Белый Тюльпан. Самые пронзительные турецкие рассказы ХХ века. Уровень 1. Омер Сейфеддин

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Белый Тюльпан. Самые пронзительные турецкие рассказы ХХ века. Уровень 1 - Омер Сейфеддин страница 3

Белый Тюльпан. Самые пронзительные турецкие рассказы ХХ века. Уровень 1 - Омер Сейфеддин Легко читаем по-турецки

Скачать книгу

type="note">[19] elçiler gönderiyordu. O zaman Trabzon valisi[20] olan Şehzade Yavuz[21], babası gibi sabredememiş; Tebriz hududunu geçmiş; Bayburt’a, Erzincan’a[22] kadar her tarafı talan etmiş; hatta Şah’ın kardeşi İbrahim’i esir almıştı. Şah İsmail’in elçisi, şimdi bu tecavüzden de şikayet ediyor, Osmanlı toprağına son akınlarının, padişahın devletine karşı değil sırf Alaüddevle aleyhine olduğunu tekrarlıyordu. İşte divanda bu kurnaz, bu zalim, gaddar kişiye gönderilecek münasip bir elçi bulunamıyordu; çünkü kendisini Osmanlı hakanıyla bir tutan[23] bu serseri; karşısında devleti temsil edecek, münasebetsizliklerine mukabele edeni ihtimal akla gelmedik kaba bir vahşetle öldürecekti. Sadrazamın sağındaki hareketsiz duran kırmızı tuğlu kavuk[24], yerinden oynadı. Yavaş yavaş sola döndü:

      – Ben tam bu elçiliğe münasip bir adam biliyorum, dedi, babası benim yoldaşımdı. Ama devlet memuriyeti kabul etmez.

      – Kim!

      – Muhsin Çelebi.

      Sadrazam bu adamı tanımıyordu. Sordu:

      – Burada mı oturuyor?

      – Evet.

      – Ne iş yapıyor?[25]

      – Biraz zengindir. Vaktini okumakla geçirir. Siz onu tanımazsınız efendim. Hiç büyüklerle sohbet etmez. İkbal istemez.

      – Niye?

      – Bilmem ama belki zararlı diye.

      – Tuhaf…

      – Fakat çok cesurdur. Doğrudan ayrılmaz. Ölümden çekinmez. Yüzünde kılıç yaraları vardır.

      – Bize elçi olmaz mı?

      – Bilmem.

      – Bir kere kendisini görsek…

      – Bilmem, çağırınca[26] ayağınıza gelir mi?

      – Nasıl gelmez?

      – Gelmez işte… Dünyaya minneti yoktur. Şah’la geda onun için birdir.

      – Devletini sevmez mi?

      – Sever sanırım.

      – O halde biz de kendimiz için değil, devletine hizmet için çağırırız.

      – Tecrübe buyurun efendim.

      Sadrazam, o akşam mektubunu Muhsin Çelebi’nin Üsküdar’daki evine gönderdi. Devletin, millete dair[27] bir iş için kendisiyle konuşacağını, yarın mutlaka gelmesini yazıyordu.

      Sabah namazından sonra, Hint kumaşından ağır perdeli, küçük, loş bir odada kâtibinin bıraktığı kağıtları okurken Sadrazam’a Muhsin Çelebi geldi diye haber verdiler.

      – Getirin buraya… dedi.

      İki dakika geçmeden[28] odanın sedef kakmalı ceviz kapısından palabıyıklı, iri, levent, şen bir adam girdi. İnce siyah kaşlarının altında iri gözleri parlıyordu. Belindeki silahlık boştu. Sadrazam bir an eteğine kapanılmasını bekledi. Fakat adam şaşkın duruyordu. Sadrazam söyleyecek bir şey bulamadı. Böyle göğsü ileride, kabarık, başı yukarı kalkık bir adamı ömründe ilk defa görüyordu. Kubbe vezirleri bile huzurunda iki büklüm[29] duruyordu. Muhsin Çelebi, gayet tabii bir sesle sordu.

      – Beni istemişsiniz, ne söyleyeceksiniz efendim?

      – Şey…

      – Buyurunuz efendim.

