İnsanlığın yeme tarihi. Tom Standage

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İnsanlığın yeme tarihi - Tom Standage страница 17

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
İnsanlığın yeme tarihi - Tom Standage

Скачать книгу

anında besine dönüştürülebilmektedir. Besin, yazılı tarihin büyük bir bölümünde olduğu gibi ya çok az bulunduğu ya da çok pahalı olduğu zamanlarda zenginliğin ve gücün eşdeğeri olarak işlev görür. Ancak tarihsel bir perspektifle konuya yaklaşıldığında besin bugün görece çok daha bol ve ucuzdur; en azından gelişmiş dünya için bu böyledir.

      Besin yine de zenginlikle olan ilişkisini bütünüyle koparmış sayılmaz. Zaten aksini düşünmek anlamsız olurdu; zira besin ve zenginlik arasındaki ilişki çok eskilere dayanmaktadır. Bugünkü modern toplumlarda bile, gerek kullandığımız sözcüklerde gerekse gelenek ve göreneklerimizde besinin eskiden ekonomide merkezi bir rol oynadığına dair sayısız kanıt bulmak mümkündür. Örneğin İngilizcede, haneye asıl gelir getiren kişi için “ekmeğini kazanan” (breadwinner) ifadesi kullanılır ve paradan da zaman zaman “ekmek” ya da “arpa” olarak söz edilir. İnsanların hep birlikte yedikleri yemekler de hâlâ toplumsal paranın merkezi bir formu olarak işlev görür: Özenle hazırlanmış yemekli davetler, bir sonraki seferde benzer bir ziyafet ile karşılığını bulmak durumundadır. Abartılı ziyafetler, zenginlik ve statü göstermede olduğu kadar iş dünyasında patronun kim olduğunu hatırlatmada da yaygın olarak kullanılan bir gelenektir. Dahası, pek çok ülkede yoksulluk sınırı, temel besin maddelerinin asgari düzeyde karşılanması için gerekli olan parasal gelir temelinde belirlenmektedir. Yoksulluk, besine erişimden mahrum kalmak olduğundan zenginlik de, üstü kapalı bir şekilde, insanların bir sonraki öğünde yiyecek bulup bulamayacakları gibi bir dertlerinin olmaması anlamına gelir.

      Zengin toplumların ortak bir özelliği, toprakla olan eski bağlarının kaybolduğu hissi ve bunu geri kazanma arzusudur. En zengin Romalı soylular için tarımın bilgisi ve büyük bir çiftlik üzerindeki sahiplik, soyundan geldikleri kendi halklarının gösterişten uzak mütevazı çiftçi yaşamını unutmamış olduklarını göstermenin bir yoluydu. Benzer şekilde, devrim öncesi dönemde Fransa’da Kraliçe Marie-Antoinette, Versay Sarayı’nın arsasına inşa edilmiş masalsı bir çiftlikte yaşardı. Burada kraliçe ve onun çoban ve sütçü kızları olarak giyinip kuşanmış nedimeleri ile titizlikle bakılan ve sağılan inekleri vardı. Bugün dünyanın gelişmiş çoğu bölgesinde insanlar gerek bahçelerinde, gerekse kendi küçük toprakları üzerinde besinlerini yetiştirmenin keyfini sürmeye çalışırlar. Çoğu durumda insanlar, nihai olarak elde edilen sebze ve meyveleri aslında hiçbir güçlük çekmeden satın alabilmektedir; ancak kendi besinlerini yetiştiriyor olmak insanlara toprakla bağ kurmalarının yolunu açar. Aynı zamanda bu, keyif verici bir faaliyettir; insanlara taze besinler sağlar ve modern dünyadan kaçmaları için onlara bir kapı aralar. (Kimyasal madde kullanmaksızın besin yetiştirmek bu tür çevrelerde sıklıkla tercih edilmektedir.) Kaliforniya’da, yani dünyadaki en zengin ülkenin, en zengin kısmında, İtalyan köylülüğünün en çok kutsanan temel besini budur. Hindistan’da Bangalore’nin teknoloji bölgesinin yakınlarında bir turistik köy bile açılmıştır. Yeni zengin orta sınıflar bu köye gidip kendi atalarının hayatlarını nasıl idame ettirdiklerini, kendi kendilerine yaşayarak görebilirler. Zenginliğin ayrıcalıklarından biri, insanlara kırsal yoksulluğu birebir yaşama fırsatını tanımış olmasıdır.

      Zenginlik insanları toprakta çalışmaktan alıkoyma eğilimine sahiptir. Aslına bakılırsa çiftçi durumunda olmamak, zenginliği bir başka açıdan tanımlamaktır. Bugün en varlıklı toplumlar, besin için harcanan giderin oranı ile besin üretiminde istihdam edilen işgücünün miktarının en düşük olduğu toplumlardır. Amerika ve Britanya gibi zengin ülkelerde çiftçiler, yaklaşık olarak nüfusun sadece yüzde 1’lik bir kısmını oluştururlar. Ruanda gibi fakir ülkelerde ise tarımda istihdam edilen nüfusun oranı hâlâ yüzde 80’in üzerindedir. (Bu oran 5500 yıl önce Uruk şehri için de böyleydi.) Gelişmiş dünyada çoğu insan tarımla doğrudan bağı olmayan işlerde uzmanlaşmıştır; günün birinde aniden tüm besinlerini kendileri üretmek zorunda kalsalar, bu işte epey zorlanacakları gün gibi ortadadır. İnsanların eşitlikçi avcı-toplayıcı yaşam tarzını bırakıp tarıma ilk geçtikleri zaman başlayan farklı uzmanlıklara ayrılma süreci bugün mantıksal sonucuna gelip dayanmıştır.

