İnsanlığın yeme tarihi. Tom Standage

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İnsanlığın yeme tarihi - Tom Standage страница 13

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
İnsanlığın yeme tarihi - Tom Standage

Скачать книгу

savaşların yaşanmasına yol açtığından bahseder. Örneğin, Peru’da, And Dağları’ndan başlayıp hayli kurak bir çöl içerisinde elli millik bir yolculuktan sonra kıyı şeridine dökülen yetmiş sekiz nehir bulunmaktadır. Nehir kenarlarında tarım yapmak mümkündür, ne var ki tarıma elverişli alanların hemen hepsi çöl, dağlar ve okyanuslarla çevrelenmiştir. Mısır’da Nil Nehri boyunca bereketli arazinin dar şeridi üzerinde tarım yapmak mümkündür; ama bunun ötesindeki çölde imkânsızdır. Mezopotamya’nın alüvyal ovaları üzerinde, sadece Dicle ve Fırat nehirlerine yakın yerlerde tarım yapılabilir. İlk başlarda bu yerler birkaç çiftçinin mesken tuttuğu seyrek nüfuslu yerlerdi. Nüfusun artmasına paralel olarak (Çünkü yerleşik yaşama geçiş ve tarıma başlama, avcı-toplayıcı topluluklarınkine kıyasla nüfusun çok daha fazla artmasına yol açar) yeni yeni köyler kurulur. Üzerinde tarım yapmaya müsait alanlar bir kere kullanılmaya başlandıktan sonra çiftçiler üretimi yoğunlaştırıp, daha gelişmiş set ve sulama sistemleri kurarak sabit bir toprak parçası üzerinden çok daha fazla verim almaya başlarlar.

      Tarımsal üretkenlik bir süre sonra yetersiz gelmeye başlayınca köyler birbirlerine saldırmaya başlar. Köylerden biri diğerini mağlup edince, savaştan galip çıkan köy diğerinin toprağına el koyar ya da elde edilen hasattan her yıl kendisine belli bir miktar pay verilmesi için mağlup köyün halkına baskı yapar. Bu şekilde, bölge içerisindeki en güçlü köy yönetici sınıf olarak ortaya çıkmaya başlar; zayıf olan köylerse ürettikleri artı ürünü elden çıkarmaya zorlanır. Bu durumun sonucunda kurulmaya başlanan sistemde fakirler, zenginlerin karnını doyurmak için çalışır. Bu teorinin iddia ettikleri akla yatkın geliyor; ne var ki tabakalı toplumların ilk ortaya çıktığı yerlerin hiçbirisinde insanların tarımsal üretkenliğin sınırlarına gelip dayandıklarına dair bir kanıt yoktur. Ama kuraklık ya da kötü bir hasat zamanında, besin depolarının dolu olduğu köylerin besin kıtlığının yaşandığı komşu köylerden gelen saldırılara maruz kalabileceğini hayal etmek çok zor olmasa gerek.

      Tüm bu teorileri kapsayan daha genel bir görüş ise gelişmiş toplumların (Yani güçlü bir şeflik ile belirgin bir toplumsal hiyerarşinin olduğu toplumlar) daha üretken, daha dirençli, zorluklar karşısında hayatta kalmada daha esnek ve kendilerini savunmada daha kararlı olacakları görüşüdür. Bu yüzden, güçlü şeflerin ortaya çıktığı köyler, etraftaki daha az örgütlü köylere üstün gelebileceğinden, yaşamak için (En azından şefin otoritesi altında bulunmayı sorun etmeyecek kişiler için) daha çekici yerler haline gelir. Güçlü şeflerin ortaya çıkışının genelde zora dayalı olduğu düşünülür; halbuki insanlar başlangıçta ürettikleri artı ürünün bir kısmını ya da tamamını toplumun şefine kendi rızaları ile veriyordu. Çünkü karşılığında sorunsuz işleyen sulama sistemleri, daha iyi bir güvenlik, toprağın bereketini sürdürmeye yönelik düzenlenen dini ritüeller, çıkan çatışmalarda arabuluculuk üstlenilmesi gibi hizmetlerden faydalanmayı bekliyorlardı. Bunun için de şefe sunulan artı ürün verilmeye değer bir ödül olarak görülüyordu. Öncelikle, toprağa yerleşip evde, tarlada ve sulama sistemlerinde işçi çalıştırmaya başlandığı zaman kişinin artık bulunduğu yerden ayrılması için bir gerekçesi yoktur; isterse topluluğun şefi çıkıp “küçük dağları ben yarattım” desin ya da kendisinin tanrıdan geldiğini iddia etsin, bu gerçeklik değişmez.

      Peki, ne olduğunu nasıl anlatabiliriz? Arkeolojik bulgulara göre toplumsal tabakalaşma süreci dünya üzerinde hemen hemen aynı şekilde yaşanmış; dünyanın farklı yerlerinde (Ancak farklı zamanlarda) büyük ölçüde Bronz Çağı uygarlıklarına benzer uygarlıkların ortaya çıkmasıyla bu süreç doruk noktasına ulaşmıştır. Örneğin, M.Ö. 3500’lerde Mısır ve Mezopotamya uygarlıkları; M.Ö. 1400’lerde Kuzey Çin’deki Shang Hanedanı; M.S. 300’lerden itibaren Güney Meksika’daki Maya Uygarlığı’nın yükselişi ve hemen hemen aynı zamanlarda Güney Amerika’da M.S. 15’inci yüzyılda İnka İmparatorluğu’nun kuruluşu.

