Deliler saltanatı. İskender Fahrettin Sertelli

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Deliler saltanatı - İskender Fahrettin Sertelli страница 13

Жанр:
Серия:
Издательство:
Deliler saltanatı - İskender Fahrettin Sertelli

Скачать книгу

Sultan Turhan Sultan’ın cevabını beklemeden gitti.

      Turhan Sultan, kapıyı kapayıp göz ucuyla bohçaya baktı.

      İlk bakışta yerde duran bohçanın içinden akan kanlar, Acem halılarının üzerinde net görünmüyordu.

      Turhan Sultan kapıyı kapattıktan sonra ilk iş olarak bohçayı açtı, aslında Turhan Sultan, bohçadan kimin başının çıkacağını tahmin ediyordu, zaten bu yüzden Hamza Bey geldikten sonra, Kösem Sultan’ın karşısında ağzından tek bir kelime bile çıkmamıştı.

      Bohçanın içindeki Ferahfeza’nın başı canlı gibiydi, Turhan Sultan bu başı görünce bütün tüyleri ürperdi:

      “Ferahfeza! Sen misin?” diye bağırdı.

      Genç kızın çehresi solmuştu. Kesik boynundaki inci gerdanlığı kan pıhtılarıyla boğazına yapışmıştı.

      Turhan Sultan ne yapacağını bilemez bir halde, odanın içinde deli gibi aşağı yukarı dolaşıyor “Ben ne yaptım?” diyordu. “Biraz sonra bu başın kime ait olduğu anlaşılırsa, bunu nasıl açıklayacağım?”

      Bir yandan zihnini toparlamaya çalışırken, bir yandan da kesik başı bir köşeye götürüp sakladı.

      Kösem Sultan, dairesine geçince, her şeyden önce nedimesini arayacaktı! Bulamayınca kıyametler kopacaktı!

      Turhan Sultan, korkuyla bunları düşünürken aklına bir çare geldi: Bir başkasının daha kanına girerek bu işin içinden sıyrılacaktı.

      Turhan Sultan’ın planına göre Hamza’yı feda edecek, Hamza’nın kendisine bir gösteriş yapmak için Ferahfeza’yı öldürdüğünü söyleyecek, böylece bütün cinayetin mesuliyetini bu zavallı gence yükleyecekti.

* * *

      Bu esnada Padişah sokağa çıkmak için hazırlanıyordu. Sarayın en güzel cariyelerinden biri olan Şekerpare, Sultan İbrahim’in sakalını incilerle süslüyerek hazırlanmasına yardım ediyordu.

      Kadın çeşitliliğinden çok hoşlanan ihtiraslı Padişah, genç kızın memelerini sıkıştırarak mırıldanıyordu:

      “Şekerparem! Sen, kırmızı dudaklarınla, pembe beyaz vücudunla gözüme o kadar güzel görünüyorsun ki… Cennet meyvesi gibi, seni bir hamlede yiyip bitirmek istiyorum.”

      Şekerpare’nin kıvrık kirpikleri ve iri siyah gözleri gerçekten de Padişahın başını döndürüyordu.

      Sultan İbrahim, daha fazla dayanamayıp genç kızın beline kollarını doladı ve onu öpüp sıkıştırmaya başladı.

      Hasekilerin hepsinden güzel ve biraz da cüretkâr bir kız olan Şekerpare;

      “Padişahım, beni çok sıkmayınız. Belim kırılacak!” diye bağırınca, Sultan İbrahim büsbütün coştu.

      “Aşüfte,” dedi, “benim halvetim senin için bir saadettir. Bana mani olma. Saçlarını dök. Göğsünü aç. Bak kalbim nasıl çarpıyor! Gerçekten, senden çok hoşlandım. Turunçlarını boynuma sür. Haydi, durma!”

      Şekerpare, Padişahın zayıf damarını bulunca, her zaman ele geçmeyen bu fırsatı kaçırmak istemedi.

