola çıkmışlardı. Gözlerinden ışıltılar saçılıyordu. Bunlar kadar mutlu yaşayamamak hissi beni şu dakikada harap ediyordu. İçlerinden biri, “Buyurun benim paşa hanımım,” diyordu. “Köyümüze sefa geldiniz.”

      Mediha, “Aa! O nasıl tabir?” diyerek gülüyordu. Zavallı bir köylüyle alay ederek eğlenen şu fikirsiz kadına hayretle baktım. Arabadan indik. İlerideki söğüt ağaçlarının sayelerine doğru yürümeye başladık. Bunlar dereye doğru eğilmişlerdi. Burada durduk. Şimdi onun hırçın çağıltısını dinliyor, kayaların üzerinden süratle akan sulara bakıyorduk. Çocuklar ve kadınlar etrafımızı sarmıştı. Bize taze yoğurt ikram ettiler ve yanımdakilerin kimler olduğunu sordular.

      “Çiftlikli beyin akrabaları,” dedim. Zevcimi böyle tanıyorlardı. Nihat ile Nihal bu küçük, bu harap köyden pek hoşlanmışlardı. İhtimal ki gördükleri onların ruhunu okşamıştı. Güneş büyük bir dağın dumanlı tepesinden gurup ederken biz çiftliğe avdet ediyorduk. Sanki tabiat şu anda sükûta boğulmuş gibiydi. Bazen bu sükûtu bir buzağının bağırması, birkaç kuzunun melemesi ihlal ediyor, vadilerin ıssızlığı içinde bir feryat uyandırıyordu. Çiftliğe geldiğimiz zaman zevcimi bizi beklerken bulduk. Bu gece onu meşgul etmek istiyordum. Zira kendisini elemli görmek, diğer suretle de bedbaht etmeye sebep olmak beni daima pençesinde ezen azabı artırıyordu. Koluna girdim.

      “Biraz gezelim,” dedim.

      Memnun ve mütebessim bir çehreyle yüzüme baktı. “Yorulmaz mısın?” dedi.

      “Hayır, hayır. Şimdi o kadar iyiyim ki tarif edemem. Hiçbir şeyim yok. İki saatlik yol yürüsem katiyen yorulmayacağıma eminim. İlaçlarıma devam ve sıhhatime itina edersem daha da kuvvetleneceğim şüphesizdir. Hem efendim, doktorların bazı hastalıkları teşhiste yanıldıkları görülmemiş şeylerden midir?”

      “Şüphesiz yavrum, defaatle vaki olmuştur. Lakin bu sözlerinle beni ne kadar mesut ettiğini bilsen.”

      “Benim de arzu ettiğim yalnız budur.”

      “Melek kadın!”

      Bir damla yaş yanaklarımın üzerinden yuvarlandı. Başımı çevirdim. Bu kan damlaları gittikçe kararmaya başlayan gecenin siyah elleri altında

Скачать книгу