Kahramanlık Mitleri. Daniel G. Brinton
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Kahramanlık Mitleri - Daniel G. Brinton страница 2
Gecenin karanlığının ardından insan, doğuda yanan ışık sayesinde ilk önce nerede olduğunu öğrenir. İlk insan, yolu olmayan ormanlarda dolanıp dururken doğu, onun için uzaydaki sabit noktalardan birincisi ve en önemlisi olmuştu. Batı, kuzey ve güney yönleri onun sayesinde belirlenmiş, insanı karşılayan şafak vakti ondan yayılmış, muhteşem güneş onda doğmuştu. Doğu, ümit ve bilgiyle doluydu. Bu yüzden insan için hayat, ışık ve bilgelik tanrılarının yuvası haline gelmişti.
Dünyanın her yerinde bilinen ve insanların günlük yaşamları ve sağlıklarıyla yakından ilişkili olan sabit fiziksel bağıntılar tarafından belirlenmiş dört ana yöne gelince, bunlar neredeyse tüm eski mitlerde başlıca figürler halini almış ve ilahlar olarak kişileştirilmiştir. Rüzgârlar onlardan gelişlerine göre sınıflandırılmıştır. Ayrıca pek çok dilde dört ana yönün isimleri o yönlerden esen rüzgârlarla aynıdır. Fakat doğu öteki yönlere göre bir üstünlüğe sahiptir zira yalnızca doğu rüzgârının değil, aynı zamanda ışığın ve şafak vaktinin yuvasıdır. Bu yüzden mitlerde belirgin bir şekilde ağır basmaktadır. Ya kişileştirme yoluyla ana yönleri ve dört rüzgârı simgeleyen dört biraderin en büyüğü, en bilgesi ve en yeteneklisidir ya da Işık Tanrısı dörtlü gruptan ayrılmış olup onları yöneten beşinci bir kişi olarak karşımıza çıkar ve esasen hem ruhani hem de maddi dünyanın yüce hükümdarıdır.
İşte Algonkin halkının dimağında gerçekleşen ve iki mit döngüsünü meydana getiren zihinsel süreçler böyleydi. Bu iki döngüden biri, Wabun ya da Miçabo’yu dört ana yönle aynı isimlere sahip dört biraderden biri olarak tasvir ederken ikincisi ise onu kardeşlerinin üzerine yerleştirir.
Dört birader, Algonkin efsanesinde önde gelen karakterlerdir ve tüm Amerikan uluslarının mitolojisinde olağanüstü bir sıklıkla tekrar ettiklerini görürüz. Hakikaten, Mısır ve Hindistan ile Yunanistan ve Çin’in ve daha pek çok eski dünya ülkesinin kadim dini telakkilerinde bu unsuru rahatlıkla gösterebilirim ancak bu mukayeseleri, genel mitoloji prensiplerinden bahsetmek isteyenlere bırakıyorum.
En çok kabul edilen efsaneye göre bu dört erkek kardeş, tek doğumda dünyaya gelmiş dördüzlerdi. Anneleri onları dünyaya getirirken ölmüştü. İsimleri kabilelere göre değişse de genellikle pusuladaki dört ana yönün ismiyle aynıdır ya da bu yönlerle ilgilidir. Gündelik dildeki Wabun “doğu”, Kabun “batı”, Kabibonokka “kuzey” ve Shawano “güney” onlara verilen isimlerdir. Wabun onların şefi ve lideri olup kardeşlerine çeşitli görevlerini, özellikle de rüzgârları estirme görevini vermişti.
Bunlar, yaşadıkları toprakların her yanında Algonkin halkının birincil ve baş ilahlarıydı. Kaptan Argoll henüz 1610 senesinde, o zamanlar Potomac Irmağı’nın kıyılarındaki toprakların sahibi olan kabileleri ziyaret edip dinleri hakkında sorular sorduğunda yerliler şöyle cevap vermişti:
“Hepimizin içinde yaşayan tanrılar var. Baş tanrımız kudretli bir yabantavşanı kılığında bize sık sık görünür. Öteki dört tanrının görünür şekilleri yoktur fakat doğrusu onlar dünyanın dört köşesini tutan dört rüzgârdır.”4
Burada Wabun yani doğunun Miçabo’dan (missi-wabun) ayrı tutulduğunu, ayrıca tabii ve şeffaf bir süreç sonucu doğu ışığı doğu rüzgârından ayrıldığında ilk baştaki dört sayısının beşe çıktığını görüyoruz. Aşağıda ortaya koyacağım üzere Meksika’da Quetzalcoatl konusunda da tamamen aynı ayrışma gerçekleşmişti. Bu durum Quetzalcoatl’un kutsal beş köşeli yıldızı olan Yoel adlı yel değirmeninde görülmektedir.
