İnsanlığın yeme tarihi. Tom Standage

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İnsanlığın yeme tarihi - Tom Standage страница 16

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
İnsanlığın yeme tarihi - Tom Standage

Скачать книгу

seçkinlere ödediği vergiler ile seçkinlerin tanrılara bahşettiği ya da feda ettiği şeyler arasında açık bir mutabakatın olduğu görülür. İlahi güç doğaya hayat vermeye ve insanlara besin sağlamaya devam edebilsin diye tanrılara bahşedilen şeylerle, enerjinin kendi ilahi kaynağına geri dönüşü olduğu yönünde bir inanç hâkimdir. Çok üstün güçlere sahip olmalarından ziyade tanrıların var olmak için insanlara bağlı olduğu, benzer şekilde insanların da var olmak için tanrılara ihtiyaç duyduğu düşünülür. M.Ö. 2070’lerden kalma bir Mısır metni, insanlardan, tanrının “öküz”ünün yaratıcısı olarak bahseder. Bununla tanrının hem insanları koruyup kolladığı, hem de tanrının kendi var oluşu için insanlara ihtiyacı olduğu anlatılmak istenir. Benzer şekilde pek çok kültürde, dua etme ve kurban kesme şeklinde kendisine “manevi besin” sağlamaları için tanrının insan türünü yaratmış olduğu inancı hâkimdir. Bunun karşılığında tanrılar da bitki ve hayvanların büyüyüp gelişmesini mümkün kılarak insanlara fiziki besinler sağlar. Tanrılara adakta bulunmak, bu döngünün sürekliliğini sağlamada en olmazsa olmaz araçlardan biri kabul edilmektedir.

      Bazı Meksika ve Orta Amerika kültürlerinde, evrenin varlığını ve insan türünün hayatta kalmasını güvence altına almak için tanrıların zaman zaman ya kendilerini ya da birbirlerini karşılıklı olarak feda ettikleri inancı hâkimdir. Örneğin Mayalar, içinde ilahi gücü taşıdığı düşünülen mısır bitkisinin tanrıların bedeni olduğuna inanırlar ve hasat zamanında tanrıların, insanlığın yok oluşuna engel olmak için kendilerini feda ettiklerini düşünürler. Bu ilahi güç yemek yedikleri sırada insanlara geçer ve özellikle de kanda yoğunlaşmış bir şekilde yer eder. Kanın bedenden dışarı akıtıldığı, yani insanın kurban edildiği durumlar, bu borcu geri ödemenin ve ilahi gücü tanrılara geri döndürmenin bir yoludur. Tanrılara bahşetmek için bazen besinler kullanılıp tütsüler yakılsa da tüm bunlar arasında en önemli bağış, insanın kurban edilmesidir.

      Aztekler de benzer şekilde insanın kurban edilmesini tanrılara borçlu olunan enerjinin geri ödenmesinin bir yolu olarak kabul ederler. Onlara göre Toprak Ana insanın kanıyla beslenmiştir ve mahsul de ancak Toprak Ana’ya yeterli kan sağlandığı ölçüde büyüyebilecektir. İnsanın tanrılar için kendini kurban etmesi bir şeref nişanesi olarak görülse de kurbanların yönetici seçkinlere bağlı kişiler arasından seçildiği pek söylenemez. Kurbanların daha çok suçlular, savaş esirleri ve çocuklardan seçildiği görülür. İnsanın eti ve kanının mısırdan yapıldığı inancı hâkim olduğu için insanın kurban edilmesi evrenin döngüsel işleyişinin devamını sağlar: Mısır kana dönüşür, kan da daha sonra mısıra dönüşür. Kendini feda eden kurbanlar “tanrıların ekmekleri” olarak adlandırılırlar. İnkalar da tanrıları beslemede kurban ibadetinin gerekli olduğunu düşünmekteydi. Bu amaç için İnkalar tanrılarına lamalar, gine domuzları, kuşlar, pişirilmiş sebzeler, mayalı içecekler, kakao, altın, gümüş ve dokunması sırasında harcanan enerjinin açığa çıkması için yakılan ince dokunmuş kumaşlar bahşederlerdi. Mısırdan yapılan yiyecek ve alkollü içeceklerin tanrıların özellikle kabul ettikleri şeyler olduğuna dair İnkalarda bir inanış vardır. Ama tüm bu şeyler arasında insanın kendini kurban etmesi her şeyin üzerinde kabul ediliyordu. Yeni bir bölgeyi kendi buyrukları altına aldıktan sonra İnkalar bölgenin en güzel insanlarını tanrıları için kurban ederlerdi.

