Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi ve Nedret. Güzide Sabri
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi ve Nedret - Güzide Sabri страница 7
Bu anda beynim bu felaketle sarsılmıştı. Gayri ihtiyari bir hareketle başım ellerimin arasına düştü. Şu çaresizlik içinde isyan etmek istiyordum, heyhat! Karşımda duran babamdı. Saadeti servetle satın almak fikrine mağlup olan şu zavallı adamdan merhamet beklemenin pek de uygun olmadığını teessüfle görüyordum. Artık göğsümü yırtan hıçkırıklar içinde gözyaşlarım kalbime damlıyordu.
Babam benim yeisli sükûtuma karşı derin derin yüzüme baktı. Fikrinin kati olduğunu ima eden metin bir sesle, “Fikret! Sükûtun bence bir tasdiktir. İnkıyadın151 beni son derece memnun etti, seni takdir ederim kızım,” dedi.
Bu sözleri söylerken ayağa kalktı; yavaş yavaş odadan çıkıyordu. Arkasından yürüdüm. Nutkum tutulmuştu; kalbimin bütün ümitsizliğiyle bir kere “Babacığım,” diye inledim.
Döndü baktı. Sonra, bu elemli sedayı işitmek istemiyormuş gibi yürüdü. Odadan çıktı. Ben bir sandalyenin üzerine yığıldım, kaldım. Artık esaret kararımı kendi elimle mühürlemiş oldum. Benim için başka bir çare var mıydı? Babam, ret cevabına meydan vermeden yanımdan kaçmıştı. Fikrinin nâ-kabil-i tağayyür152 olduğunu gösteriyordu. Onun hatrı için üvey validemin sitemkâr nazarları altında yaşamak, bu da ayrıca tahammül edilmesi müşkül bir azap değil midir? Ya Rabbim şu tehâcüm-i âlâm153 arasında biraz teselli olacak bir cihet var ise o da zevcim olacak vücudun ihtiyar bulunmasıdır. Mademki er geç şu felakete maruz kalmaya mahkûm bulunuyormuşum, bir genç erkeğin muhabbetlerine mukabeleye mecbur olmayarak sakin bir hayat içinde âlâmımla yalnız yaşamak benim için bir saadet demekti. Zaten pederimin şu teklifini kabul etmekten başka benim için bir yol da yoktu. Tekrar İstanbul’a gitmek, birtakım üzüntülü hallerin yeniden uyanmasına yol açacaktı; tekrar onu görmek yahut tesadüf etmek, ölüme mahkûm bir vücudun maddeten o talibe satılmasını iktiza ettiriyordu.154
Ertesi gün üvey validem tekrar odama geldi; elinde büyük bir mahfaza155 vardı. Yanımdaki masanın üzerine koyarak kapağını açtı ve “Zevciniz olacak Sait Bey tarafından nişan hediyesi,” dedi.
Bu, iri inciyle karışık pırlanta bir gerdanlıktı. Ah! Zavallı adam şu parlak maden parçalarının tezyin edeceği156 mahallin altında nasıl kanlı bir ceriha bulunduğunu bilseydi! Bir ay sonra izdivacımız icra edildi. O günün safahatını iyice tahattur edemiyorum157 çünkü bir ölü gibi nereye götürülürsem oraya gidiyordum. Daha doğrusu sürükleniyordum. Yalnız üstümde beyaz bir gelin elbisesi vardı; zevcimin düğün hediyesi olarak gönderdiği gerdanlıkla birörnek pırlantalı başlığı saçlarımın arasına iliştirirlerken aşkımın bir darbe-i hicranla ezildiğini, ümidimin bütün bütün kaybolduğunu görüyordum. Karşımda ise Nejat’ın hayali vardı. Onun ağlayan bir nazarla yüzüme bakarak, “Fikret, senin için açılan kollarım, metruk halde göğsümde kaldı!” diyen sesini işitiyordum. Gözlerimden akan yaşlar şu beyaz gelin elbisesi üzerine katre-i zehr-âlûd158 gibi dökülüverdiler. Yirmi gün kadar pederimin yanında oturduktan sonra çiftliğe gittik. Zira zevcim, pek sevdiği için iki senedir burada yaşamaktaydı.
Kendisi hakikaten zarif, necip159 bir adamdı. Elli bir, elli iki yaşında görünüyordu. Sakalının beyazı siyaha galip gelmişti; müdevver160 siması, zekâya delalet eden geniş alnı, şefkat ve muhabbet gösteren siyah gözleri, uzun boyu, enli omuzları ona vakur ve necibane bir letafet bahşediyordu. Buraya akşam saat on bir civarında vasıl olmuştuk.161 O, arabada bulunduğumuz müddet zarfında çiftlik hayatının saflığından, letafetinden bahsediyordu. Beraber geçireceğimiz ömrün bahtiyarlığını tasvire çalışıyordu.
