Afrika masalları. E. J. Bourhill

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Afrika masalları - E. J. Bourhill страница 8

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Afrika masalları - E. J. Bourhill

Скачать книгу

bir gün Prenses ve Tavşan yalnız kalmıştı. Tavşan sordu: “Sihirli tüyünü kim aldı, biliyor musun?”

      “Evet, biliyorum,” dedi Prenses. “Sen aldın.”

      “Çok haklısın,” dedi Tavşan. “Peki, tüyü nereye sakladığımdan haberin var mı?”

      “Hayır,” diye cevap verdi Prenses. “Fakat sayende sihirli tüyümün güvende olduğundan eminim. Lütfen onu saklamaya devam et, yalnız bir kez görmeme izin ver.”

      Prenses öyle güzeldi ki Tavşan, onun bu isteği karşısında daha fazla direnemedi. Hemen gidip tüyü getirdi. Prenses tüyü eline aldı fakat onu kullanarak kaçmayı denemedi. Gülmekle yetinip tüyü Tavşan’a fırlattı.

      Tavşan bir anda yakışıklı bir prense dönüşüverdi. Prenses buna öyle sevinmişti ki! Tavşan Prens, bu durumun gelecekteki hayatında büyük bir değişimi beraberinde getireceğini anlamıştı. Artık eşit olduklarına göre Prenses’i elde etmeye çalışabilirdi. Gelgelelim, ona hediye edebileceği toprağı yoktu. Sonra Duiker’in güzel tarlası geldi aklına. “Artık bir insanım,” dedi Tavşan. “Duiker’i öldürüp tarlasını Prenses’e veririm.”

      Pusu kurup bekledi ve küçük antilopu öldürüp kulübeye getirdi. O akşam yemeğinde bu eti yediler. Bu sırada Tavşan Prens, Prenses’e sordu: “Benimle evlenir misin?”

      Prenses, “Evet, elbette evlenirim,” dedi ve ekledi: “Ama bunu kimselere söylemeyelim. Her gün memleketimden gelen kuşlar bu haberi işitmemeli zira annemle babam yeryüzündeki bir faniyle evlenmeme asla izin vermez.”

      Bu arada kuşlar Prenses’i beklemekten usanmıştı. Kendi aralarında şöyle konuşuyorlardı: “Bütün bunlar Tavşan Prens’in suçu. Onu öldürmeliyiz. Aksi halde Prenses bir daha evine dönemeyecek.”

      Sonra ülkenin en bilge büyücüleri kabul edilen ve çok yakında yaşayan Fare ile Ağaçkakan’a danıştılar. Fare ve Ağaçkakan, Prens’in yemeğine konulabilecek güvenli bir zehirden bahsetti. Fakat Prenses kendi tebasını pek iyi tanıdığından Prens’i tam vaktinde ikaz etmeyi başardı.

      Prens hiçbir şey yemedi. Böylelikle ölüm tehlikesinden kurtuldu. Bu süre zarfında Fare ile Ağaçkakan, genç Prens’e öyle ısınmıştı ki artık ona bir kötülük yapmayı redderek evlerini onun kulübesine yakın bir yere kurdular. Böylece genç adamı her gün görebileceklerdi.

      Fakat artık Prenses kendi ülkesine dönmek istiyordu, evini ve ailesini çok özlemişti. Prens’e şöyle dedi: “Annemle babamı görmek ister misin?”

      “Çok isterim,” diye cevap verdi Prens. “Nerede yaşıyorlar?”

      “Gökyüzünde yaşıyorlar,” dedi Prenses. “Haydi git de sihirli tüyümü bana getir.”

      Tavşan Prens tüyü bir kez daha sakladığı yerden çıkarıp Prenses’e verdi. Genç kadın, sihirli tüyü yere koydu. Bir anda tüy uzamaya başladı, ta ki bulutlara ulaşana dek uzamaya devam etti.

      Sonra tırmanmaya başladılar. Önce Prens ile Prenses çıktı tüyün üzerine. Ardından Fare ile Ağaçkakan onları izledi. Prens’i tehlikelerden korumak için onlarla gelmek istediklerini söylemişlerdi. Bulutların tepesine çıkana kadar tırmandılar. Devasa bir mağaranın ağzında buldular kendilerini. Fakat burası büyük taşlarla kapalıydı. Prenses çaresizlik içinde haykırdı: “Bu kayaları nasıl kaldıracağız?”

      “Benim kemirip içini oyamayacağım hiçbir şey yoktur,” dedi Fare. “Birkaç dakika denememe izin verin.”