      – Buyur oğlum, şöyle otur da…

      Muhsin Çelebi, çekinmeden, sıkılmadan, ezilip büzülmeden[30], gayet tabii bir hareketle kendisine gösterilen şilteye oturdu. Sadrazam, hâlâ ellerinde tuttuğu kâğıtlara bakarak[31] içinden: ‘‘Ne biçim adam?[32] Acaba deli mi?’’ diyordu. Halbuki… hayır. Bu oğlan gayet akıllı bir insandı! Muhtaç olmayacak kadar bir serveti vardı. Ormanın arkasındaki büyük mandıra ile büyük çiftliğini işletir, namusuyla yaşar, kimseye kötülük etmezdi. Zayıflara, gariplere bakar; sofrasında hiç misafir eksik olmazdı. Dindardı. Din, millet, padişah aşkını kalbinde duyanlardandı[33]. Devletinin büyüklüğünü bilirdi. Yaşı kırkı geçiyordu. Önünde açılan ikbal yollarından daha hiç birine sapmamıştı. Bu altın kaldırımlı, mine çiçekli, cenneti andıran nurani yolların nihayetinde, daima kirli bir etek mihrabı bulunduğunu bilirdi. İnsanlık, ona göre[34] çok yüksek, çok büyüktü. İnsan, Allah’ın bir halifesiydi. Allah, insana kendi ahlakını vermek istemişti. Kuyruğunu sallaya sallaya[35] efendisinin pabuçlarını yalayan köpeğe yaltaklanma pek yakışırdı; ama, insana… Muhsin Çelebi, her türlü zilleti hazmederek ikbal tepelerine iki büklüm tırmanan maskara heriflerden nefret ederdi. Hatta bunları görmemek için insanlardan kaçmıştı. Yalnız muharebe zamanları, Gureba Bölüklerine[36] kumandanlık için meydana çıkardı. Serbest ve tabii oturuşu, Sadrazamı çok şaşırttı. Ama kızdırmadı:

      – Tebriz’e bir elçi göndermek istiyoruz. Tarafımızdan sen gider misin, oğlum?

      – Ben mi?

      – Evet.

      – Ne münasebet?

      – Aradığımız gibi bir adam bulamıyoruz da…

      – Ben, şimdiye kadar devlet memuriyetine girmedim.

      – Niçin girmedin?

      Muhsin Çelebi biraz durdu. Yutkundu. Gülümsedi:

      – Çünkü ben boyun eğmem, el etek öpmem, dedi, halbuki devletliler, mevkilerine hep boyun eğer, el etek hatta ayak öperler ve etraflarına daima hep bu çirkin hareketleri tekrarlayanları toplarlar. Mert, doğru, hür, vicdanının sesine kulak veren bir adam gördüler mi hemen onu mahvetmeye çalışırlar. Gedik Ahmet Paşa[37] niçin hançerlendi, paşam?

      Sadrazam, yavaşça dişlerini sıktı. Gözlerini süzdü. Tuttuğu kağıdı buruşturdu. Hiddetlenemiyordu. Ama yanaklarına bir titreme geldi. Vezirken değil, hatta daha beylerbeyi iken bile karşısında kimse böyle dümdüz laf söyleyememişti. Tekrar ‘‘Acaba deli mi?’’ diye düşündü. Deli değilse… bu ne küstahlıktı? Gözlerini daha beter süzdü. İçinden, ‘‘Şunun

Скачать книгу


<p>20</p>

«Trabzon valisi» – губернатор Трабзона. Во времена Османской империи молодые шехзаде (принцы) отправлялись в какой-нибудь регион империи (бейлик, санджак), где правили, благодаря чему набирались знаний и опыта. Так, Селим I управлял Трабзоном.

<p>21</p>

«Şehzade Yavuz» – шехзаде (принц) Явуз, в будущем османский султан Селим I.

<p>22</p>

«Tebriz, Bayburt, Erzincan» – Тебриз, Байбурт, Эрзинджан.

<p>23</p>

«…ile bir tutmak» – считать кого-то или что-то равным чему-то, кому-то.

<p>24</p>

«Tuğlu kavuk» – объемный мужской головной убор с кисточкой.

<p>25</p>

«Ne iş yapıyor?» – чем он занимается?

<p>26</p>

«…-ınca/-ince/-unca/-ünce» – деепричастие образа действия, отвечающее на вопрос «что сделав?». Здесь: «…позвав, придет ли к Вам?».

<p>27</p>

«…-a/-e dair» – относящийся к чему-либо, кому-либо.

<p>28</p>

«…-madan/-meden» – отрицательное деепричастие образа действия. Здесь: «Не прошло и двух минут, как…».

<p>29</p>

«İki büklüm» – сложившись пополам.

<p>30</p>

«Çekinmeden, sıkılmadan, ezilip büzülmeden» – без колебаний, стеснения и ужимок.

<p>31</p>

«…-arak/-erek» – деепричастие образа действия, отвечающее на вопрос «как?», «каким образом?». Здесь: «…всё ещё смотря на бумаги, которые он держал в руках…».

<p>32</p>

«Ne biçim adam?» – что это за человек?

<p>33</p>

«Din, millet, padişah aşkını kalbinde duyanlardandı» – был из тех, кто испытывал любовь к падишаху, нации и религии.

<p>34</p>

«-a/-e göre» – по мнению…

<p>35</p>

«…-a… – а/-e… – e» – деепричастие образа действия, отвечающее на вопрос «как?», «каким образом?». Здесь: «…виляя хвостом…».

<p>36</p>

«Gureba Bölükleri» – иррегулярные пешие и конные войска в Османской империи, формировавшиеся из нетюркских мусульманских народов; в их первоначальные обязанности входила охрана знамени Пророка в походе.

<p>37</p>

«Gedik Ahmet Paşa» – Гедик Ахмед-паша, великий визирь Османской империи.