Çin Kültürü. George Tradescant Lay
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Çin Kültürü - George Tradescant Lay страница 6
Kadınların anlayarak okumasının onurlu sayıldığını hikâyelerinden biliyoruz çünkü yazar, göğün ve yerin tüm değerli şeylerini kahramanının başına yığmak istediğinde, onun antik irfan konusundaki hünerini unutmaz. Bir gün öğretmenimin yanında otururken, ona anlatımı için bir pasaj gösterdim; bu pasajın bir kısmında, ister yukarıya, ister aşağıya doğru okunsun ya da bizde olduğu gibi geriye ya da ileriye doğru okunsun, doğru bir anlam verilebiliyordu. Yaptığı keşifte kendini beğenmiş bir gülümsemeyle belirtti bunu. Böyle bir uygulamanın, ülkesinin edebi incelikleri arasında yaygın olup olmadığını sordum. Hayır dedi. Ama kendini toparlayınca, hanımların kocalarına yazdığı mektuplarda, bazen sevgilerinin ciddiyetini göstermek adına (çünkü bu çok zordu) bunu benimsediklerini söyledi. Şimdi bu yöntem sadece büyük bir emek değil, aynı zamanda okumadan ve çalışmadan elde edilemeyecek geniş bir kelime dağarcığı da gerektiriyor. Bu değerlendirmeler üzerine, Çin’deki kadınların eğitimsiz olduklarının içtenlikle söylenmesine izin vermek istemiyorum ve onların edebi kazanımlarının ortalama durumuna ilişkin bir kanaati güvenle dile getirmeden önce, şimdiye kadar sunulmuş olandan daha uygun gerekçelere sahip olmamız gerektiğini düşünüyorum. Anneler, akrabalar ve dadılar tarafından iletilen talimatla ilgili olarak bir düşünceye sahip olabilmek için topladığımız küçük ipuçları ve olaylar dışında hiçbir malzememiz yok. Yabancıların daha az uğradığı sokaklardan geçerken, yaşlılar ve gençler dışarı bakmak için ortaya çıkarlar ve bir evin kapısının etrafında kümelenmiş, eğlenceli kıyafetler giymiş, taze görünümlü bir grup genç kız görürüz ara sıra. Dikişçi veya nakışçı kadınlara göre fazla iyi giyimli olduklarından, bir yaşlı kadının evinde ne işlerinin olduğu sorulabilir. Yabancılar her zaman gürültülü bir serseri kalabalığıyla çevrilidir, bu nedenle bu gibi durumlarda aklı tatmin edecek herhangi bir inceleme yapılamaz. Tiyatrolarda, hizmetçi eksikliğinden değil, ama çocuklarına olan sevgilerinden dolayı neşeyle bakıcılık görevini üstlenen çocuklu kadınlar görüyoruz. Sandalye taşıyıcıları; hanımı, çocuğunu ve çeşitli lüks eşyalarla dolu bir kutuyu eğlence yerine götürür; burada hazzı oyuncular, arkadaşları ve çocuğu arasında bölünür. Bir Çinli kadın sadece ülkesinde evcimen olmakla kalmaz, aynı zamanda bu alışkanlığın bazı hoş belirtilerini yurtdışına da taşır. Eğitilmemiş olsaydı bunu yapmazdı. Kalbin faydalı derslerin yararını hiç hissetmediği bir yerde, yoksulluk göreve gayretli bir şekilde dikkati pek zorlayamaz; öyle ki, Çinli kadının bir anne ve bir eş olarak kendisine dönüşen şeye gösterdiği değişmez dikkatin, eğitimli çocuk olduğunu bildiğimiz ilkeye dayandığından emin olabiliriz. Bir kadın gençken kişiliğine sıradan bir dert vermez: Güzel giysiler giymek, başının süslenmesi ve yüzünün boyanması işinin bir parçası gibi görünür ama yaşı ilerledikçe yüz hatları küçülmeye ve saçlarını beyazlatmaya başlayınca bu bakım sona erer. Sınıfı ne olursa olsun kılık kıyafeti son derece sadedir; saçları, solmuş parlaklığını kapatacak tek bir çiçek, mücevher veya iğne olmadan düzleştirilmiştir. Yaşlılığın zararlarını gizlemek için hiçbir girişimde bulunulmaz; gerçek, olduğu gibi kabul edilmiştir. Kız, koşulların olabildiğince karşılayabileceği “gurur” ile giyinir ve anne, genç kızı kendi kişiliğinin en iyi süsü olarak giydirmekten memnunmuş gibi onun arkasındaki yerine oturur. Ve böyle bir sağduyu ve sevimli duygu karışımı için onu kim kutlamaz ki?
