İnsanlığın yeme tarihi. Tom Standage

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İnsanlığın yeme tarihi - Tom Standage страница 6

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
İnsanlığın yeme tarihi - Tom Standage

Скачать книгу

sağladığından daha üretken bir aktivite olarak görünür. Yirmi beş kişiden oluşan bir grup insan sadece yirmi beş akrelik2 [yaklaşık 101.000 m2’lik] bir arazi üzerinde tarım yaparak varlıklarını sürdürebilir. Avcılık ve toplayıcılık ile hayatta kalmada kendilerine gerekecek on binlerce akrelik alandan çok daha küçük bir alandır bu. Ancak harcanan saat başına üretilen besin miktarıyla ölçüldüğünde tarımın daha az üretken bir aktivite olduğu ortaya çıkar. Diğer bir deyişle tarım aslında çok daha zahmetli bir iştir.

      Kuşkusuz, gösterilen çaba, yetersiz beslenme ya da açlık konusunda insanların artık endişelenmemeleri anlamına gelseydi değerlidir denebilirdi, değil mi? Cevabı size kalmış. Bununla birlikte, avcı-toplayıcıların kendilerinden sonra gelen ilk çiftçilere göre çok daha sağlıklı olduğu görülmektedir. Arkeolojik bulgulara göre avcı-toplayıcılara kıyasla çiftçiler diş minesi rahatsızlıklarına daha fazla yakalanmaktaydı. Avcılık ve toplayıcılığa nazaran tarım daha az çeşitli ve daha az dengeli bir beslenme biçiminin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Buşmanlar birkaç çeşit besin maddesiyle idare etmek yerine yaklaşık yetmiş beş farklı tip yabani ot yemektedir. Tahıl ürünleri, yüksek kalorili besin depoları olsa da bunlar temel besin ögelerinin tamamını içermezler.

      İşte bu yüzden çiftçilerin boyları avcı-toplayıcılara göre daha kısadır. İskelet kalıntılarından hareketle boy farkını saptamak mümkündür. Örneğin, dişlerden yola çıkarak adlandırılan “diş çağı” ile uzun kemiklerin boyları ile ifade edilen “iskelet çağı” karşılaştırılarak bu saptama yapılabilir. Diş çağından daha düşük derecede olan iskelet çağı yetersiz beslenmeden kaynaklanan bodur büyümenin kanıtı olarak gösterilir. Yunanistan ve Türkiye’deki iskelet kalıntıları, yaklaşık 14.000 yıl önce son buzul çağının bitiminde, avcı-toplayıcıların ortalama uzunluklarının erkeklerde 175 santim, kadınlarda ise 165 santim olduğunu ortaya koymaktadır. M.Ö. 3000 itibariyle, yani tarıma geçtikten sonraki bir zamanda, bu ortalamalar erkeklerde 160 santime, kadınlarda ise 152 santime kadar düşmüştür. Yalnızca modern zamanlarda insanlar avcı-toplayıcı atalarının boyuna erişebilmiştir. Ama bu da sadece dünyanın en zengin bölgeleri için geçerli olan bir durumdur. Bu arada Yunanlar ve Türkler, Taş Devri atalarına göre bugün hâlâ kısa boyludur.

      Bununla beraber çoğu hastalık, kemikleri yapısal yönden hasara uğratmıştır. Kemikler üzerine yapılan çalışmalardan anlaşıldığına göre çiftçiler, yetersiz beslenmeden kaynaklı çeşitli hastalıklarla boğuşmak zorunda kalmışlardı. Avcı-toplayıcılar ise bu tür hastalıklara ya nadiren yakalanmış ya da hiç yakalanmamıştır. Avcı-toplayıcıların yakalanmadığı hastalıklar arasında şunlar vardır: raşitizm (D vitamini eksikliğinden kaynaklanır), iskorbüt (C vitamini eksikliğinden kaynaklanır) ve anemi (demir eksikliğinden kaynaklanır). Yerleşik yaşam tarzının bir getirisi olarak çiftçiler aynı zamanda cüzam, tüberküloz ve sıtma gibi bulaşıcı hastalıklara karşı da daha hassastı. Tahıl ürünlerine olan bağlılıkları ortaya başka sonuçlar da çıkarmıştı: Kadın iskeletleri genellikle eklem hastalıklarının; ayak parmakları, dizler ve beldeki bozuklukların birer kanıtını sunar. Tüm bunlar aslında tahıl tanelerini öğütmek için el değirmeninin günlük kullanımı ile ilişkilidir. Diş kalıntıları, çiftçilerin avcı-toplayıcıların hiç bilmediği, diş çürüklerinden kaynaklı sorunlar yaşadıklarını göstermektedir. Bu çürükler, tahıl ağırlıklı besinlerdeki karbonhidratların, yiyecekler ağızda çiğnenirken oluşan salyadaki enzimler tarafından şekere dönüştürülmesiyle alakalıdır. Böylece iskeletlerin incelenmesiyle saptanabilen yaşam süresi de düşmüştür. Illinois Nehir Vadisi’nden elde edilen kanıtlar, avcı-toplayıcılarda yirmi altı yıl olan tahmini yaşam süresi ortalamasının, çiftçilerde on dokuza kadar düştüğünü göstermektedir.

