Pirinç Şişe. F. Anstey
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Pirinç Şişe - F. Anstey страница 5
Cottesmore Gardens’a vardığında, özellikle de kuytu ve kusursuz bu mahallenin en temiz ve mütevazılarından biri olan Futvoye ailesinin evinin kapısına geldiğinde, içinde Profesör’ün dışarıda olabileceğine dair cılız bir umut belirdi. Eğer öyleyse, kataloğu bırakıp evine döndüğünde ona bir mektup yazabilir ve müzayededeki parçaları alamadığını söyleyerek senedini iade edebilirdi.
Tam da öyle oldu, Profesör evde değildi ancak Horace duruma düşündüğü kadar sevinmemişti. Hizmetçi ona hanımların salonda olduğunu söyledi ve içeri gireceğinden emin bir şekilde Bayan Futvoye’a gelenin Bay Ventimore olduğunu söyledi. Horace fazla kalmayacak, onları rahatsız etmeden neden geldiğini açıklayıp gidecekti. Bayan Futvoye, misafir odasının en uzak köşesinde mektup yazıyordu. Kediotu kuşağı ve göğsünde bir demet Parma menekşesi olan siyah, tül elbisesiyle her zamankinden daha fazla göz kamaştırıcı güzellikteki Sylvia ise ön odada rahatça oturmuş kitap okuyordu. Horace’ın geldiğini görünce toparlandı, rahatı bozulduğu için kızan bir hali yoktu ancak belli ki şaşırmıştı.
Horace istemsiz bir resmiyetle, “Özür dilerim,” diyerek söze başladı. “Böyle uygunsuz bir vakitte geldim. Ancak Profesör…”
Bayan Futvoye sert bir tavırla “Haberim var,” diyerek onun sözünü kesti. Açık gri renkli gözleriyle, kurnaz ancak agresiflikten kaçınan ve şakacı bir bakışla onu içeri davet etti.
“Kocamın sizin gibi bir adamın iyi niyetini böylesine utanç verici bir şekilde suiistimal ettiğinden haberim var. Gerçekten, sizin gibi meşgul bir adamdan tüm işini gücünü bir kenara bırakıp tüm gününü o aptal müzayedede geçirmesini istemesi çok yanlıştı.”
“Ah, yapacak önemli bir işim yoktu. Ne yazık ki, kendime meşgul bir adam diyemem,” dedi Horace. Zaten çok iyi bildikleri şeyi gizledikleri için onları küçük düşürmeyi amaçlayacak derecede dürüsttü.
“Ah, pekâlâ. Bu davranışı önemsememeniz çok kibar ancak yine de bunu yapmamalıydı. Üstelik bu kadar kısa bir tanışıklığın ardından… Daha da kötüsü, bu akşam beklenmedik bir işi çıktığı için dışarıda. Eğer beklemenizde bir sakınca yoksa,çok geçmeden dönecektir.”
“Aslında beklememi gerektirecek bir şey yok,” dedi Horace. “Çünkü kataloğa baktığında müzayedede olanlar hakkında bir fikir sahibi olacak. İstediği parçalar bütçesinden çok daha fazlasına satıldığı için hiçbirini alamadım.”
“Buna çok memnun oldum,” dedi Bayan Futvoye. “Çünkü çalışma odası bu tür tuhaf eşyalarla dolu ve evin her yerinin müze veya antika dükkânı gibi görünmesini istemiyorum. Onu, büyük ve şatafatlı bir mumya kutusunun salon için pek uygun olmadığına ikna etmek için elimden geleni yaptım. Lütfen oturun Bay Ventimore.”
“Teşekkürler,” diye mırıldandı Horace. “Ama kalmayayım. Profesör’e onu göremediğim için üzgün olduğumu iletebilirseniz ve depozito olarak bana bıraktığı bu senedi verirseniz çok sevinirim. Sizi bir daha rahatsız etmeyeceğim.”
Genellikle sosyal ortamlarda soğukkanlılığını koruyamazdı ama bu kez, çekingen bir çocuk gibi davranmasına neden olan utancı, ona karşı konulamaz bir evden kaçma arzusu hissettiriyordu.
“Saçmalamayın!” dedi Bayan Futvoye. “Eğer o gelene kadar sizi misafir etmezsem kocam çok kızar.”