      Mısır tapınaklarında hayvanlar öldürüldükten sonra etleri tanrıların tasvirlerine takdim edilirdi. Mısır’da tanrıların, adaklardaki yaşam gücünü ele geçirmek için günde üç kere tasvirlerin içine yerleştiklerine dair bir inanış vardır. Bu şekilde tanrılar evrenin düzenli işlemesi için sarf ettikleri enerjiyi yenilemiş olurlar. Tanrılara dönüşmüş ölülerin yaşam gücünün devamlılığını sağlamak için besinler de adak olarak kullanılmaktaydı. Adaklar genellikle ölmüş firavunlara sunulur; mezarları da kavanozlarca besinle doldurulurdu. Bu şekilde firavunun öbür dünyada bedenini koruması, canlı tutması amaçlanırdı. Benzer şekilde Çin’deki Shang Hanedanı’nda gerek tanrılara gerekse de hanedan soyundan gelen kişilere tahıl, darı birası, köpek, domuz, koyun ve sığır gibi hayvanlar ve çoğu savaş esiri olan insanlar bahşedilirdi. Tanrıların kurban edilmiş insanların kanını içtikleri inancı hâkimdi. Ama en özenli adaklar Shang krallarının atalarına bahşedilirdi. Shang kralları, eğer ataları yeterince doyurulmazsa kendilerinin açlık, askeri yenilgiler ve salgın hastalıklarla cezalandırılacaklarına inanırlardı.

      Mezopotamyalılara göre insanların, tapınaklarında günde iki öğün yemek olacak şekilde tanrılarına besin ve mesken sağlama vazifesi bulunmaktaydı. Tanrılar insanlardan elde ettikleri bu besinlere muhtaçtı: Mezopotamya’daki bir tufan hikâyesine göre tanrılar insanlığı yerle yeksan etmişler; ama sonra açlıkla yüz yüze gelince yaptıkları bu işten pişmanlık duymuşlardı. Ancak Enki isimli tanrı, Utnapiştim’i (İncil’de Nuh olarak geçen ismin Mezopotamya’daki karşılığı) gelecek tufana karşı uyarır ve ona bir gemi inşa etmesini salık verir. Ne zaman ki Utnapiştim gemisiyle ortaya çıkar ve tanrılara kavrulmuş bir kurban bahşeder, işte o zaman, tanrılar kavrulmuş etin dumanının etrafına “sinekler gibi” üşüşmeye başlarlar; çünkü günlerdir ağızlarına giren tek lokma bu olmuştur. Bu yemeğin ardından tanrılar, birkaç insanın hayatta kalmasına müsaade ettiği için Enki’yi affeder. Mezopotamyalılar tanrıların insanlar olmaksızın hayatta kalabileceğine inanırlardı; ama bu her şeyden önce tanrıların kendi besinlerini üretebilmelerine bağlıydı. Zaten tam da bu yüzden tanrılar insanı yaratmış ve onlara tarımı öğretmişlerdi.

      Verdiğimiz tüm bu örneklerde, bahşedilen adaklar, tanrıları ve ataları besleme amacıyla enerjinin manevi bir besin olarak doğaüstü âleme geri yollanmasına aracılık etmektedir. Tanrılar da bunun karşılığında zirai döngünün sağlıklı işlemesini mümkün kılarak insan soyunun beslenmesi vazifesini yerine getirirler. Adakların tanrılara takdim edilmesiyle, tanrılarla tarım işçileri arasında arabuluculuk rolü üstlenen seçkinlere çok önemli bir görev verilmiş olur. Seçkinler sulama sistemlerinin inşası, onarımı ve bakımı gibi işleri yürütüp askeri savunma sistemleri geliştirirken çiftçiler de bunun karşılığında vergi ödeyip dünyevi düzen ve istikrarın sağlanması için sahip oldukları besini elden çıkarırlar. Seçkinler de benzer şekilde kâinatın düzeni için tanrılara adak bahşederek, evrenin istikrarı ve toprağın bereketinin sağlanması karşılığında onlara manevi besin sağlarlar.

      Birbirine benzeyen bu tarz dini ideolojilerin farklı zaman ve mekânlarda en erken uygarlıklarda ortaya çıkmış olması asla tesadüf değildir. Hayatta kalmak için tanrıların insanlardan gelen adaklara bağlı olduğu görüşü bu kültürlere özgü olan bir görüştür; çünkü yönetici seçkinlerin mensupları için bunun hayli işe yarar bir tarafı vardır. Bu görüş, zenginliğin ve gücün adaletsiz dağılımını meşrulaştırdığı gibi, yönetici seçkinler olmadığı müddetçe dünyanın bir sona sürükleneceği fikrini de aşılamaktaydı. Gerek çiftçiler gerek onların hükümdarları, gerekse de tanrılar, hayatta kalmak için birbirlerine muhtaçtır. Eğer gruplardan biri, üzerine düşen sorumluluktan kaçınırsa toplum büyük bir felakete sürüklenecektir. Ancak nasıl ki çiftçilerin seçkinlere besin sağlama konusunda ahlaki sorumlulukları varsa, seçkinlerin de insanları koruyup kollama, onları sağlıkta ve güvende tutma konusunda sorumlulukları vardır. Özetle söylemek gerekirse, ortada, çiftçiler ve yöneticileri arasında (tabii buna tanrılar da dahildir) kurulan bir toplumsal sözleşme mevcuttur: Eğer biz sizin ihtiyaçlarınızı gideriyorsak, siz de bizim ihtiyaçlarımızı gidermekle yükümlüsünüz. Sonuç olarak, gerek dünyevi besin şeklinde yöneticilere, gerekse de manevi besin şeklinde tanrılara

Скачать книгу