      Bazı arkeolojik kazı yerlerinde, avcı-toplayıcıların gitgide yerleşik yaşama geçmesi ve takip eden süreçte de tarıma başlamalarıyla birlikte sağlıkta gerçekleşen değişimin seyrini takip etmek mümkündür. Tarımla uğraşan gruplar yerleşik yaşama geçip nüfuslarını artırdığı ölçüde yetersiz beslenme, parazit ve bulaşıcı hastalıklara yakalanma vakalarında artışların yaşandığı görülmektedir. Başka kazı yerlerinde ise yan yana yaşamış avcı-toplayıcı ve çiftçilerin yaşam koşullarını mukayese etmek mümkün olabilmektedir. Yerleşik çiftçiler her durumda, konargöçer komşularına kıyasla daha sağlıksız bir durumdadır. Çiftçiler hem daha az çeşitli, hem de daha az besleyici yiyecekler elde etmek için uzun ve zahmetli bir çalışma yürütmek zorundaydılar; bir de hastalıklara yakalanmaya daha fazla meyilliydiler. Peki, tüm bu zorluklara rağmen insanlar niçin tarıma geçmiş olabilir?

      Tarımın Kökenleri

      Burada kısaca söylenecek şey şudur: Geriye dönüşün imkânsız olduğu ana gelene kadar insanlar, ne olup bittiğini tam olarak fark edemediler. Avcılık ve toplayıcılıktan tarıma geçiş, insanlık tarihinin genel seyri içerisinde bakıldığında her ne kadar “ani” bir şekilde yaşanmış gibi görünse de, bireysel çiftçilerin gözünden bakıldığında bu geçiş esasen adım adım yaşanmıştır. Yabani ekinler ile tarımsal ekinler arasında bir süreklilik varken, saf avcı-toplayıcılarla yaşamlarını bütünüyle tarıma dayalı olarak sürdürenler arasında bir kopukluk görülür.

      Avcı-toplayıcılar, kimi zaman elde ettikleri besini artırmak için ekosistemi kendi çıkarlarına uygun hale getirirlerdi. Ne var ki bu, bilinçli bir şekilde yapılan geniş ölçekli ekip biçme işleminin –yani tarımın– getirisinin oldukça gerisinde kalmaktadır. Örneğin, ateşi kullanarak toprağı temizleyip üzerinde yeni şeylerin yetiştirilmesinin sağlanması, en az 35.000 yıllık bir tarihe sahiptir. Günümüze kadar varlıklarını devam ettiren avcı-toplayıcı gruplardan biri olan Avustralya aborijinleri, mevcut besin kapasitelerini artırmak için zaman zaman belirli bir toprak parçasına tohum ekerler. Aborijinlerin beslenmesinde çok önemli bir yer kaplamadığı için bu uygulamayı tarımsal faaliyet olarak adlandırmak abartı olabilir. Çünkü ekosistemin bilinçli bir şekilde insanların kendi ihtiyaçlarına uygun hale getirilmesi demek, onların artık avcı-toplayıcı bir yaşam tarzında olmadıkları anlamına gelir.

      İnsanların saf avcı-toplayıcılıktan, şimdiye dek hiç olmadığı ölçüde tarıma dayalı ürünlere bel bağlaması (ve sonucunda da bunlara bağımlı kalması) sürecinde tarıma geçişin adım adım yaşandığı görülmektedir. Bu geçişi açıklayan teorilerin sayısı oldukça fazladır. Muhtemelen bu sürecin tek bir sebebi yoktur. Bu süreçte birden fazla etkenin bir araya gelmesinin etkileri söz konusudur. Tarımın bağımsız bir şekilde ortaya çıktığı yerlerin her birinde bu faktörlerden biri ya çok etkili ya da çok etkisiz bir rol oynamıştır.

      Tarıma geçiş sürecindeki en önemli faktörlerden birinin iklim değişikliği olduğu anlaşılmaktadır. Buz çekirdekleri, derin denizlerden alınan sondaj örnekleri ve polen profillerinin analizine dayanarak eski çağların iklimleri üzerine yapılan çalışmalar, M.Ö. 18.000 ile M.Ö. 9500 arasında iklimin soğuk, kurak ve hayli değişken olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bu yüzden bitki ekimi ya da tarımsal bir ürüne dönüştürülmesine dönük herhangi bir girişimin başarı şansı yoktu. Şaşırtıcıdır ki, Suriye’nin kuzeyindeki Tel Abu Hureyra adlı yerde böylesi bir girişime dair elimizde bir kanıt bulunmaktadır. M.Ö. 10.700’lerde burada yaşayan insanların çavdar bitkisini tarımsal üretimle elde etmeye başladıkları anlaşılmaktadır. Ancak onların bu girişimleri, M.Ö. 10.700’lerde başlayıp yaklaşık 1200 yıl süren Genç Dryas diye bilinen

Скачать книгу


<p>2</p>

Akre, Britanya, Kanada ve ABD’de kullanılan arazi ölçüsü birimidir. Bir akre, yaklaşık olarak 4.047 m2’ye eşittir. (e.n.)