İnsanlığın yeme tarihi. Tom Standage

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İnsanlığın yeme tarihi - Tom Standage страница 15

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
İnsanlığın yeme tarihi - Tom Standage

Скачать книгу

ise tarlada çalışma şeklinde ödenmekteydi. Mısırlı çiftçilerin çoğunun kendine ait bir toprağı yoktu, bunun yerine çiftçiler toprak sahiplerinden toprağı kiralar; karşılığında ise toprak sahipleri, elde edilen ürünün belli bir kısmı üzerinde hak talep ederdi. Devletin mülkiyetinde çok geniş topraklar olduğu için bu yolla büyük bir besin geliri elde edilmiş oluyordu. Diğer topraklar devletin memurlarına, tapınaklara, soylulara ve firavunun kendisine aitti. Firavunun mülkiyetinde olan topraklar da çiftçilere kiralanır, karşılığında elde edilen üründen firavuna bir pay ayrılır, ayrılan payın bir kısmı da devlete vergi olarak giderdi. Alınan kira ve ödenen vergi, toprağın tarımsal potansiyeline, yani toprağın kuyulara, kanallara ve her yıl yaşanan Nil baskınlarının düzeyine bağlıydı.

      Tarihi M.Ö. 1950’lere kadar giden ve “Hekanakhte Mektupları” diye bilinen bir dizi mektup, işleyen bu sistem hakkında bize önemli detaylar sunmaktadır. Mektuplar, bir papaz tarafından malikânesinden ayrı olduğu bir zamanda ailesine gönderilmek üzere kaleme alınmıştır. Mektuplarda Antik Mısır’daki günlük yaşama dair izler bulmak da mümkündür. Yazılanlardan Hekanakhte’nin mülkiyeti tapınağa ait olan bir toprağın sorumlusu olduğu anlaşılmaktadır. Hekanakhte mektuplarında, toprağın hangi bölümlerinin ekime uygun olduğu ve bu bölümlerden ortalama ne kadar ürün elde edilebileceği; toprağın çiftçilere kiraya verilmesi durumunda kaç çuval arpanın alınması gerektiği ve toprakta çalışan işçilere, harcadıkları emek karşılığında kaç çuval arpanın verileceği gibi şeylerden bahsetmekte, ne yapılmasına dair ailesine tavsiyelerde bulunmaktadır. Mektuplardan zamanın kötü bir zaman olduğu, besin miktarının da sınırlı olduğu gerçeğini öğreniyoruz. Bu durumda Hekanakhte ailesine, herkes açlık çekerken karınlarını iyi doyurmaları gerektiğinden bahseder. Mektupta, evin genç oğlu Snofru’yu gereğinden fazla şımarttığı için, Senen isimli bir hizmetçi kızla ilgili tartışmaya da yer verilmiştir. Borçlar ve kiralar arpa ve buğday üzerinden toplanmakta, bazı durumlarda da ödeme aracı olarak yağ küpleri kabul edilmektedir: Bir küp yağ, iki çuval arpa ya da üç çuval buğday değerindedir.

      Kira benzeri vergiler de besin olarak ödenmekteydi. Vergi tahsildarları, topladıkları besinleri bölge idari merkezlerine getirir; bu merkezlerden dağıtım gerçekleştirilir; memurlara, zanaatkârlara ve devlete çalışan çiftçilere buradan ödemeler yapılırdı. İşçiler sulama sistemlerini inşa edip bunların onarım ve bakımlarını yaparlar; mezar ve piramitlerin inşaatında çalışırlar; madenlere inerler ve askeri hizmetlerini icra ederlerdi. Bazen birkaç ay süren çalışma sürecinde işçilerin yeme, içme, barınma ve kıyafet ihtiyaçları devlet tarafından karşılanırdı. Piramitleri inşa edenler işte bu işçilerdi. Günümüze dek varlığını korumuş erzak alım listeleri, işçilerin günlük olarak ekmek ve bira aldıklarını, bunun yanında kendilerine soğan ve balık verildiğini göstermektedir. Benzer bir durum, toprağın varlıklı aileler, tapınaklar, şehir konseyleri ya da sarayca mülk edinildiği Mezopotamya için de geçerlidir. Çiftçiler topraktan aldıkları ürünün bir kısmını kiralanan toprak için ayırırlar. Kral da sarayın mülkiyetinde olmayan topraklardan vergi alır. Bu şekilde artı ürünün büyük bir bölümü krala, tapınaklara ve toprak sahiplerine gitmiş olur. Mısır’da olduğu gibi Mezopotamya’da da büyük inşaat projelerinde işçilerin çalıştırılması söz konusudur.