“Eğer sıkılırsanız İstanbul’a gideriz ve orada istediğiniz surette yaşarız. Nasıl emrederseniz,” diyordu.
Ah! Tekrar oraya gitmek, onun teneffüs ettiği havayı teneffüs etmek, ona yakın olmak, bu mümkün mü?
“Teşekkür ederim,” dedim. “Sizinle beraber olduktan sonra benim için her yer müsavi!162 Bahusus ben sükûneti, yalnızlığı severim.”
Ya Rabbim, ben daha o günden itibaren onu aldatıyordum! Zira hakkan ve vicdanen diğer birini sevmeye artık mezun163 değildim, işte bu esaret bana pek girân164 gelmişti.
Akşamın sükûn-ı garibânesi165 arasında koruların karanlığından ilerleyerek çiftliğin büyük kapısına vardık; köylü kadınlar koşarak bizi istikbal ettiler, hizmetçiler dışarı fırladılar, hepsi çiftliğin yeni hanımını görmek istiyorlardı. Cümlesine mütebessim166 bir çehreyle mukabele ediyordum. Zevcim ise pek mesut ve neşedâr bulunuyordu. Karşımda büyük panjurlu pencereli, teraslı ve dört tarafı ağaçlarla sarılı büyük bir bina vardı.
Enli bir mermer merdivenden çıktık ve gayet geniş bir salona dahil olduk. Buranın mefruşatı167 köyde yaşayan bir adamdan asla beklenmeyecek kadar mükemmeldi. Zevcim, “Yoruldunuz, sizi odanıza çıkarayım,” dedi.
Yukarı çıktık; camlı bir kapıyı açtı. Burada ufak bir koridor ile üç oda vardı; burası âdeta ayrı bir bölüktü. Karşıda bir camlı kapı daha görünüyordu. Zannedersem orası da ayrı bir daire olacaktı. Yanımda pederimin nezdinden getirdiğim hizmetçim vardı; zevcim sağ tarafta bir kapı açarak “Yürüyünüz ve biraz istirahat ediniz, soyununuz,” dedi ve çekildi gitti.
Ah! Şimdi bu yalnızlık benim için pek kıymetdâr idi. Etrafıma bakıyordum; her şey intizarım dahilindeydi. Bu adam son derece yüksek bir zevk ve iyi bir tabiata malik bulunuyordu. Bir genç kadına lazım olan her şeyi en ufak teferruata kadar düşünmüş; oraya koymuştu. Eşyalarda bir zarafet, bir incelik vardı.
Soyundum, elimi yüzümü yıkadım, sırtıma koyu renkli bir robdöşambr giydim. Saçlarımı sadece topladım, yataklığın arka ucunda aralık görünen bir kapıyı iterek içerisine doğru baktım; orası kalın perdelerle loş bir halde bulunan yazı odasıydı, kütüphane ciltlenmiş kitaplarla doluydu. Yazıhanenin üzerinde sarı abajurlu bir lamba duruyordu. Lacivert renkli atlas168 kanepe, sandalyeler ve duvarların koyu renkli kâğıtları buraya elemli bir manzara veriyordu. Bu odanın içinde bir kapı daha vardı; burasını da açtım. Aynı benim odamın büyüklüğündeydi; panjurlar tamamıyla kapalı, karşıda muzlim169 bir yataklık, mavi perdeleri enzarıma170 mâruzdu.171 Burası zevcimin odasıydı. Elim bir yalnızlığa düşenler gibi kalbimde bir gariplik, bir öksüzlük hissi vardı.
151
İtaat.
152
Değiştirilemez.
153
Elemler hücumu.
154
Gerekmek.
155
İçinde bir şey saklanan kap, koruncak.
156
Süslemek.
157
Anımsamak.
158
Zehirli gözyaşı.
159
Soylu.
160
Yuvarlak.
161
Ulaşmak.
162
Eşit.
163
İzinli.
164
Fena, usandırıcı.
165
Garip sessizlik.
166
Gülümseyen.
167
Ev döşemek için gerekli eşya, döşeme.
168
Yüzü parlak, sık dokunmuş bir tür ipekli kumaş.
169
(Mec.) Gizli.
170
Bakışlar.
171
Sunulmuş.