Yaşama Sanatı. Alfred Adler
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Yaşama Sanatı - Alfred Adler страница 5
Buradan, incelediğimiz gerçeklerin bütün sosyal bağlamına her zaman bakmak zorunda olduğumuzu anlıyoruz. Bireylerin seçtiği belirli “üstünlük elde etme hedefini” ve onların belirli sosyal sorununu anlamak için sosyal çevreye bakmamız gerekir. Bireysel psikoloji tüm sorunları gerçekleştikleri arka plana dayalı olarak inceler. Çoğu insan topluma uyum sağlamada güçlük çeker çünkü dil aracılığıyla diğerleriyle normal temas kurmak onlar için imkânsızdır. Konuşma güçlüğü çeken insanlar bu duruma bir örnektir. Bu insanları inceleyecek olursak, çocukluklarından itibaren topluma uyum sağlayamadıklarını görürüz. Nadiren toplu etkinliklere katılmak isterler ya da arkadaş ve dost edinirler. Dil gelişimi diğer insanlarla birlikteliği gerektirir ancak insanlarla birlikte olmak konusunda isteksiz oldukları için konuşma bozuklukları sürmektedir. Aslında konuşma bozukluğu çeken insanlarda iki farklı uyarıcı vardır: Biri diğer insanlarla birlikte olmalarını istemelerine, diğeriyse toplumdan uzak durmalarına neden olur.
Sosyal ilişkinin önemli bir rol oynadığı bir hayat yaşamayan çoğu insan topluluk önünde konuşamaz ve sahne heyecanı yaşama eğilimindedir. Bunun nedeni izleyicilerini düşman olarak görmeleridir. Görünüşe göre düşmanca ve baskın duran bir izleyici kitlesiyle karşılaştıklarında aşağılık hissine kapılırlar. Ancak kendilerine ve izleyicilerine güvenebildiklerinde güzel konuşma yapabilirler ve o zaman sahne korkusuna kapılmazlar.
Sosyal Eğitim
Aşağılık hissi ve sosyal eğitim sorunu birbiriyle yakından ilintilidir. Aşağılık hissi sosyal uyumsuzluktan kaynaklanır, diğer yandan sosyal eğitim hepimizin aşağılık hissimizin üstesinden gelebilmemiz için kullandığımız en temel yöntemdir.
Sosyal eğitim ve sağduyu arasında doğrudan bir bağlantı bulunur. Sağduyudan bahsettiğimizde aklımıza bir sosyal grubun toplam zekâsı gelebilir. Diğer yandan son bölümde de bahsedildiği üzere, özel bir dil ile özel bir anlayış tarzı kullanan insanlar diğer insanlar, sosyal tesisler ve sosyal normlar kendilerine hiç de cazip gelmiyormuş gibi davranırlar. Ancak yine de kurtuluşlarına giden yolda bunların tümü yatmaktadır.
Bu gibi insanlar üzerinde çalışırken asıl görevimiz toplum hayatını onlar için cazip kılmaktır. Asabi insanlar iyi niyet gösterdiklerinde daima haklı olduklarını hissederler ancak bunun için iyi niyetten fazlası gerekir. Onlara toplum için asıl önemli olanın onların neyi başardığı ve nihayetinde topluma ne verdikleri olduğunu öğretmeliyiz.
Aşağılık hissi ve üstünlük elde etme çabası genel geçer kavramlar olmasına karşın bunu herkesin eşit olduğunun bir göstergesi olarak görmek büyük bir hata olur. Bedensel güç, sağlık ve harici koşullar bakımından farklılıklar bulunmaktadır. Bu yüzden de görünüşe göre aynı durumlardaki bireyler tarafından farklı hatalar yapılabilir. Şayet çocukları ele alacak olursak, kendi bireysel koşulları karşısında tepki verebilecekleri tamamen değişmez ve doğru tek bir tavrın bulunmadığını fark ederiz. Bu koşullara karşı kendilerine özgü yöntemlerle tepki verirler. Daha iyi bir yaşam tarzı elde etmeye çaba gösterirler ancak bunu kendilerine özgü bir yolla, kendilerine özgü hatalar yaparak ve kendilerine özgü başarı yaklaşımını kullanarak elde etmeye çalışırlar.
Sınırlamaların Üstesinden Gelme
Şimdi bireylerin sergileyebileceği çeşitlilik ve tuhaflıkların bazılarını inceleyelim. Örneğin solak çocukları ele alalım. Sağ ellerini kullanacak biçimde öylesine titiz bir eğitim aldıkları için solak olduklarının asla farkında olamayan çocuklar vardır. Başlarda sağ ellerini kullanırken beceriksiz davranırlar ve bu yüzden de azar işitip eleştirilirler.
