Hürrem. Turhan Tan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Hürrem - Turhan Tan страница 4

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Hürrem - Turhan Tan

Скачать книгу

uyuşturucu almış bir hasta gibi acıdan sıyrılıyor, yavaş yavaş neşeleniyordu. Milyonlarca insanın hayatını, kaderini belirleyen, bir tek sözüyle dilediği kişiyi alçaltan veya yükselten bu güçlü adamın, ikiyüzlü bir hesaba da dayansa kendi dizinin dibinde sevgiden, vefadan bahsetmesi hoşuna gidiyor ve bu yalandan bile mutlu oluyordu.

      Hünkâr da gerçekten canlı ve heyecanlı konuşuyordu. Şairliği coşmuştu; boyuna nükteler sıralıyor ve birbiri ardınca kıvrak beyitler okuyordu. Bir aralık bu heyecan son haddini buldu ve genç Sultan, Mahidevran’ın ellerini yakalayıp, “İnan kadın, inan,” diye bağırdıktan sonra sesini birden alçalttı, dudaklarını onun kulağına yaklaştırdı, bayıltıcı bir ahenkle fısıldadı:

      Harimi cenneti hüsnün yeter penâh bana,

      Haramdır dahi bir gayri secdegâh bana.

      Mahidevran, iç yaralarından tamamıyla kurtulmuştu. Beyni döne döne ve kalbi eriye eriye efendisine sarılıyordu. Bu bir yıkılıştı, bir harap oluştu. Fakat onun için bir mutluluktu ve birkaç saatten beri çektiği acı hep bu saadeti elden kaçırma korkusundan doğuyordu. Hünkâr, muhtemel densizliklerinin önüne geçmek için avutmak istediği kadının uzun günler ayılamayacak kadar sarhoş olduğunu görünce, yavaş yavaş ciddiyetini ve sertliğini takındı, parmaklarını güzel Hasekinin saçlarından ayırmamakla beraber sesine başka bir ahenk verdi.

      “Mahidevran,” dedi, “yüreğimin içini görebiliyor musun?”

      Kadın, yarım kalmış tatlı bir rüyanın hasretini taşır gibi şaşkın ve acı içinde başını kaldırdı, efendisinin gözlerine baktı. Oradan, o iki sarı elâ köşeden yol ve ışık alıp söylenilen yere, Hünkârın kalbine inmek istedi. Fakat umduğu, aradığı yolu ve ışığı bulamadı, sarı elâ gözlere kumral bir yüzün, beyaz bir endamın yerleştiğini görür gibi oldu, sendeledi ve inledi.

      “Yüreğinde o Rus kızı oturuyor!”

      Süleyman güldü.

      “Demek ki sen bana bakıp onu görüyorsun!”

      Ve iki uzun öpücük arasında ekledi.

      “Ben sana bakıp onu unutmak istiyorum. Buna inanmalısın!”

      Tam bu sırada kilerci kadın içeri girdi, sofra kurmaya girişti. Mahidevran, yine ümitsizlikle ümit arasında sallanıyordu. Fakat yemekten sonra ümit yıkıldı, hayal kırıklığı başladı. Çünkü Hünkâr, “İşim var, artık ayrılalım,” deyip dairesine çekilivermişti.

      Bu görüşmenin, bu baş başa kalışın son olduğunu tahmin etseler acaba böyle mi ayrılırlardı?

      ATEŞ HATTINDA AŞK

      Artık o isim, Hürrem ismi, âşık Padişahın ağzında efsunlu bir meze, bir çerez halini almıştı. Her şarap kadehi sonunda bu ismi çiğniyordu, şarap zevkini onunla olgunlaştırıyordu.

      Sadrazam Piri Paşa, yer öpüp geri çekildi. Hünkârın yüzünü biraz solgun gördüğü için endişelenmişti. Önüne bakar gibi davranarak gizlice bu soluk yüzün sakladığı düşünceleri araştırıyordu. Süleyman, uzunca bir süre sessiz kaldıktan sonra, odanın bir kenarında serili duran Bursa ihramını gösterdi.

      “Otur, Lala,” dedi, “Ayakta durma.”

      Piri Paşa, yere kadar eğildi ve telaşla cevap verdi.

      “Estağfurullah, Efendim. Kul haddini bilir.”

