Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi ve Nedret. Güzide Sabri
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi ve Nedret - Güzide Sabri страница 11
“Bütün kış İstanbul’a avdetinizi ümit ettim. Yenge hanımefendinin sizi teşvik edeceklerini umuyordum da.”
Zevcim gülerek, “Oo, Fikret mi,” dedi, “bilakis oraya gitmekten kaçınır. Birkaç defa teklif ettiğim halde reddetmişti. Kendisi sükûtu, tenhalığı sever. Ne yapayım? Onun arzusuna ters bir şey yapmak iktidarımın haricindedir,” dedi.
Mediha Hanım’a hitaben dedim ki:
“Mazeretimin ne kadar meşru olduğunu bilseydiniz, beyefendinin sözlerini haksız bulurdunuz. Kadınlığın bazı nazik zamanları vardır ki ufak bir arıza büyük tehlikeler tevlid ederek iki hayatı birden mahvedebilir. Siz daha iyi takdir edersiniz, değil mi efendim? Şubatta ise kızım henüz pek minimini idi.”
“Bu hususta hanımefendiyi haklı buluyorum bey dayı. ”
Zevcim Nejat’a doğru döndü.
“İşte oğlum, kadınlar daima böyledir. Hep bizi haksız çıkartmak isterler.”
Dudaklarının üzerinde hafif bir tebessüm beliren Nejat “Evet,” dedi, “bizim haksızlığımıza karşı daima birlik olurlar.”
“Nasıl, bizim haksız olduğumuzu teslim ediyorsunuz öyle mi?”
“Evet. Onlar bizden daha ziyade lütufkâr ve daha ziyade fedakâr oldukları için.”
Gözlerimi kendisine doğru kaldırdım:
“Teşekkürler ederim, umumiyet itibarıyla kadınları müdafaa ediyorsunuz. Fedakârlık cihetine gelince, her kadın kendi vicdanına düşen vazifeyi icra eder. Bu, büyük fedakârlık addedilmez zannederim.”
Nejat tireyen sedasıyla cevap verdi:
“İşte şimdi, şu sözlerinizle ulviyetinizi ispat etmiş oldunuz.”
“Aldanıyorsunuz efendim. Zevceniz hanımefendide gördüğünüz hasletleri başkalarında görmek istemeyiniz. Her kadın, zannettiğiniz gibi ulvi vicdanlı değildir.”
Mediha Hanım, “Teveccühünüze teşekkürler ederim,” dedi.
Nejat ciddiyetime ve kemali itina ile kendisine verdiğim cevaba karşı hayretini ima eden bir nazarla yüzüme baktı. Bu nazarlar, “Bunu sen mi söylüyorsun, lakin onun sana benzeme ihtimali var mı?” demek istiyordu.
Bu sırada zevcim, “Emrediniz de Nedret’i getirsinler,” diyordu.
Şu fırsattan istifade ederek derhal dışarı çıktım. Çocuğu dadısının kucağından aldım. Buselerime gark ederek bağrıma bastım. Dudaklarım şu tatsız hayatın zehirleriyle o gül rengi yanakları kirletecekmiş gibi korktum. Başımı çevirdim. Tekrar onu dadısının kolları arasına verdim.
Salona girdiğimiz zaman Mediha Hanım koşarak çocuğu aldı. Pencerenin önüne doğru götürdü.
“Ne kadar sevimli,” diyordu, “tıpkı size benziyor.” Nejat da o tarafa yürüdü ve kollarını uzatarak Nedret’i kucağına aldı.
Artık bu manzarayı görmemek için oradan kaçtım. Akşam taamı samimi olmayan bir neşeyle bitti. Mediha Hanım sağımda, Doktor sol tarafımdaydı. Onun asla yemek yemediğinin farkındaydım. Cebri olarak gülmeye, söylemeye gayret ediyordu. Çocukların tabaklarına yemek koyma hizmeti beni oyaladı. İştahsızlığımı zevcimin nazarlarından sakladı.
