Fahrenheit 451. Рэй Брэдбери
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Fahrenheit 451 - Рэй Брэдбери страница 8
Montag uzun burna dokundu.
Tazı hırladı.
Montag geriye sıçradı.
Tazı kulübesinin içinde yarı doğrularak, ansızın etkinleştirilmiş göz ampullerinde yeşilimsi mavi neon ışıklar titreşirken Montag’a baktı. Tekrar hırladı; elektrik vızıltısının, kızarma sesinin, metal gıcırtısının ve çarkların dönme sesinin tuhaf bir karışımı olan bu kulak tırmalayıcı ses paslı ve kadimdi, şüphe yüklüydü sanki.
Kalbi küt küt atan Montag, “Hayır, hayır oğlum,” dedi.
Gümüşi iğnenin dışarıya iki buçuk santim çıkıp geri çekildiğini, tekrar çıkıp geri çekildiğini gördü. Canavar için için hırıldayarak ona bakıyordu.
Montag geriledi. Tazı bir adım atarak kulübesinden çıktı. Montag bir eliyle pirinç direğe tutundu. Tepki vererek yukarıya doğru kayan direk, Montag’ı usulca tavandan geçirdi. Montag yarı aydınlık üst katın zeminine indi. Titriyordu ve yüzü yeşilimsi beyazdı. Aşağıda, Tazı sekiz inanılmaz böcek bacağının üstüne tekrar kurulmuştu ve tekrar kendi kendine vızıldıyordu; çok yüzeyli gözleri huzurluydu.
Montag inme deliğinin yanında öylece durarak, korkularının geçmesini bekledi. Arkasındaki köşede, tavan abajurunun yeşil ışığında, kumar masasında oturan dört adam ona göz atsalar da bir şey demediler. Sadece Anka armalı Yüzbaşı şapkalı adam sonunda merakına yenilerek, ince elinde iskambil kartları tutarken, uzun odanın diğer tarafından seslendi.
“Montag…?”
“Benden hoşlanmıyor,” dedi Montag.
“Ne, Tazı mı?” Yüzbaşı kartlarını inceledi. “Boşversene. Onun hoşlanmak ya da hoşlanmamak gibi bir durumu yok. O sadece ‘işlevini yerine getirir’. Balistik dersi gibi bu. Onun kendisi için belirlediğimiz bir yolu var. O yoldan gider. Kendini hedef alır, kendine odaklanır ve durdurur. O sadece bakır tellerden, akülerden ve elektrikten ibaret.”
Montag yutkundu. “Hesaplayıcıları herhangi bir kombinasyona ayarlanabilir; herhangi bir amino asit, kükürt, süt yağı ve alkalin miktarına ayarlanabilir. Değil mi?”
“Bunu hepimiz biliyoruz.”
“Buradaki, binadaki hepimizin bütün o kimyasal dengelerimiz ve oranlarımız alt kattaki ana dosyaya kaydediliyor. Birinin Tazı’nın ‘hafızasına’ kısmi bir kombinasyon girmesi, belki amino asit ayarını biraz artırması kolay olabilir. O hayvanın demin yaptığı şeyi açıklar bu. Bana tepki verdi, üstüme geldi.”
“Haydi canım,” dedi Yüzbaşı.
“Sinirliydi, ama çok kızgın değildi. ‘Hafızası’, ona dokunduğumda hırlayacağı şekilde ayarlanmıştı sadece.”
Yüzbaşı, “Böyle bir şeyi kim yapar ki?” diye sordu. “Burada düşmanın yok Guy.”
“Bildiğim kadarıyla yok.”
“Yarın teknisyenlerimize söyleriz, Tazı’yı kontrol ederler.”
“Beni ilk tehdit edişi değil bu,” dedi Montag. “Geçen ay iki kez oldu.”
“Hallederiz. Merak etme.”
Ama Montag kımıldamadı ve öylece durup, evinin holündeki havalandırma ızgarasını ve ızgaranın ardında gizli şeyi düşündü yalnızca. Buradaki, itfaiye binasındaki birileri havalandırma ızgarasından haberdarsa, Tazı’ya “söylemiş” olamaz mıydılar…?
Yüzbaşı inme deliğine gelip, Montag’a sorgulayan gözlerle baktı.
“Sadece şeyi düşünüyordum… Tazı geceleri aşağıda neler düşünüyor acaba?” dedi Montag. “Gerçekten bize düşman mı kesiliyor? İçimi ürpertiyor.”
“Düşünmesini istemediğimiz hiçbir şeyi düşünmüyor.”
Montag usulca konuştu: “Bu üzücü… çünkü onu sadece avlanmaya, bulmaya ve öldürmeye ayarlıyoruz. Bilip bileceği sadece bunlarsa, ne yazık.”
Beatty hafifçe, horgörüyle güldü. “Boşversene! O iyi bir zanaat eseri, kendi hedefini yakalayabilen ve her seferinde on ikiden vurmayı garanti eden iyi bir tüfek.”
“İşte bu yüzden onun sıradaki kurbanı olmak istemiyorum,” dedi Montag.
“Neden? Vicdanını rahatsız eden bir mesele mi var?”
Montag hızla yukarı baktı.
Beatty karşısında durmuş, ona sabit gözlerle bakıyordu; sonra ağzı açıldı ve çok hafifçe gülmeye başladı.
Bir iki üç dört beş altı yedi gün. Montag bir o kadar kez evden çıktı ve Clarisse orada, dünyada bir yerlerdeydi. Montag bir keresinde onun bir ceviz ağacını sarstığını, bir keresinde de çimenlikte oturup mavi süveter ördüğünü gördü; üç dört kez de kapısının önünde mevsim sonu çiçeklerinden oluşan bir buket veya küçük bir torbanın içinde bir avuç kestane ya da beyaz bir sayfaya iğneyle tutturulup kapısına raptiyeyle asılmış sonbahar yaprakları buldu. Her gün Clarisse köşeye kadar ona eşlik ediyordu. Bir gün yağmur yağıyordu, ertesi gün hava açıktı, sonraki gün sert rüzgâr esiyordu, ondan sonraki gün hava ılık ve sakindi, o sakin günden sonraki gün de havanın fırın gibi olduğu yaz günlerini andırıyordu ve ikindi sonunda Clarisse’in yüzü artık iyice bronzlaşmıştı.
Montag bir keresinde, metro girişinde, “Neden seni yıllardır tanıyormuşum gibi hissediyorum?” diye sordu.
“Çünkü senden hoşlanıyorum ve senden bir şey istemiyorum,” dedi Clarisse. “Ve çünkü birbirimizi tanıyoruz.”
“Kendimi çok yaşlı hissettiriyorsun ve tam bir baba gibi hissetmeme yol açıyorsun.”
“Şimdi sen açıkla bakalım… madem çocukları o kadar seviyorsun, neden benim gibi kızların olmadı?”
“Bilmem.”
“Şaka yapıyorsun!”
“Yani, nasıl desem…” Montag durup başını iki yana salladı. “Şey, karım, o… o asla çocuk istemedi.”
Kız gülümsemeyi kesti. “Üzgünüm. Benimle dalga geçiyorsun sandım, gerçekten.