Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi ve Nedret. Güzide Sabri
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi ve Nedret - Güzide Sabri страница 10
Yakınımda bulunan bir çam ağacına dayandım. Yoksa zevcimin ayakları ucuna düşecektim. Korunun içinde cereyan eden ırmağın iniltisi kulaklarıma bir enin gibi geliyordu. Bu dakikada ani bir fikir beynimi tırmaladı. Onun telaşlı cereyanına vücudumu teslim ederek meçhule doğru sürüklenip parçalanmak! Şu arzu, tatlı bir emel gibi beni ele geçirmişti. Başımı korunun sayeler oluşturan ağaçlarına doğru çevirdim. Ölüm siyah kollarını açmış beni bekliyor. Irmağın çağıltısı, sanki davetkâr bir lisanla bana “Gel, seni uyutayım,” diyordu. Vücudum birdenbire aciz düşüp hareketsiz kalıyordu. Vicdanım bana “Sefile,”194 dedi. “Düşünmüyor musun ki aşkına feda edeceğin şu zavallı masumu, müşfik bir kucaktan mahrum olarak yaşatacaksın.”
Zevcimin sedası beni ikaz etmişti: “Cevap vermiyorsunuz. Gözleriniz ne kadar dalgın bakıyor.”
“Bilmem. Mektuptan bir şey anlayamadım.”
“Nasıl anlayamadınız? Bize misafir geleceklerini yazıyorlar. Belki yarın, belki öbür gün buradadırlar. Fakat ne oluyorsunuz? Renginiz ne kadar sarardı.”
“Hiçbir şeyim yok. Her zamanki çarpıntı! Geçer, bir şey değil!”
“Öyleyse istirahat ediniz. Yalnız sizden istirham edeceğim bir şey var, hizmetçilere emrediniz, bizim bölüğün yanındakini misafirlerimiz için hazır etsinler. Bunlara nezaret edebilirsiniz ama ben yorulmanızı istemiyorum.”
“Ne beis var? Vazifem değil mi?”
Bütün gün odaların tanzimiyle uğraştım. Onlara tertip ettiğimiz daire bizim bölüğün aynısıydı. Zaten yukarı kat dokuz odalı üç daireye ayrılmıştı. Her biri camlı kapılarla bölünmüş, ortada gayet güzel bir salon bırakılmıştı. Aşağıda ise bir büyük, bir ufak oda, bir de yemek salonu ile geniş bir mermer taşlık vardı. Hizmetçiler için iki oda ayrılmıştı. O gün Nejat’ın ve zevcesinin karyolalarını ellerimle düzelttim. Çocuklar için de ortadaki küçük odayı hazır ettim. Onların misafirlik müddetleri esnasında istirahatlarını temin edecek ne varsa yaptım. Zevcim uzun uzun teşekkürler etti. Zavallı adam!
Şimdi fikrimi en ziyade korkutan cihet, Nejat’ın beni ilk gördüğü zaman metanetini muhafaza edip etmemesiydi. Yoksa buraya bile bile mi geliyordu? Buna da hükmedemiyorum. Nejat’ın, zevcesinin ailesindeki bir evlilikle meşgul olacak zamanı yoktu. Hem Sait Bey’in izdivacının onun için en ehemmiyetsiz vakalardan biri olacağına emindim. Zira bir erkeğin ikinci defa evlenmesi, pek de mühim bir haber değildi.
Hissimi öldürmek, aşkımı gömmek istediğim şu dağların sükûnu içinde bir gün onunla karşı karşıya geleceğimi hiç aklıma getirmemiştim. Artık anlıyordum ki talih benimle mücadele etmek istiyordu. Ona karşı müdafaa silahım azim, metanet ve sebat idi.
Bundan dört gün evvel akşamüzeri saat onda çiftliğin büyük kapısı önünde iki araba durmuştu. Zevcim onları istikbal için büyük bir istekle aşağıya indi. Ben ne yapacağımı bilmez halde panjurun arkasından bakıyordum. Arabadan siyah çarşaflı, orta boylu, şişmanca bir kadın indi. Koşarak zevcime doğru yürüdü ve eteğine doğru eğildi. Zevcim de onun alnından ve yanaklarından öptü. Kalbim birdenbire acı bir heyecanla sarsıldı. Boğazım kurudu, dişlerim birbirine çarpıyordu. Ya Rabbim, acaba rüya mı görüyorum! Ne kadar elemli olursa olsun artık bu rüyadan uyanmak istemiyorum.