Yemekten sonra tekrar salona geldik, panjurlar açıktı. Serin ve tatlı bir rüzgâr sinirlerime biraz kuvvet vermişti. Terasın açık kapısından dağların garip suskunluğu üstünde mehtap berrak ve nurani bir lacivert içinde görünüyor; bülbüllerin nağmeleri, kurbağaların sedaları işitiliyordu. Nejat başını pencerenin önüne dayayarak gecenin ve bahusus mevkiin şu bunaltıcı ıssızlığına karşı sakin kaldı. Acaba neler düşünüyordu? Zevcimin ısrarı, Mediha Hanım’ın ricası üzerine piyanonun önüne oturdum. Nejat ağır ağır mevkiini terk ederek yanıma geldi. Zevcime hitaben, “Ne latif mevkii,” dedi, “bütün hayatımın şurada geçmesini isterdim.”
Zevcim cevaben, “Evet, hakikaten hoştur. Lakin şehirlileri sıkar zannederim,” dedi.
“Belki mamafih kalben yalnız yaşamayanlar için tenhalık, sükûnet pek kıymetdâr, pek ketum bir dert arkadaşıdır, değil mi efendim?”
Onun bu manidar sözlerini işitmemek için parmaklarımı piyanonun fildişi taşları üzerinde gezdirmeye başladım. Ne çalacağımı kendim de bilemiyordum.
Sait Bey, “Alafranga havalardan hoşlanır mısınız?” diye sordu.
Mediha Hanım, “Pek o kadar değil,” diye cevap verdi.
Nejat ise “Ne lütfederlerse kemali şükranla dinlemeye hazırım,” dedi.
Kendilerine Manon’dan bir parça çalmak istiyordum, kalbimin feveranı parmaklarıma sirayet etmişti. Artık ruhumun galeyan eden aşkıyla çalıyordum. Manon’dan Safo’ya geçtim. Bu gece sanki Manon’un ve Safo’nun sevdasını anlatmak istiyordum. Mediha Hanım sıkıldığını ima eden bir tavırla çocuklarıyla meşgul oluyordu. Zevcime baktım, bir koltuğun yumuşak yastıklarına gömülmüş sigarasını içiyordu.
Nejat başını bir eline dayamış, gözleri dalgın, rengi solgun, müteessir halde dinliyordu. Ona bu halde ruhumun bütün hasretiyle o kadar çok bakmak istiyordum ki… Fakat mümkün müydü? Derhal nazarlarımı notalara çevirdim ve onları kapadım, artık kalkıyordum.
Nejat’ın küçük kızı Nihal yavaş yavaş annesine sokuldu. Kulağına doğru eğilerek babasını gösterdi. Kadın dikkatli bir nazarla kocasına baktı.
“Nejat!” diye seslendi.
Derin bir uykudan uyanır gibi Nejat gözlerini kaldırdı.
“Bir şey mi söyleyecektiniz?” dedi.
“Hayır, yorgun gibi görünüyorsunuz da.”
“Bir şeyim yok.”
“Biraz istirahat etseniz, yarın dört beş saatlik bir mesafe katedeceksiniz.”
“Hayır, yarın gitmeyeceğim, bir gün sonra olsun, nasıl olsa bir hafta vakit verilmiştir. Bundan dört gün istifade edebilirim. Üç günü de vazifeye hasrederim. Ne olur ki?”
“Fakat iki gözüm.”
“Hiçbir şey düşünmek istemiyorum şimdi.”
Mediha Hanım yerinden kalktı. Kocasına doğru yürüdü, yanına oturdu. Bu adama bütün ruhunun mahremiyetiyle, bütün zevcelik hakkının verdiği tahakkümle sokularak bir şey söylemek, onu istirahate davet etmek istiyordu. İşte yalnız bu manzaranın yanında kalbimin öksüzlük hissiyle yandığını duydum.
Salondan dışarı fırladım. Hizmetçileri çağırdım. Misafirlerin her şeylerinin hazır olup olmadığını bir kere daha sordum. Tekrar odaya girdiğim zaman Mediha Hanım’a hitaben, “Daireniz hazırdır. Gerek çocuklar, gerek beyefendi