Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi ve Nedret. Güzide Sabri
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi ve Nedret - Güzide Sabri страница 5
Hele uzun kirpiklerle muhat106 iri siyah gözlerinin mahzun nazarında öyle müessir107 bir kuvvet, öyle derin bir cazibe vardı ki bunlar insanın ruhunda hazin ve ulvi bir his uyandırıyordu. Suat, yanında duran defteri bana uzatarak “Seni müteessir ettim kardeşim; fakat sen öyle istedin! İşte bu defter Fikret’in evrak-ı metrukesidir. Benden öğrenemeyeceğin şeyleri burada okur anlarsın; ömür sergüzeştinin108 bazı safahatı109 burada yazmaktadır,” dedi.
Defteri aldım. Sayfalarını bir bir açıp gözden geçirmeye başladım; çoğu satırda eller titremiş, bazı yerler ise gözyaşlarıyla silinmişti. Sandalyemi sobadan biraz öteye çektim. Lambanın pembe abajurundan bu siyah satırlar üzerine hüzünlü bir ziya aksediyordu. Şu yazıları yazan, şimdi bir avuç türap110 olmuştu, heyhat!
Fırtına biraz sükûnet etmiş, camları kamçılayan kar parçaları kafeslerin arasında kümecikler teşkil eylemişti. Uzaktan köpeklerin kavgası işitiliyor, gecenin zifiri karanlığı içinde evlerin beyaz taşları görünüyordu.
Şafak vakti uyandım; penceremin önündeki leylak dalı üzerinde gizlenen bir yaramaz sakanın ötüşü ne kadar güzeldi. Seher vaktinin gönülçelen renkleri semayı boyamaya başlıyorken, bütün etraf ümit kadar tatlı, sevda kadar hazin bir letafete bürünmüştü. Güneşin ışıkları yavaş yavaş ovalara kadar yayılıyor, her yerde neşeli bir hayatı uyandırıyordu. Ah! Benim emellerim, benim sabah ümidim, böyle ebediyen karanlık, ebediyen siyah mı kalacaktı?
Kalktım, bir bornoza sarıldım, kimseye görünmeden aşağı indim. Zevcime tesadüf etmek istemiyordum, kapıyı açtım, serin bir rüzgâr çehremi okşadı, yavaş yavaş yürüdüm. Sabaha mahsus olan bu sükûtu, ırmağın çağıltısı ihlal ediyordu.
İnce bir yoldan ufak bir tepeye çıktım; burada rayihalı bir ıhlamur ağacının sayesinde111 oturdum. Burası gözyaşlarımın, bitmez elemlerimin tek istirahatgâhıdır. Her gün burada oturur ve vatandan gelen rüzgârla ruhumun tesirli ateşini teskin etmeye uğraşırım; İstanbul buraya sekiz dokuz saat kadar uzaktır. Ta derinlerden gelen neşedar bulutlardan her gün ümitli bir haber beklerim, vadileri tahdit eden112 yüksek dağların sisli tepelerine bakar ve oradan bir hayal gözlerim… Ne boş intizar!113 Ne vahi114 ümit! Heyhat!
Yarım! Hayatın zehirlerini muvakkat115 bir zaman için tathir eden116 gözyaşları olmasaydı, insanlar için rahatlatan bir nefes duymak, bir teselli bulmak acaba nasıl mümkün olurdu?
Zevcimden, bu muhterem adamdan, yeisimi gizlerken ne müthiş azap çekiyorum. Vicdanım bu azabın yükü altında eziliyor. Onun müşfik müsamahası karşısında ölmek istiyorum. Memnuniyetimin temini için bütün fedakârlıklarda bulunuyor, acaba benden ne bekliyor?
Ah! Ben yaşadığımdan bihaber şu sefil ömrü sürüklüyorum. Ona ebediyen veda ettiğim günden beri hayat, nazarımda hiçbir şafağı olmayan ıssız, karanlık bir çölden ibaret kalmıştır. Ne acı, ne unutulmaz bir gündü. O gün ikimiz bir odada yalnızdık. Bütün kalbinin samimi sedasıyla “Fikret!” diyordu. “Sizin için her şeyi fedaya hazırım; sizi ilk gördüğüm günden beri çekmekte olduğum ıstıraba artık bir nihayet vermek, bana sonsuz hayatı bahşetmek dudaklarınız arasından çıkacak bir kelimeye mütevakkıftır.”117
Gözlerim kararmıştı. Sükût ediyordum.