      “Uzun etme Lala, otur. Çünkü konuşmamız hayli uzun sürecek. Yorulur, rahatsız olursun.”

      Sadrazam bu sefer, “El’emrü fevkal edeb,” dedi, işaret olunan yere oturdu ve Hünkârın sorduğu soru üzerine anlatmaya koyuldu.

      “Kurtoğlu, Rodos işini dilinden düşürmez oldu, hakkı da yok değil. Mısır ’a gidip gelecek gemilerimizin güvenliği için adanın alınması gerek.”

      Hünkâr, Sadrazamın sözünü kesti.

      “Eski hıncı çıkarmak için de bu işi başarmak lazım.”

      “Doğrudur, Şevketli Hünkâr. Hınç meselesi de var. Fakat biz, öç almak için değil, Akdeniz’i de Türk yapmak için Rodos’a el atmak isteriz. Şövalyeler yol kesenlik ediyor, şu koyda, bu koyda pusu kurup silahsız yolcuları yakalıyor, küreğe koyuyorlar. Hainlerin elinde binden fazla tutsak bulunduğunu sanıyorum. Onlar, bizim yardıma koşmamızı bekliyor.”

      “İyi ya, hemen yürüyelim. Ne bekliyoruz böyle?”

      “Kurtoğlu kulun da öyle diyor. Vezir Mustafa kölense oturamaz oldu, elinden gelse tek başına Rodos’a koşacak.”

      Hünkârın kaşları çatıldı.

      “Ben de telaş içindeyim, bir an önce savaşa girişmek istiyorum. Fakat sen, yalnız sen, bıyık falından ayrılmıyorsun.”

      “Merhamet buyur Hünkârım, celallenme. Olay büyüktür, düşünmek ve çok düşünmek ister. Makamı cennet olsun, pederiniz merhum gibi bir sahipkıran, Rodos üzerine yürümeyi ağırdan aldı, acele eylemedi. Ben kulun o zaman Kurtoğlu gibi, Mustafa Paşa gibi davranıyordum, hemen yürüyelim diyordum. Merhumdan kötü söz işittim. Ancak o haklıydı, biz kısa düşünüyorduk.”

      Ve önemli bir hatıranın zihninde kımıldanmasıyla kendinden geçmiş gibi sesi değişe değişe anlattı Sadrazam.

      “Rahmetli Efendimin emriyle yüz elli gemi yapmaya başlamıştık. Yüz kadırga da hazırdı, Hünkârın küçük bir işaretini bekliyordu. Orduyu da hemen sefere çıkacak hâle koymuştuk. Merhum, bu durumda bir gün bizi huzuruna çağırttı, sordu.

      ‘Beni Rodos’a götürmek istiyorsunuz, değil mi?’

      Ben, sevine sevine cevap verdim.

      ‘İznin olursa öyle, Hünkârım.’ ‘Peki, ne kadar barutunuz var?’ ‘Dört ay sürecek bir muhasaraya yeter miktarda!’ ‘Bu kadar barutla Rodos alınmaz. Siz ata gemsiz binen, yola azıksız çıkan gafillersiniz. Benim de alnıma kir süreceksiniz. İlkin hazırlığınızı tam yapın, sonra orduyu sefere sürün.’”

      Piri Paşa, Yavuz’la yapılan bu konuşmayı aktardıktan sonra, o günün hâlâ yaşayan utancını silmek ister gibi elini alnına götürdü.

      “İşte,” dedi, “bu söz bana ders oldu. Bol gemi, bol barut, bol azık sağlamadıkça, adayı alacağımıza inanç getirmedikçe bu yaman işe el vurmayı doğru bulmuyorum.”

      Süleyman sinirlenmişti. İhtiyar vezirin ağırdan alma ve tedbir tavsiye eden sözlerinden huylanmıştı. Onun Rodos işini başarılması çok güç bir iş şeklinde tasvir etmesi, aynı zamanda gururuna da dokunuyordu. Bu sebeple hırçınlaştı.

      “Kanın sulanmış,” dedi, “eski ataklığın kalmamış. Fakat ben henüz gencim, atılganım. Böyle de olmasam Rodos’un Belgrad’dan daha sarp olmadığını biliyorum. Orada Macarları nasıl yendiysem, burada da şövalyeleri berbat edeceğime eminim.”

      Ve

Скачать книгу