      Gelgelelim bazı kültürlerde vergiler yalnızca işçilerin harcadığı emekle ödenmektedir. Çin’deki Shang Hanedanı’nda taşrada yaşayan kabileler kendi tarlalarında çalışır; aynı zamanda başka tarlalarda da ekip dikme işleri yaparlardı. Elde edilen ürün de krala, taşra yöneticilerine ve memurlara giderdi. Benzer şekilde İnka’daki çiftçi aileler kendi tarlalarını olduğu kadar kabilelerine (yani ayllu) ait topraklarda da ekip dikme işi yaparlardı. Ayllu’nun tarlalarından elde edilen ürün şeflere ve dini işlere ayrılırdı. Çiftçiler ayrıca devlet topraklarında olduğu kadar tapınakta ve tanrılara ait topraklarda da çalışırlardı. İşleyen bu düzen aslında bir antlaşmadan ortaya çıkmıştır. Bu antlaşma, daha önce özerk topluluklar olan ayllu’nun İnka Krallığı’na dahil edilmesiyle yürürlüğe girmiştir. Antlaşmaya göre kabileler, kendi toprakları ve ekinleri üzerinde hak sahibi olmak için, devlet toprakları üzerinde çalışmayı kabul ederler. Bu şu anlama gelmektedir: İnka kralına halkı tarafından vergi olarak herhangi bir besin verilmez ki zaten bu hareket, kralı kendi halkına karşı borçlu durumuna düşürecektir; ama bunun yerine halk, kralın toprağında çalışır ve üretilen mahsul de krala kalır. İnka çiftçileri ayrıca zaman zaman inşaat, maden ve askeri hizmet gibi angarya işlerde de çalışmak durumundaydı. Yapılan tüm bu işler quipus denen renkli, düğümlü ipler kullanılarak kayda geçiriliyordu.

      Aztek toplumu calpullis denen toprak sahibi gruplarına bölünmüştü. Tüm üyelerinin bir şef altında eşit sayıldığı İnka ayllu’sun-dan farklı olarak calpullis, Aztek soyluluğuna bağlı birkaç yüksek rütbeli ailenin yönetimi altında bulunmaktaydı. Her aile hem kendi tarlasını, hem de ortak kullanılan tarlaları işler ve elde edilen ürünün tamamı, calpulli soylularını, tapınakları, eğitmenleri ve askerleri beslemek için kullanılırdı. Calpullis’lar, ayrıca Aztek devletine belirli miktarda vergi ödemek ve devlete çalışacak işçi bulmak zorundaydı. Bununla birlikte, hem kralın, hem devlet kurumları ile soyluların, hem de savaşçıların kendi toprakları bulunmaktaydı. Bu topraklarda karın tokluğuna topraksız çiftçiler çalışır; geri kalan mahsulün tamamı ise doğrudan doğruya toprak sahiplerine giderdi.

      Öte yandan besine haraç olarak da el konulmaktaydı. Bu daha çok bir savaş yenilgisi sonrasında askeri gücün zorlamasıyla mağlup edilen halktan egemen devletlerce zorla alınmaktaydı. Örneğin, Mezopotamya’da bir şehir devletinin diğeri tarafından mağlup edilmesinin akabinde kaybeden devlet yağmalandığı gibi, galip gelen devlete düzenli olarak haraç ödemeye de zorlanırdı. M.Ö. 2300’lerde Mezopotamya şehir devletlerinin fethini gerçekleştirip bunları bir imparatorluk altında birleştiren Akad’lı Sargon yenilgiye uğrattığı her devletin çok büyük miktarda haraç ödemesini zorunlu kılmıştı. Kitabeler, bütün tahıl ambarlarının haraç olarak verildiğinden bahseder. Bu sistem, Sargon’un üstünlüğünü göstermesinin yanında, ona bağlı şehirlerin güçsüz, başkentinin ise güçlü olmasına neden olmuştur. Dahası Sargon bununla 5400 adamdan oluşan devasa bir kitleyi besleyebiliyor ve bununla da övünüyordu. Hükümdarlar, elde edilen haracı kendi emrindeki kişiler arasında dağıtmakla toplumdaki liderlik konumlarını pekiştirirken askeri seferler için arkalarındaki desteği canlı tutmaya da çalışmışlardır.

      Burada belki de haraç toplamanın en iyi örneği, Aztekler’in Tenochtitlan, Texcoco ve Tlacopan arasında kurdukları “üçlü ittifak”tır. Bu üç şehir devleti de bütün bir Orta Meksika boyunca haraç toplamıştır. Meksika Vadisi içinde ve çevresinde yer alan bağımlı devletler büyük miktarlarda besin temin etmek zorundaydı. Texcoco’nun şefi her gün yeterli miktarda mısır, fasulye, kabak, biber, domates ve tuz elde ediyor; bunlarla iki bini aşkın sayıda insanın karnını doyuruyordu. Biraz daha uzakta olan devletlerse pamuk, kumaş, kıymetli metaller, egzotik kuşlar ile mamul mallar tedarik etmekteydi. Ödenen haracın miktarı devletlerin bu üç merkeze olan uzaklığına bağlı olarak değişmekteydi. İttifakın uzakta olan devletler üzerindeki kontrolü zayıftı; bu yüzden bu devletlerden daha az haraç alınmaktaydı. Ayrıca ödenen haracın miktarı, devletin mücadele verip vermemesine göre de değişmekteydi. Savaşa girişmeksizin boyun eğen devletler daha az haraca bağlanırdı. Besin ve diğer malların imparatorluğun merkezine kesintisiz bir şekilde akması, gücün bulunduğu yer konusunda akıllarda hiçbir şüpheye yer bırakmazdı. Aztek hükümdarları topladıkları bu haraçlar ile memurların

Скачать книгу