O mütemadiyen söylüyordu:
“Hiç dikkat etmiyor musunuz? Sekiz aydan beri her gün huzurunuzda biraz daha ölüyorum, biraz daha eriyorum; heyecanlarımı, gözyaşlarımı etrafımızdakilerden saklarken ayaklarınızın altına düşmekten korkuyordum. Siz de aynı marazla malul olmuştunuz, siz de benim duyduğum acıları hissetmiştiniz. Bütün sâfiyet-i vicdanınıza,118 bütün masumiyet-i ruhunuza119 bir ayna olan bu güzel gözlerinizde kalbimin aksini gördüğüm zaman bütün mevcudiyetimi sarsan bir mestle ayaklarınıza kapanmak ihtiyacını duymuştum.
Ah! Fikret sizi o kadar sevmiştim ki, ruhumu tesrir eden120 sedanızı işitmekten mahrum, huzurunuzda yaşadığım kıymetli zamanın bahtiyarlığından uzak bulunduğum günlerde, muhitin boşluğu ve kimsesizliği içinde nasıl bir öksüzlük hissiyle melul ve perişan kaldığımı bilseydiniz! Fikret! Otuz üç yaşındayım, hiçbir vakit hayatın bu kadar sevimli, yaşamanın bu derece tatlı, dünyanın bu kadar güzel olduğunu bilmiyordum. Söyleyin, bunları bana hissetiren sizin aşkınız mıdır?
Fakat niçin sükût ediyorsunuz? Niçin boynunuzu bükerek ümitsiz bir nazarla yüzüme bakıyorsunuz?
İşte size meşru bir âguş-ı muhabbet121 açıyorum, Fikret! Tevhid-i hayat122 edelim diyorum. Niçin cevap vermiyorsunuz?”
Gecelerin siyahından daha muzlim123 gördüğüm hayat resmi, şimdi sihir bulutlarından münakis124 bir pembelik içinde en gönülçelen tebessümlerle gülüyordu. Galiba burada bir şafak başlıyor, burada tulu edecek125 bir saadetin ilk nurları görünür oluyordu. Lakin birdenbire gözlerim kararmaya, kulaklarım uğuldamaya başlamıştı. Ruhu besleyen o levha nazarımdan silinmişti, her tarafım siyah bir duman, kesif bir zulmet126 içinde kalmıştı. Çeşm-i mükedderimin127 önünde sanki yıkılmış, söndürülmüş bir saadet yuvasının harabesi vardı; o zaman tüylerimi ürperten bir çaresizlikle, ağlayan aşkımın bütün merâretlerini128 hissederek çırpındım, inledim!
İki çocukla bir kadının hayali bana doğru takarrüp ediyorlardı.129 Dişlerini gıcırdatarak, gözlerini açarak sanki beni boğmak, parçalamak istiyorlardı. Kulaklarımda ise “Saadetimizi çaldın, hazinemizi gasp ettin,” diyen bir ses uğulduyordu. Buna peyrev130 olan diğer bir seda ise “Şu üç vücudu kendi saadetine feda etme, eğer aşka mağlup olursan emin ol ki mesut olamazsın. Buradan kaç!” diyordu.
Ayağa kalktım. Sallanıyordum, düşmemek için bir sandalyeye dayandım. Ya Rabbim; pek acı bir hakikat karşısında bütün ümitlerim sönmüş, istikbalim kararmış, hayatın saadetinden mahrum ve binasip131 kalmıştım.
O şaşırmıştı. Ağlayan bir sedayla “Nasıl? Gidiyor musunuz? Bana bir ümit vermeden öyle mi?” diyordu.
Karanlık
106
Çevrilmiş.
107
Etkili.
108
Macera, serüven.
109
Evreler, safhalar.
110
Toprak.
111
Gölge.
112
Sınırlamak.
113
Bekleyiş.
114
Boş, saçma.
115
Belirli bir zaman süren.
116
Temizlemek.
117
Bağlı.
118
Vicdan saflığı.
119
Ruh masumiyeti.
120
Sevindirmek.
121
Muhabbet kucağı.
122
Hayatını birleştirmek.
123
Karanlık, belirsiz.
124
Yansıyan.
125
Doğmak.
126
Karanlık.
127
Kederli gözler.
128
Acılık.
129
Yaklaşmak.
130
Başkasının izinden giden.
131
Nasipsiz.