Aslında solak çocuklar daha beşikteyken bile fark edilebilir çünkü sol elleri sağ ellerinden daha çok hareket eder. Hayatlarının ilerleyen döneminde sağ ellerinin zayıflığından dolayı sınırlandırılmış hissederler ve bu sorunun üstesinden gelme çabasıyla çizim, yazma ve benzeri uğraşlara daha fazla ilgi gösterirler. Bu durum çoğu kez gizli yetenek ve becerinin gelişmesi konusunda büyük bir avantaj olur ve bu konumdaki çocuklar çoğunlukla sınırlamalarının üstesinden gelme konusunda arzulu olup mücadele verirler. Ancak bazen mücadele çetin olur ve bu tip çocuklar diğerlerini kıskanabilir. Bu yüzden çok daha büyük bir aşağılık hissi geliştirirler. Sürekli mücadele sonucunda çocuklar kavgacı bireylere dönüşebilir, daima beceriksiz ve eksik olmamaları gerektiğine dair sabit fikirleriyle mücadele edebilirler.
Çocuklar mücadele ederler, hata yaparlar ve hayatlarının ilk dört ya da beş yıllık dönemlerinde oluşturdukları kişi modeline göre farklı yollardan gelişirler. Her birinin farklı bir hedefi vardır. Bazıları ressam olmak isteyebilir. Diğer yandan başkalarıysa kendilerini rahat hissetmedikleri bu dünyadan uzak durmayı dileyebilir. Zayıflıklarının nasıl üstesinden gelebileceklerini biz biliyor olabiliriz ancak onlar bilemezler. Üstelik çoğu zaman bu gerçekler çocuklara doğru bir biçimde izah edilmez.
Pek çok çocuğun kusurlu gözleri, kulakları, ciğerleri ya da mideleri olabilir. Bu gibi durumlarda ilgilerinin kusurları doğrultusunda teşvik edildiğine tanıklık ederiz. Bunun ilginç bir örneği sadece akşam işten eve döndüğünde astım nöbetleri geçiren bir adamın vakasında görülmektedir. Adam kırk beş yaşında olup evli ve iyi bir işe sahiptir. Kendisine neden astım nöbetlerinin her zaman işten eve döndükten sonra gerçekleştiği sorulmuş. Şöyle yanıt vermiş: “Ben idealist biriyim ancak eşim maddiyatçıdır ve bu yüzden sürekli anlaşmazlık yaşamaktayız. Eve geldiğimde dinlenmek, huzur içinde keyif sürmek istiyorum ancak eşim dışarı çıkmak istiyor ve bu sebeple evde kalmaktan şikâyet ediyor. Sonra sinirleniyorum ve boğulacak gibi oluyorum.”
Adam neden boğulacak gibi oluyor? Örneğin neden kusacak gibi olmuyor? İşin gerçeği adam sadece oluşturduğu kişi modeline sadık davranıyor. Görünüşe göre çocukken geçirdiği zayıflıktan dolayı sarmalanmış ve sıkı bir şekilde bağlı kalması nefes alışlarını zorlaştırıp rahatsız hissetmesine neden olmuş. Ancak yanı başında durup ona sempati duyan ve onu teselli eden bir hemşire varmış. Hemşirenin bütün ilgisi kendisinden çok ona odaklanmış. Sonuç olarak hemşire daima onu neşelendirip teselli edecekmiş izlenimini vermiş. Çocuk dört yaşındayken hemşire bir düğüne gitmiş ve çocuk için için ağlayarak istasyona giderken ona eşlik etmiş. Hemşire ayrıldıktan sonra çocuk annesine “Hemşirem de gittiğine göre artık dünyada hiç kimse benimle ilgilenmez,” demiş.
Nitekim tıpkı kişi modelini oluşturmakta olduğu çocukluğunun erken dönemlerindeki gibi yetişkinliğinde de kendisini daima eğlendirip onu teselli edebilecek ve sadece onunla ilgilenebilecek ideal bir insan arayışı içinde olduğunu görmekteyiz. Sorununun asıl kaynağı oksijenin yetersiz oluşunda değil sürekli olarak birileri tarafından eğlendirilmeyip teselli edilmemesi gerçeğinde yatmaktadır. Doğal olarak sizi daima eğlendirebilecek birini bulmak kolay değildir. Her zaman her durumu kontrol etmek istemiş ve bu durum başarılı olduğu zamanlarda belirli ölçüde işe yaramış. Bu yüzden de boğulur gibi olmaya başladığında ve eşi sosyalleşme ya da tiyatroya gitmeyi istemekten vazgeçtiğinde “üstünlük kurma” hedefine ulaşıyormuş.
Bilinç düzeyinde bu adam doğru dürüst biridir ancak bilinçdışı düzeydeyse her daim galip gelme arzusuyla yönlendirilmektedir. Eşinin maddiyatçı değil idealist olmasını istemektedir. Gerçek dürtüleri yüzeysel dürtüleriyle uyuşmayan bir adamın da benzer davranışları sergilediğini farz edebiliriz.