“Gerçekten gitmem gerek,” dedi Horace, oldukça istekli görünüyordu.
Sylvia acımasız bir şekilde, “Bay Ventimore’a kalması için baskı yapmayalım anne, özellikle bariz şekilde gitmek istiyorken,” dedi.
“Eh, pekâlâ. Sizi alıkoymayacağım, en azından çok uzun bir süreliğine. “Giderken posta kutusuna benim için bir mektup atmanızın sakıncası var mı? Neredeyse bitmek üzere ve bu akşam göndermem lazım. Hizmetçim Jessie biraz üşütmüş, onu bu halde dışarı göndermek istemedim.”
Ne kadar gitmek istese de bunun üzerine kalmayı reddetmesi imkânsız hale gelmişti. Sadece birkaç dakika beklemesi gerekiyordu. Sylvia bu kısa süreyi ona ayırabilirdi. Zaten onu bir daha rahatsız etmeyecekti. Bayan Futvoye masanın başına geri dönünce o ve Sylvia odada yalnız kaldılar.
Horace ona çok da uzak olmayan bir koltuğa oturup nezaket gereği birkaç şey söylemişti. Sadece birkaç hafta önce Normandiya’da kendisiyle böyle çekici bir üslupta, samimiyet ve güven dolu bir edayla konuşan Sylvia’yla bu Sylvia’nın nasıl aynı kişi olabileceğine dair aklını kurcalayan düşüncelerle, olabildiğince tekdüze bir tonda konuşmaya çalıştı.
En kötüsü, siyah dantelin arkasından parlayan ince kolları ve arkasındaki lambanın cılız ışığında aydınlanan kestane rengi, ipek gibi yumuşak saçlarıyla Sylvia o akşam her zamankinden daha büyüleyici görünüyordu. Kaşlarındaki hafif çatıklık ve dudağının aşağı doğru kıvrılmış hali sıkıldığını gösteriyor gibiydi.
“Annem şu mektubu bir türlü bitiremedi,” dedi en sonunda. “Gidip acele etmesini söylesem iyi olacak.”
“Lütfen gitme, eğer benden kurtulmak istemiyorsan tabii.”
“Gitmek için can attığını zannediyordum,” dedi soğuk bir ifadeyle. “Hem ailecek bugün yeterince vaktini aldık.”
“St. Luc’te benimle böyle konuşmuyordun,” dedi.
“St.Luc’te mi? Haklı olabilirsin. Ancak gördüğün gibi Londra’da işler daha farklı.”
“Hem de çok…”
“İnsan yurtdışında biriyle, özellikle sosyalleşmeye epey yatkın biriyle tanıştığında,” diyerek devam etti Sylvia, “onları gerçekte olduklarından daha hoş bulmaya meyilli oluyor. Sonra onlarla tekrar karşılaştığında, onlarda tam olarak neyi beğendiğine şaşırıyor. İlk tanışmadakiyle aynı düşünceler içindeymiş gibi davranmanın bir anlamı yok çünkü er ya da geç gerçekler açığa çıkıyor. Anlatabiliyor muyum?”
“Çok iyi anlıyorum,” dedi Horace yüzünü buruşturarak. “Ancak bunu hak edecek ne yaptığımı merak ediyorum, lütfen söyle.”
“Ah, seni suçlamıyorum. Melek gibisin. Babam nasıl oldu da senden onun için bu kadar zahmete girmeni bekledi, aklım almıyor. Yine de onu kırmadın. Gerçi muhtemelen bundan nefret etmişsindir.”
“Aman Tanrım! Babana ya da ailenden birine bir faydamın dokunmasından ne kadar memnun olacağımın farkında değil misin?”
“Ah, elbette. Az önce içeri girdiğinde mutluluğun yüzünden okunuyordu. Bu işi bitirip bir an önce gitmek istediğin her halinden belliydi. Annemin mektubu bitirip seni azat etmesini iple çektiğinin gayet farkındayım. Bunu görmediğimi mi düşünüyorsun?”
“Diyelim ki haklısın, en azından söylediklerinin bir kısmında,” dedi Horace. “Bunu neden yaptığımı tahmin edemiyor musun?”