      Sorun şu ki, arkeolojik bulgular toplumsal tabakalaşma sürecinin nasıl işlediğine dair bize fazla bir şey söylemiyor. Değişimin ilk emareleri genellikle, mezarlarda bulunan eşyaların farklılıklarında ve detaylı işlemeleri olan yöresel çanak çömlek tarzlarının ortaya çıkışında gözlemleniyor. Bu çanak çömlekler, M.Ö. sırasıyla 5500’lerde Mezopotamya’da, 2300’lerde Kuzey Çin’de ve 900’lerde ise Amerika kıtasında karşımıza çıkmaktadır. Bu çanak çömlekler bize, toplumda belirli derecede bir uzmanlaşmanın olduğunu göstermektedir. Buradan da yönetici seçkinlerin ortaya çıkışı ile tam-zamanlı çalışan zanaatkârların beslenebilmesinin mümkün olduğu anlaşılmaktadır. Standart boyutlarda yapılmış çok sayıda çanak çömlek, M.Ö. 3500’lerde Mezopotamya’da karşımıza çıkmaktadır. Bu bize, çanak çömleklerin yapımının merkezi bir kontrol altında yürütüldüğünü, gerek tahıl gerekse de diğer malların standart ölçümlerinin vergi ödeme ve yiyecek dağıtımı süreçlerinde kullanıldığını göstermektedir.

      Kuzey Çin’de, Longshan dönemindeki (M.Ö. 3000-2000) yerleşimlerin büyük duvarları vardı. Ayrıca burada mızrak ve sopa gibi silahlar da yaygın bir şekilde kullanılmaktaydı. Mezopotamya’da ise binalarda L şeklinde girişler, mancınıklarda kullanılan taşların depolandığı mahzenler ve savunma amaçlı kullanılan toprak hafriyatları karşımıza çıkar. Tüm bunlar bize savunma amaçlı bir örgütlenmenin olduğunu göstermektedir. Bunları, yazının ortaya çıkışına doğru atılan ilk adımlar olarak görmek gerekir. Batı Asya’da yazı, ülke içi yönetimi düzenlemek için kullanılan semboller ve mühürler şeklinde açığa çıkarken, Kuzey Çin’de, işinin ehli büyücülerce kemikler üzerine kazınan semboller olarak karşımıza çıkar. Köylerin şehirlere dönüşmesiyle ortaya çıkan daha büyük yerleşimler eskiye nazaran çok daha büyük bir siyasi örgütlenmeye ihtiyaç duyar. Çünkü anlaşmazlıklar baş gösterdiğinde nihai kararı verecek bir yetkili makamın olmaması, köylerin belirli bir ölçünün ötesinde büyümesini engeller.

      M.Ö. 1850’lerde Çin’de Shang Hanedanı’nın kuruluşuyla birlikte zanaat atölyeleri ortaya çıkar. Dahası, bazı yerleşim yerlerinde, belli bir üretimde bulunan atölyelerin olduğu, bazı yerlerde ise bu tür atölyelerin olmadığı göze çarpmaktadır. Bu durum da yerel düzeyde planlı bir uzmanlaşmanın yaşandığını gösterir. Yakın Doğu ve Çin’de bronz işleme; Güney Amerika’da ise altın işleme becerisi, zanaattaki uzmanlaşmaya dair bir diğer işarettir. Mezarlarda ortaya çıkan eşyaların hayli kaliteli madeni malzemelerden yapılmış olmasıysa olağanüstü ölçülerdeki toplumsal tabakalaşmaya dair bir kanıt sunmaktadır. Tarihi M.Ö. 2500’lere kadar giden Mezopotamya’nın Ur şehrinde bulunan “kraliyet” mezarlarında ölenin altın, gümüş ve kıymetli taşlarla süslü eşyalarla gömülü olduğu görülmektedir. Hatta bu mezarlarda ölenle birlikte düzinelerce kölenin, müzisyenin ve muhafızın, hatta arabalarını çekmek için öküzlerin bile yer aldığı görülmektedir. Bu mezarlar (ve Çin’deki diğer benzer örnekleri) bize toplumsal tabakalaşmaya dair çok çarpıcı ve tüyler ürpertici kanıtlar sunmaktadır.

      İlk şehirler ortaya çıkarken, hem uzman zanaatkârları ile birlikte şehirler bölgelere ayrıldı, hem de tapınak ve piramitler gibi devasa yapıların inşa edilmesine başlandı. Bu hareketlilik, toplumsal tabakalaşmanın ortaya çıktığına dair hiçbir şüpheye mahal bırakmamaktadır. Aslında bunun doğrudan doğruya yazılı bir kanıtı mevcuttur. Çin’deki belgeler soyluların girift hiyerarşik yapısına dair oldukça detaylı bilgiler sunar. Her soylunun kendi toprağı ve bu soyluların başlarında da bir kral bulunur. Mezopotamya’nın şehir devletlerinde, kil tabletler bize burada vergilerin ödendiğinin,

Скачать книгу