Zira o, bütün gençliğimi tarumar eden Nejat! İşte orada, karşımda. Bana pek yakın duruyordu. Kendisini meftun, bitap bir nazarla seyreden bu zavallı Fikret’in şuradaki mevcudiyetinden bihaber olarak zevcime gülerek bir şeyler anlatıyordu. Diğer arabadan çocuklarla iki kadın daha indi. İhtimal bunlar hizmetçilerdi. Genç kadın beşuş195 bir çehreyle dayısının suallerine cevap veriyor, bir sevinçle gülüyordu. Yukarıda ise bir kadın, ruhunun ıstırabları içinde inliyordu. Ne garip bir tezat!
Kuvvet-i beşerin fevkinde bir gayretle gözyaşlarımı kurutmaya, metanet etmeye çalışarak onları istikbal etmek, bir ev sahibesine uygun düşen vazifeyi icra eylemek lazımdı. Aynanın karşısında biraz saçlarımı düzelttim. Üstümde lacivert bir kadife elbise vardı. Ağır ağır merdivenleri indim. Bayılmaktan korkuyordum. Zira başım şiddetle dönüyor, göğsüm her zamandan ziyade ağrıyordu. Anlayamadığım garip bir uyuşukluk bütün asabıma hâkim oluyordu. Aşağı salonda onların konuştuklarını işitiyordum. Zevcim beni taşlıkta karşıladı. Sizi takdim edeyim diyordu. Onun kollarına dayandım.
“Ne oldunuz?” dedi.
“Garip bir helecan, daha doğrusu bir hicap!” diye cevap verdim. Zevcim gülerek saçlarımdan öptü. O dakika ona her şeyi itiraf ederek başımı göğsüne dayayıp hıçkıra hıçkıra ağlamak ihtiyacını hissediyordum. O her şeyden bihaber! Biçare, beni ellerimden tutarak salona doğru sürükledi, götürdü. Bu ne tahammülfersa196 bir dakikaydı.
Kapıdan içeri girdiğim zaman cümlesi ayağa kalktılar. O anda metanetimi nasıl muhafaza ettiğime hâlâ hayretteyim. Gözlerim gayri ihtiyari Nejat’a doğru dönmüştü. Onun bütün bütün hareketsiz kaldığını; nazarlarında anlatamayacağım bir şaşkınlık, vechinde197 bir hayret, dudaklarında ümitsiz bir tebessümle bana baktığını gördüm.
Mediha Hanım yanıma doğru geldi. Onda dahi bir hayret eseri vardı. İhtimal, karşısında bu kadar genç bir kadın göreceğini ümit etmiyordu. Bir nezaket kaidesi olduğundan kendisini öptüm. Titriyordum. Düşmemek için kendimi zapt etmeye çalışırken gözlerine baktım.
Bir dakika evvel sapsarı kesilen Nejat’ın çehresi şimdi hücum eden kanla mosmor olmuştu. Bu tesadüfün verdiği heyecanın tesirinde olduğu halde karşımda kemali tazimle198 eğilerek verdiğim selama mukabele etti. Kalbim şiddetle çarpıyordu. Bir kanepeye oturdum. Çocuklar iki tarafıma yerleşmişlerdi. Mediha Hanım ise karşımdaki koltuğa oturmuştu. Nejat benden uzaktaydı. Salonun boş bir köşesinde piyanonun yanına çekilmiş; hayretini, teessürünü, heyecanını gizlemek için kendisini unutturmak istiyordu. Kendilerine hitaben, “Teşrifinizden son derece memnun oldum; şu sıhriyetin199 bahşettiği şerefle bugün ne derece mesut olduğumu tarif edemem,” dedim.
Mediha Hanım teşekkürlerle mukabele ettikten sonra dayısına doğru döndü:
“Efendim,” dedi, “saadetinizi tekrar tekrar tebrik etmeme müsaade ediniz. Zira hanımefendinin bu derece latif bir vücut olduğunu bilmiyordum.”
Zevcim en tatlı nazarlarıyla yüzüme baktı. Sonra, “O, benim sönmüş hayatımın şûle-i ümidi,200 şükûfe-i saadetidir201 Mediha,” cevabını verdi.
Genç kadın gayri ihtiyari kocasına doğru baktı, tekrar dayısına dönerek, “Takdir edilmek ve sevilmek,” dedi, “bir kadın için ne tatlı, ne temiz bir emeldir değil mi?”
Bu söze
194
Aşağılık kadın.
195
Gülümseyen.
196
Dayanılmaz.
197
Yüz.
198
Saygıyla.
199
Evlilik sonucu doğan akrabalık.
200
Ümit ışığı.
201
Saadet çiçeği.