Her Yol Mübah . Джек Марс
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Her Yol Mübah - Джек Марс страница 16
Ofisin içindeki masada eski tip bir bilgisayar ve ekran vardı. Bilgisayarın kasası kalın, çelik bir kasayla yere sabitlenmişti. Bu kutuyu açmak mümkün görünmüyordu, kilidi, kapağı yoktu veya başka bir şeyi yoktu. Sabit diske ulaşmak ancak bir kaynakçının marifeti olabilirdi, ve bunun için zaman olmayacaktı.
Luke ve Ed, Nassar’ın dibinde duruyorlardı.
“Grand Cayman Adalarındaki Royal Heritage Bank’ta gizli bir hesabın var.” dedi Luke. “3 Mart’ta Ken Bryant’ın sahibi olduğu bir hesaba 250,000$ yolladın. Ken Bryant, dün gece Harlem’de bir apartmanda boğularak öldürüldü.
“Neden bahsettiğiniz bilmiyorum.”
“Bu sabah Center Medical Center’ın bodrum-altında yaşamını yitiren İbrahim Abdulrahman isimli adamın işverenisiniz. Radyoaktif madde çalarken kafasına dayanarak ateşlenen bir silahla öldürüldü.
Adamın yüzünde bu ismi tanıdığını belirtir, ufak bir titreme göründü.
Luke derin bir nefes aldı. Normalde, böyle birini sorguya çekmek için saatleri olurdu. Bugünse sadece dakikaları vardı. Biraz hile yapması gerekiyordu.
“Bilgisayarın neden yere sabitlenmiş?”
Nassar omzunu silkti. Kendine güveni yerine geliyordu. Luke neredeyse bunu görebiliyordu, bir sel gibi geliyordu. Adam kendine inanıyordu. Onları durdurabileceğine inanıyordu.
“Orada ciddi miktarda gizli bilgi var. Fikri mülkiyet ile ilgili iş anlaşmaları yapacak olan müşterilerim var. Aynı zamanda ben, belirttiğim gibi, Birleşmiş Milletlere atanmış bir diplomatım. Bazen özel haberler aldığım olur… gizli bilgiler. Böyle bir pozisyonda olmamın sebebi gizliliğe gösterdiğim özendir.
“Olabilir,” dedi Luke. “Ama bir de ben gözümle görmek isterim şu bilgileri dolayısıyla sizin şifrenize ihtiyacım var.”
“Korkarım bu mümkün değil.”
Nassar’ın arkasında, Ed, güldü. Homurtu gibi duyuldu.
“Nelerin mümkün olabildiğini bilsen şaşardın.” dedi Luke. “Kesin olan şey bizim senin bu bilgisayarına erişeceğimiz. Ve sen o şifreyi vereceksin. Şimdi, bunu yapmanın bir kolay bir de zor yolu var. Seçim senin.”
“Bana hiçbir şey yapmayacaksınız.” dedi Nassar. “Başınız zaten büyük belada.”
Luke, Ed’e baktı. Ed, Ali Nassar’ın sağ tarafına geçti ve çömeldi. Nassar’ın sağ elini, güçlü elleriyle tuttu.
Luke ve Ed dün gece tanışmışlardı, ama şimdiden, sözcükleri kullanmadan iletişim kurabiliyorlardı. Sanki birbirlerinin aklını okuyorlardı. Luke bunu daha önce yaşamıştı, genelde Delta Force gibi özel tim elemanları arasında olmuştu. Bu ilişki düzeyi, genelde daha uzun sürede gelişirdi.
“Oradaki piyanoyu çalıyor musun?” dedi Luke.
Nassar başını salladı. “Klasik müzik eğitimi aldım. Gençken konserlerde çalardım. Hala, biraz eğlenmek için çalarım.”
Luke, Nassar’la göz göze gelmek için çömeldi.
“Ed birazdan parmaklarını kırmaya başlayacak. Bu piyano çalmanı zorlaştırır. Ve canın yanacak, muhtemelen epey yanacak. Eminim senin gibi bir adam bu tür acılara alışık değildir.”
“Yapmayacaksınız.”
“İlkinde üçe kadar sayacağım. Bu sana, ne yapmak istediğine karar vermek için son birkaç saniye verecek. Senin aksine, biz insanların canını yakmadan önce onları uyarırız. Radyoaktif madde çalıp milyonlarca masum insanın canını hedefleyen insanlar değiliz biz. İlk parmaktan sonra uyarı yapmayacağım. Sadece Ed’e bakarım ve o da sıradaki parmağını kırar. Anlıyor musun?”
“İşini elinden alacağım.” dedi Nassar.
“Bir.”
“Gücü olmayan küçük adamlarsınız. Buraya geldiğiniz için, sonsuza dek pişmanlık duyacaksınız.”
“İki.”
“Sakın cüret edeyim demeyin!”
“Üç.”
Ed, Nassar’ın serçe parmağını ikinci eklemden kırdı. Bunu hızlıca, çaba sarf etmeden halletti. Luke çatırtıyı duymuştu, ardından Nassar’ın bağırışları geldi. Serçe parmak dışa doğru bükülmüşü. Görünüşünde tiksindirici bir durum vardı.
Luke, Nassar’ın çenesinin altından tuttu ve kafasını hafifçe kaldırdı. Nassar’ın dişlerini sıkmıştı. Yüzü kıpkırmızı olmuş, güçlükle nefes alıyordu. Ama gözleri sert bakıyordu.
“O sadece serçeydi.” dedi Luke. “Sıradaki baş parmağın. Başparmaklar serçe parmaklardan çok daha fazla acır. Aynı zamanda daha da önemlidirler.”
“Sizler hayvansınız. Size hiçbir şey söylemeyeceğim.”
Luke Ed’e baktı. Ed’in yüzünde değişiklik olmamıştı, hala sert görünüyordu. Omzunu silkti ve başparmağı kırdı. Bu sefer yüksek bir kırılma sesi duyuldu.
Luke ayağa kalktı ve adamın acı feryatlarına izin verdi. Bu ses sanki kulakları yarıyordu. Sanki bir korku filmindeymiş gibi, çığlığın apartman dairesinde yankılandığını duyabiliyordu. Belki de mutfaktan bir el havlusu getirip ağzına tıkmalılardı.
Odada bir aşağı bir yukarı gezindi. Bu işten hoşlanmıyordu. Bu işkenceydi, bunu anlayabiliyordu. Ama adamın parmakları iyileşecekti. Eğer bir metro istasyonunda kirli bir bomba saldırısı gerçekleşirse, bir sürü insan ölecekti. Kimse hiçbir zaman iyileşmeyecekti. Terazinin bir tarafında adamın parmakları, diğer tarafında metroda ölecek insanlar, karar vermek kolaydı.
Nassar artık ağlıyordu. Burnundan renksiz bir akıntı geliyordu. Deli gibi nefes almaya çalışıyordu. hah-hah-hah-hah gibi bir ses çıkıyordu.
“Bana bak” dedi Luke.
Adam dediği gibi yaptı. Gözleri artık sertliğini kaybetmişti.
“Görünüşe göre başparmağınla dikkatini çekebildik. Yani sıradaki sol elindeki. Bundan da sonra dişlerine başlayacağız. Ed?”
Ed adamın soluna geçti.
“Halil Cibran.” diye nefes verdi Nassar.
“Ne dedin? Seni duyamadım.”
“Halil alttan çizgi Cibran. Şifre bu.”
“Yazar