      “Bulutların tepesine çıkana kadar tırmandılar.”

      Ağacın bir köşesini var gücüyle kemirmeye başladı ama pes etmek zorunda kaldı çünkü taşta küçücük bir delik dahi açmayı başaramamıştı.

      Bunun üzerine Ağaçkakan ileri atıldı. “Bir de ben deneyeyim,” dedi. “Ben küçük yuvamı ağaçlara yaparım. Gagamın giremeyeceği bir gedik görmedim henüz.”

      Bu sözlerin ardından Ağaçkakan büyük taşın kenarına dikkatle vurmaya başladı. Sonra birden şöyle bağırdı: “İşte şimdi oldu!”

      Taşın bir kenarında parmak kadar bir fırdöndü bulmuştu. Bunu çekince taş geriye yuvarlandı ve mağaranın ağzı açıldı.

      Prens tam Prenses’le birlikte içeri girmek üzereyken kocaman bir canavar çıktı karşılarına. Başında iki boynuz vardı. Her bir boynuza ise bir insan kafası saplanmıştı. Vücudu baştan aşağı gözlerle kaplıydı ve yeşil ışıklar saçan bu gözlerinin her birini Prens’e çevirmişti. Ama Prenses’in uzun tüyünü bir kez daha çekip canavarın yüzüne batırması yetti. Canavar bir anda toz olup uçuverdi!

      “Artık güvenle ilerleyebiliriz,” dedi Prenses. İçeri girip mağaranın diğer ağzına kadar yürüdüler. Şimdi tıpkı bizimkine benzeyen bir başka dünya vardı karşılarında. Yemyeşil büyük vadilerde çağlayarak akan ırmaklar görülüyordu. Bunların önünde ise özenle yapılmış saz kulübelerin oluşturduğu büyük bir kraal bulunuyordu. İşte burası Prenses’in ülkesiydi. Genç kız büyük bir neşeyle evine doğru koştu. Annesiyle babası insan şeklinde gelip kızlarına sarıldı. Sonra Prenses’in kadın erkek bütün dostları neşe içinde yanına koşturup onu karşıladı. O âna dek Prens bütün bu kişileri birer kuş olarak görmüştü.

      “Yanındaki bu adam da kim? Onu nereden buldun?” diye sordu Prenses’in babası, karşılama töreni sona erince.

      “Onu aşağıdaki dünyadan çaldım,” diye cevap verdi Prenses neşeyle gülerek.

      Babası kaşlarını çatmıştı. Yeryüzü sakinleriyle hiç işi olmazdı. Onlarla herhangi bir ilişki kurma düşüncesi onu çok kızdırmıştı. Prenses, Tavşan Prens’i kendisine eş olarak seçtiğini açıkladığında hem anne babası hem de arkadaşları çok bozuldu. İki gencin evlenmesine kesin bir dille karşı çıktılar. Prenses, sevgilisi adına çok dil döküp yalvardı. Genç adamın hünerlerinden söz ederek hiçbir kızın böyle zeki ve asil bir kocası olmadığını anlattı. Fakat yaşlı Şef, bulutlar diyarından bir kızın yeryüzünden bir erkekle evlenmesinin görülmüş şey olmadığını söyleyerek konuyu kapattı. Prens kendi ülkesine dönmeliydi.

      Gelgelelim, Prenses genç adama sıkı sıkıya tutunup onu göndermeyi reddetti. Bunun üzerine Prenses’in ailesi ve arkadaşları, Tavşan Prens’in öldürülmesine karar verdi. Prenses’in eve dönüşünü kutlamak üzere büyük bir ziyafet düzenlediler. Fare yemek tencerelerinin dibinden ayrılmıyor, bütün gün etrafta dolanıp leziz yemekleri didik didik ediyordu. Kimsecikler onu görmese de Fare’nin ufak siyah gözlerinden hiçbir şey kaçmıyordu. Ziyafet sabahı misafirler için sofranın hazırlanmış olduğunu gördü. Prens’e ayrılan yemekler iki küçük siyah tencereye konmuş ve yeşil yapraklarla süslenmişti. Kimsenin yemeklere bakmadığı sırada tuhaf giyimli bir kadın belirdi. Şüphesiz bir cadıydı bu. Prens’in yemeklerine garip bir toz serpti fakat diğer tencerelere hiç dokunmadı.

      Tam ziyafet başlayacakken Fare, Prens’in sırtına

Скачать книгу