İnsanlığın yeme tarihi. Tom Standage

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İnsanlığın yeme tarihi - Tom Standage страница 10

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
İnsanlığın yeme tarihi - Tom Standage

Скачать книгу

üzerinde bir hâkimiyeti yoktu. Avcı-toplayıcı grupları, konargöçer bir yaşam sürdürmek; geçici olarak konakladıkları kamp alanı etrafındaki besin kaynaklarının azalmasıyla birlikte birkaç hafta geçmeden başka yerlere göçmek ve göç etmeye başladıkları zaman da her şeylerini yanlarına almak durumundaydılar. Tabii her şeyi taşımak zorunda kalmak, mal biriktirmelerini engelliyordu. Örneğin, Afrikalı bir avcı-toplayıcı ailesi üzerine araştırma yürüten antropologların çıkardıkları bir envantere göre avcı-toplayıcı bir ailenin, herkesin ortak kullandığı bıçak, mızrak, yay ve oklar, bileklik, ağ, sepetler, keser, düdük, flüt, kastanyet, tarak, kemer, çekiç ve şapka gibi araç ve gereçlere sahip olduğu ortaya çıkarılmıştır. Bugün gelişmiş dünyada yaşayan sadece birkaç aile sahip olduğu şeyleri böyle tek bir cümle içerisinde listeleyebilir. Ayrıca bu araç ve gereçler, ortak mal olduğu için herkes tarafından da serbestçe kullanılmaktaydı. Herkesin kendi bıçağını ya da mızrağını taşımasındansa, bunların paylaştırılması daha mantıklıdır; çünkü grup içindeki kişiler bir başka seferde ağ ya da yay gibi diğer aletleri taşıyabilirler. Araç ve gereçlerin ortak kullanıldığı gruplar, bunların bireylerce kıskanç bir şekilde korunduğu ya da saklandığı gruplara göre daha esnek olabildikleri gibi hayatta kalmada başarı şansları da bir o kadar fazladır. Özetle, eşyaların ortak kullanımına yönelik toplumsal bir baskının olduğu gruplar hızla çoğalabilmişlerdir.

      Paylaşıma dönük bu zorunluluk besin için de geçerlidir. Modern avcı-toplayıcılarda şöyle bir kural vardır: Kampa yiyecek getiren kişi, getirdiği yiyeceği, yemek isteyen herkesle paylaşmak durumundadır. Bu kural kıtlıklara karşı bir “sigorta” işlevi görür. Sıradan bir günde yeterli besin bulmanın hiçbir garantisi olmadığı gibi en usta avcılar bile yalnızca birkaç günde bir hayvan avlayabilirler. Eğer herkes bencil olup yemeğini yalnızca kendisi için saklarsa insanlar her daim açlıkla boğuşmak zorunda kalırlar. Paylaşmak, besin miktarının eşitçe bölüşülmesini ve insanların aç kalmamasını güvence altına alır. Bugünkü avcı-toplayıcı grupları üzerine yapılan etnografik çalışmalar, kimi grupların paylaşmaya yönelik çok daha detaylı kurallara sahip olduğunu ortaya koymuştur. Kimi durumlarda avcının, kendi yakaladığı hayvandan kendisine bir pay çıkarmasına dahi (ailenin bir üyesinin dolaylı yoldan bir miktar besinin avcıya verilmesini sağlamasına rağmen) müsaade edilmez. Benzer şekilde, bir toprak parçası ile bu toprak parçasındaki besin kaynakları üzerinde hak talep etmeye de müsaade edilmez. Böylesi kurallar, avcılığın ve toplayıcılığın risk ve mükâfatlarının grup üyelerince paylaşımını güvence altına alır. Tarihsel olarak, besinlerin ortak kullanımına dönük pratikleri olan grupların bu pratiklere sahip olmayanlara göre hayatta kalmada başarı şansları daha fazladır. Çünkü kaynakların ele geçirilmesini temel alan rekabet, hem kaynakların aşırı sömürüsüne yol açabilir, hem de mülkiyet üzerine çıkan anlaşmazlıklar grubun parçalanmasıyla sonuçlanır. Bir kez daha besinlerin paylaşımı burada galip gelmiştir; çünkü paylaşım, bu pratiğe sahip olan gruplara sınırsız avantajlar sağlamaktadır.

      Tüm bu anlattıklarımız, avcı-toplayıcıların kişisel bir saygınlık elde etmede mal biriktirmek gibi bir işle uğraşmadıkları anlamına gelir. Ayrıca insanlarla paylaşılması önünde bir engel yokken böyle bir şey neden dert edilsin? Zenginliğin ya da özel mülkiyetin ilk belirtilerinin ortaya çıktığı tarımsal üretimin gelişine kadar bu böyle devam etti. Afrika’daki avcı-toplayıcılar üzerine çalışmalar yürüten bir antropologun işaret ettiği gibi:

      Bir Buşman, diğer Buşmanların kendisini kıskanmalarının önüne geçmek için elinden gelen her şeyi yapabilir. Bu nedenle Buşmanların sahip olduğu birkaç özel eşya, grup üyeleri arasında sürekli dolaşımda bulunur. Kimse bir bıçağı, bunu çok istese bile, elinde uzun süre tutmak gibi bir şeyle özel olarak ilgilenmez; çünkü bu şekilde o kişi kıskançlık nesnesine dönüşecektir. Kişi eğer oturup bıçağının ince kenarını parlatmakla vaktini harcıyorsa gruptaki diğer kişilerden şöyle bir söz işitmesi muhtemeldir: “Şuna da bak, nasıl da bıçağıyla özenle ilgileniyor.” Sonra birisi çıkar ve ondan bıçağı ister –ki herkes bunu yapabilir– ve bıçak da onu isteyen kişiye verilir. Kültürleri birbirleriyle paylaşım üzerine kuruludur. Bir Buşman’ın, grubun diğer üyeleriyle yiyecek ya da su gibi şeyleri paylaşmadığı bir durum hiç yaşanmamıştır. Aralarında çok katı bir koordinasyon olmaksızın Buşmanların Kalahari Çölü’nün kıtlığı ve susuzluğunda ayakta kalmaları çok zordur.

      Avcı-toplayıcılar gösterişe, kendilerini afişe etmeye karşı da temkinli oldukları için bunu önlemeye dönük çeşitli kurallar koyarlar. Örneğin, Buşmanlar ideal bir avcının gösterişten uzak ve ölçülü olması gerektiğine inanırlar. Avdan dönüldüğünde, koca bir hayvanı avlamış olsa bile avcı avdaki başarısını abartmamakla yükümlüdür. Grubun üyeleri avı almaya geldiklerinde ise gördükleri şeyin boyutu karşısında düş kırıklıklarını gösterebilirler: “Ne yani, şimdi biz onca yolu bu kemik torbası için mi yürüdük?” Böyle bir durumda avcıdan uyumlu davranması ve söylenenler karşısında kırılmaması, gücenmemesi beklenir. Tüm bu şeyler, avcının kendisini bir kahraman olarak görmesini engelleme amacını taşır. Bir Buşman’ın, yanında misafir olarak kalan etnografa söylediği gibi: “Genç bir avcı büyük bir hayvan avladığında kendisini şef ya da büyük adam zannetmeye, bizleri de kendi hizmetçileri ya da aşağı derecedeki insanlar olarak görmeye başlar. Bunu kabul edemeyiz. Bu yüzden avcının yakaladığı ava değersiz bir şey muamelesi yaparız. Hem bu şekilde avcının içindeki arzuyu söndürüp onu uysal ve anlayışlı biri haline getirmiş oluruz.”

      Konuyu biraz daha açmaya çalışalım. Buşmanların şöyle bir âdeti vardır: Vurulan hayvandaki et, hayvanı vurmak için oku atan kişiye değil, hayvanı vuran okun sahibine aittir. (Eğer hayvanı vurmada iki ya da daha fazla ok işin içine girdiyse et, hayvana saplanan ilk okun sahibi kimse ona aittir.) Grup üyeleri oklarını düzenli olarak değiş tokuş ettiğinden bu durum –daha düşük bir ihtimal de olsa– avcılar arasında oturup konuşulacak bir meseleye bile dönüşülebilir. Ayrıca avlanan hayvanın büyükçe bir bölümünün grubun üyeleri arasında paylaştırılması ile yetenekli avcıların kendilerine saygınlık sağlamalarının önüne geçilmiş olur. Aslına bakılırsa ortada bir terslik vardır: Avcının işleri iyi gidip bir sürü besin topladığında, grubun diğer üyelerine karınlarını doyurma fırsatı tanımak için avcı birkaç hafta boyunca avlanmaya ara verecektir. Avlanmaya birkaç hafta boyunca ara vermek demek, avcının kendi besin ihtiyacının grup üyelerince karşılanmasını kabul etmesi demektir. Bu da özetle, avcının kendisine verilen görevi hakkıyla yerine getirmiş olduğu anlamına gelir.

      1960’lar boyunca süren araştırmalarda Buşmanlarla birlikte yaşamış Kanadalı Antropolog Richard Borshay Lee, kendisine ev sahipliği yapan Buşmanlara teşekkür etmek amacıyla bir ziyafet vermek istediğinde bunun grubun kurallarına ters düştüğünü fark etmiştir. Antropolog Lee, bu ziyafet için büyük ve etli butlu bir öküz satın aldığında Buşmanlar, çok yaşlı, çok zayıf ve belki de yemesi çok güç olan bir hayvanı seçmiş olmasından dolayı kendisiyle dalga geçmeye başlarlar. Lee, bu tavır karşısında hayretini gizleyemez. Neyse ki ziyafette öküz etinin lezzetli ve yumuşak olduğu ortaya çıkar… Peki, Buşmanlar niçin Antropolog Lee’ye karşı böyle davranmıştı? “!Kung Buşmanlar son derece eşitlikçi insanlar olduğu gibi, grup üyeleri arasında kibir, cimrilik ve ilgisizlik tarzı şeylere karşı da hoşgörülü değillerdir,” sonucuna varmaktadır Lee. “Kendi grup üyeleri arasında böylesi davranışların bir işaretini gördüklerinde, insanlara yaptıkları bu davranışın yanlış olduğunu gösterip,

Скачать книгу