      Günümüzde gelişmiş dünyada avukat, tamirci, doktor ya da otobüs şoförü gibi belirli mesleklerde uzmanlaşmış olmak, aslında geride bıraktığımız birkaç bin yıl boyunca tarımsal üretkenlikteki kesintisiz artıştan elde edilen artı ürünün açık bir neticesidir. Elde edilen tarımsal artı ürünün bir diğer neticesi de toplumun zengin ve yoksul; güçlü ve zayıf olarak bölünmüş olmasıdır. İnsanın var oluşunda büyük bir yer kaplayan avcı-toplayıcı yaşantısında böylesi ayrımları ya da farklılıkları bulmak mümkün değildir. Avcı-toplayıcıların sahip olduğu servet ya çok sınırlıdır ya da servetleri yoktur. Ama sırf bu yüzden onların fakir olduğunu söyleyemeyiz. Kendi üyeleri, mal biriktirebilme durumunda olan yerleşik çiftçi topluluklarının üyeleriyle mukayese edildiği zaman avcı-toplayıcıların “yoksulluğu” görünürlük kazanmaya başlar. Bir diğer deyişle, zenginlik ve yoksulluk, tarım ve onun “çocuğu” olan uygarlığın kaçınılmaz bir sonucu gibi görünmektedir.

      3. BÖLÜM

      Küresel Besin Ticareti

      5

      Yeryüzündeki Cennetin Parçalanması

      Hint diyarına gelinceye kadar uğradığımız adalarda alım satımı kesmedik. Karanfil ve zencefil gibi çeşit çeşit baharatlar satın aldık. Sonra da Sind diyarına doğru yola çıkıp, alım satım faaliyetlerimize devam ettik. Bu Hint denizlerinde emsali görülmemiş şeylerle karşılaştım.

–“Denizci Sinbad”, Binbir Gece Masalları

      Baharatların Gizemli Cazibesi

      Uçan yılanlar, dev etobur kuşlar ve yarasa benzeri vahşi yaratıklar… Antik Yunan tarihçilerine göre bunlar, uzak diyarlarda baharat toplamaya yeltenen maceracıları bekleyen tehlikelerden yalnızca birkaçıdır. “Tarihin babası” olarak bilinen ve M.Ö. 5. yüzyılda yaşamış olan Yunan tarihçisi Herodot, Çin tarçını bitkisini toplamanın, gözler dışında vücudun hemen her tarafını sıkıca saran öküz derisinden yapılma bir kıyafeti giymeyi gerektirdiğinden bahseder. Ancak bu kıyafet sayesinde kişi, “azgın ve çığlık gibi korkunç sesler çıkaran yarasa benzeri kanatlı yaratıklara karşı” kendini koruyabilir. “Çin tarçını bitkisi toplanırken bu yaratıkların kişinin gözlerine saldırmasına engel olunmalıdır.”

      Herodot’un anlattığı çok daha ilginç olan bir detay, tarçını toplama sürecinin bizzat kendisidir. “Bu bitkinin nerede yetiştiği tam olarak bilinmemektedir,” diye yazar Herodot. “Arapların söylediğine göre, kinamomon5 isimli kuru çubuklar Arabistan’a dev kuşlarca getirilmiştir. Kuşlar bu kuru çubukları, kimsenin tırmanamadığı dağın dik yamaçlarındaki çamurdan yapılmış yuvalarına taşıdı. Tarçın çubuklarını elde etmek için icat edilen yöntem esasında şöyledir: İnsanlar ölü öküzlerin vücutlarını parçalara ayırır ve bu parçaları kuş yuvalarına yakın yerlere bırakırlar. Sonra da gözden kaybolurlar. Bir müddet sonra etin kokusunu alan kuşlar, yuvalarından aşağı uçarak etleri alırlar ve tekrar yuvalarına dönerler. Ne var ki, çamurdan yapılmış yuvalar etlerin ağırlığına fazla dayanamaz ve bir süre sonra dağılıp aşağı düşer. Sonrasında adamlar saklandıkları yerden çıkıp tarçın çubuklarını toplamaya başlarlar. Bu şekilde elde edilen tarçın çubukları diğer ülkelere ihraç edilir.”

      M.Ö.

Скачать книгу


<p>5</p>

“Tarçın” kelimesinin İngilizcesi “cinnamon”dur. “Kinamomon” ile “cinnamon” kelimeleri arasındaki ses benzerliği dikkat çekmektedir. (ç.n.)