Ayrıca bu gelişmeyi Peru sahilinde yaşayan Huaroçiri yerlilerinin bir mitiyle ortaya koyacağım. Onların rivayet ettiğine göre eşyanın başlangıcında Condorcoto Dağı’nın tepesinde beş yumurta vardı. Zamanı gelince bu yumurtalar açıldı ve içlerinden beş şahin çıktı. Bunlar her şeyin yaratıcısı Pariacaca ile biraderleri olan dört rüzgârdan başkası değildi. Sihirli güçleriyle kendilerini insana dönüştürüp mucizeler gerçekleştirerek dünyayı dolaştılar ve zamanla o halkın tanrıları oldular.5
Bu çarpıcı benzerlikler, dini düşüncenin birbirinden en uzak bölgelerde dahi nasıl aynı biçimde geliştiğini göstermektedir.
Miçabo’ya geri dönersek, Işık Tanrısı ve ayrıca Rüzgârlar ile onların getirdiği Fırtına ve Yağmurların Tanrısı olarak yüklendiği ikili tabiat, onu bu iki farklı açıdan gösteren iki mit döngüsünün oluşmasına neden olmuştur. Döngülerin birinde ışık tanrısı olarak karanlığı alt eden güçtür; dünyaya sıcaklığı ve güneş ışığını, insanlara ise bilgiyi getirmiştir. Bu tanrı, avcıların koruyucusu olmuştur zira avcılar yol alırken onlara rehberlik etmesi için ışığa ihtiyaç duyar ve istikametlerini daima dört ana yöne göre belirlerler.
Belli vakitlerde güneşin doğuşunu müjdeleyen sabah yıldızı onun için kutsaldı. Sabah yıldızının Ojibwav dilindeki ismi ise Wabanang olup Waban yani “doğu” kelimesinden gelir. Işık huzmeleri ise onun hizmetçileri ve ulaklarıdır. En doğuda yani “dünyanın kesilip koparıldığı yerde” oturup buhar kulübesinde etrafı gözleyen yahut da karanın dört tarafını çevirmiş uçsuz bucaksız okyanusta balık tutarak vakit geçiren Miçabo, mitte Gijigouai yani “Gündüzü Yaratanlar” denen bu ulakları yollar ve onlar da dünyayı aydınlatırlar.6 Miçabo asla güneşle özdeşleştirilmemiştir, Güneşte yaşaması da gerekmez fakat açık bir şekilde ışığın kişileştirilmiş halidir.7
Mitin bir versiyonunda Miçabo, ayın torunuydu. Babası batı rüzgârıydı, annesi ise kısa süren esintiyle mucizevi bir şekilde gebe kalan genç bir kızdı fakat onu doğururken ölmüştü. Gelgelelim, Miçabo bir annenin ilgisine gereksinim duymayacaktı zira muazzam bir beden gücü ve edinilmesi mümkün her bilgiyle donanmış olarak doğmuştu. Hemen babasına saldırdı. Böylece uzun ve müthiş bir mücadele yaşandı. “Her şey dağlarda başladı. Batı pes etmek zorunda kaldı. Oğlu onu nehirler, dağlar ve göller boyunca sürükledi. Nihayet dünyanın ucuna geldi. ‘Dur!’ diye haykırdı. ‘Oğlum, benim kudretimi ve beni öldürmenin imkânsız olduğunu biliyorsun.’” Batının, kudretli oğlunun üstünlüğünü kabul etmesiyle, dövüş sona erdi.8
Bu ince imgeler örtüsünün altında aydınlık ile karanlık, gündüz ile gece arasındaki günlük mücadelenin bir tasvirini görmemek neredeyse imkânsızdır. Bahsi geçen genç kız, bakire rahminden güneşi tüm ihtişamıyla doğuran şafak vaktidir. Ne var ki güneşin gelişiyle şafağın kendisi gözden kaybolur ve ölür. Bu mücadele günün ilk ışıkları dağ tepelerini yaldızlarken başlar ve batı, dünyanın ucuna sürüklenene dek devam eder. Yani bütün gün sürer. Akşamın sabahtan önce gelmesi gibi batının da mecazi olarak şafağı döllediği söylenebilir.
Hikâyenin
4
William Strachey,
5
Francisco de Avila,
6
Algonkin dilinin Ojibway diyalektinde gündüz, gökyüzü ya da sema anlamındaki kelime
7
Bkz. H. R. Schoolcraft,
8
H. R. Schoolcraft,