      “Padişahım,” dedi, “benden hoşlanıyorsunuz ama, bana hiç iltifat etmiyorsunuz! Benim diğer hasekilerden ne eksiğim var? Boyum, posum, yüzüm hepsinden güzel değil mi? Biricik Şekerpare’niz de diğer hasekileriniz arasında bulunursa ne olur?”

      Bu sözler üzerine Padişah sokağa çıkmaktan vazgeçti, hemen bir eğlence tertip etti, nar şerbetleri amberler sırayla Padişahın dairesine getirildi. Keyfi yerinde olan Padişahla cariyesi baş başa kalınca sabaha kadar eğlendiler. Sabahleyin güneş doğarken, geceki eğlencenin yorgunluğuyla bitkin bir halde yatağında yatan Padişahın huzuruna Kızlarağası geldi.

      Kızlarağasını gören Sultan İbrahim, genç cariyesi Şekerpare’ye hitaben “Senin ismin de bundan sonra Şekerpare Sultan olsun!” dedi. Şekerpare, bu sözlerini duyunca Efendisinin ayaklarına kapanarak teşekkür etti.

      Kızlarağası duydukları karşısında şaşkınlığından neredeyse küçük dilini yutacaktı. Cariye Şekerpare bir anda Padişah karısı olmuştu!

      Kızlarağası gözlerine ve kulaklarına inanamıyordu.

      Nasıl inansın ki? Şekerpare’nin daha üç gün evvel bizzat Padişah tarafından eski vezirlerden birinin oğluna verilmesi emredilmişti.

      Hâlbuki Şekerpare, vezir oğluna varmak istemiyordu. Onun en büyük emeli sultan olmaktı.

      Genç kızın böyle bir istekte bulunma hakkı vardı. Öyle ya. Genç kız neden sultan olmasındı?

      Şekerpare’nin diğer hasekilerden ne farkı vardı? Diğerleri kadar terbiyeli, hatta hepsinden daha güzel ve sevimliydi.

      Şivekâr Kadın, Üsküdar sokaklarından saraya getirilir ve resmen Padişah karısı olur da sülün gibi zarif, güzel Şekerparecik neden sultan hanım olamazdı?

      Padişahın dairesine cariye olarak giren Şekerpare’nin, sultan olarak çıktığını duyan diğer cariyeler ve hasekiler hemen kıskançlığa ve dedikoduya başladılar:

      “Ben size söylemedim mi, bu şırfıntıyı Hünkârın yanına sokmayalım diye?”

      “Efendimiz de bu maskaranın neresini sevmiş, bilmem ki.”

      “Zaten, devlet kuşu böyle miskinlerin başına konar!”

      “Bu habere inanmak için deli olmalı!”

      “Neden?”

      “Nedeni var mı a canım? Padişah, Şekerpare’yi, daha üç gün önce Hüseyin Paşa’nın oğluna vermedi mi?”

      “Hünkârın keyfinin kâhyası değiliz ya. O gün verdiyse, bugün de geri alması güç bir iş değil!”

      “Ah Yarabbi. Ne saadet bu? Bir günlük sultanlık için, bütün ömrümü veririm.”

      “Deli!”

      “Ben, sen. Hepimiz deliyiz. Bir kişi dışında…”

      “O da kim?”

      ”Turhan.”

      “Haaa. Şu Rus dönmesi mi?”

      “Beğenemedin mi?”

      “Nesini beğeneyim?”

      “Şeytanlıkta hepimizi geride bıraktı. Arasıra Efendimizin iltifatına da mazhar oluyor. Şivekâr’la arası açık olduğu halde, Padişah onu hoş görüyor.”

      Şekerpare, bu dedikoduları duyunca daha önceki bir iftira olayında bir gecelik halvet karşılığında kendisini kurtaran Sadrazam Mehmet Paşa’nın yanına koşarak:

      “Aman

Скачать книгу