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Çin’de Oğul, Komşu ve Tebaa İlişkileri
Bir çocuğu annesine ve babasına bağlayan bağ, yalnızca onların sağladığı yiyeceğe, giyeceğe vb. borçlu olduğu için duyduğu yükümlülük değil, aynı zamanda öğrenme yetisi gelişmeye başladığından beri onlara karşı göstermesi öğretilen saygıdır. Bu saygıyı garanti altına almak için Çinli ahlakçılar, emirler adaletsiz olduğunda onlara itiraz etme ayrıcalığını makul bir şekilde verseler de, bir babanın çocukları üzerinde uygulaması gereken mutlak denetimde ve buna bağlı olarak bir oğul ya da kız çocuğunun uymak zorunda olduğu faal itaatte ısrar ederler. Her baba, eski öğretiye göre kendi evinin yargıcıdır ve kendi hanesini yönetemiyorsa, bir ilin veya mahallenin halkını yönetmeye uygun olmadığı iddia edilir. Kutsal metin okuyucusuna, ilhamın bir yerde bu akıl yürütme biçimine bir onay mührü koyduğunu hatırlatmama gerek yok. Ahlak savunucusu hikâye anlatıcıları, itaatkâr bir oğlu, hayatını feda etmeye hazır olmasına rağmen memnun edemediği bir çift huysuz ve aksi yaşlı insana günlük hizmetlerini sunarken rahatsız ve şaşkın olarak tasvir etmeye düşkündür. Bir Çinlinin mantığı hemen hemen şudur: Ebeveynler, bebekliğin ve sonraki birkaç yılın tüm dikbaşlılıklarına aşırı nezaket ve sabırla katlanmıştır. Çocukların da bunun karşılığı olarak yaşlılıklarının kötü huylarına ve kusurlarına katlanmaları adildir. Bu görüşte doğruluk payı vardır ama herhangi bir insanın, bir oğul ya da köle üzerinde misilleme riski olmaksızın despotluk yapabileceğini hissetmesi sağlıklı bir şey değildir. Yaşlı insanlar arasında en uysal ve sevimli olanlar, çoğu zaman inatçı olmasalar da yüksek ruhlu oğulları ve kızları yetiştirmiş olanlardır. Bununla birlikte Çinli ebeveynler tarafından uygulanan egemenliğin nadiren külfetli olduğuna ve istekleri ile zevklerinin çoğunlukla büyük bir yumuşaklıkla uygulandığına inanmak için nedenlerim var. Buna bir örnek olarak aşağıdaki küçük hikâyeyi anlatırsam belki mazur görülebilirim.
Bir gün harika bir misyonerle birlikteydim. Kanton yakınlarındaki nehirde bulunan Honan adasında bir gezintiye çıkmıştım, yolumuz bizi harika bir köşke getirdi. Kapıları geçtik ve anayola çıktık, çalılara ve çiçeklere hayranlıkla baktık, köşke ulaşana kadar bir dairede, farklı masalarda oturmuş, sessizce çalışmalarını sürdüren birkaç genç adam gördük. Arkadaşım onlardan birine bazı açıklamalar yaptı ancak bir yanıt alamadı çünkü bir öğrencinin dersi kadar ilgi çekici veya öğretmeninin emri kadar önemli bir şey olmadığını düşünmesi bir görgü kuralı gibi görünüyordu. Keşke bu kural bizim bazı okullarımızda da geçerli olsa. Birkaç saniye içinde usta belirdi ve kusursuz bir zarafet ve nezaketle kendisini salona veya büyük odaya kadar takip etmeye davet etti bizi. Çay ikram etti (bize yabancı bir kılıç gösterdi) ve kendisine çok değerli olduğu öğretilen bir bezoar taşının gerçek olup olmadığını sordu bana. Diğer görevlerin yanı sıra, ev hanımlarının az önce ziyarete gelmiş olan bazı yabancıları görebileceklerini bilmelerini sağlamak için gönderilen küçük bir çocuk, çalışma odasında onu bekliyordu. Kısa bir süre sonra kadınlar geldi. En büyüleyici gülümsemelerini takınarak talihlerini iyileştirmeye çalıştılar. Usta, kadınlar asla bir yabancıyla oturmaya ve hatta onun huzuruna çıkmaya davet edilmediğinden, olağan görgü kurallarından bu sapma için özür dilemeyi gerekli gördü. Yeterince uzun süre beklediklerini düşündüğünde, aynı şeyi onlara belirtmek için uşağını gönderdi ve kadınlar anında çekildiler. Bu kısa ve gelişigüzel olayda, onun otoritesinin hane halkı üzerinde ne kadar eksiksiz olduğunu ve yine de idaresinde açıkça ne kadar yumuşaklıkla ilerlediğini gördük. Ortama tamamen sakinlik ve huzur hâkimdi. Bir çocuğun zihnine bu şekilde işlenen saygı, onu yaşam boyunca takip eder ve çözülmez, çok güçlü bir sosyal bağ oluşturur. Bir oğulun yoksul ebeveyninin ihtiyaçlarını karşılama görevi, kendilerine saygısı olmayanlar dışında nadiren göz ardı edilir ve genellikle diğer birçok saygınlık eylemiyle yerine getirilir. Yaşlı babasını hastaneye götürdüğünde bir erkek evladın davranışına hayran