Kelt masalları. Joseph Jacobs

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kelt masalları - Joseph Jacobs страница 6

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kelt masalları - Joseph Jacobs

Скачать книгу

korkuyorsun?” diye sordu Donald, sonra devam etti: “Neden ödemeyeyim ki, sonuçta burada istediğim zaman bana para veren bir postum var.” Bunu söyledikten sonra elindeki so pasıyla posta küt diye vurdu ve posttan bir metelik fırladı. Hancının gözleri, hayal edebileceğiniz üzere, fal taşı gibi açıldı.

      “Bu post için ne kadar istersin?” dedi hancı.

      “Satılık değil güzel dostum.”

      “Bir altına ne dersin?”

      “Söylediğim gibi, satılık değil. Yıllardır bana ait ve yıllardır beni geçindiriyor değil mi?” Bunu söyledikten sonra posta bir kere daha vurdu ve ikinci metelik dışarı fırladı.

      Uzun lafın kısası, Donald postu sattı. O akşam Hudden’ın kapısını kim çaldı dersiniz? Donald’ın ta kendisi.

      “İyi akşamlar Hudden. Tartını ödünç alabilir miyim?”

      Hudden şöyle bir baktı, kafasını kaşıdı, ancak nihayetinde tartıyı ödünç verdi.

      Donald, eve sağ salim vardığında ceplerindeki parlak altınları çıkardı ve her bir altını tartıda tartmaya başladı. Ancak Hudden tartının dibine bir tereyağı parçası koymuştu, böylece Donald tartıyı geri götürdüğünde tereyağına yapışan son altın tanesi tartının altındaydı.

      Hudden bir değil, on kez baktı. Donald arkasını döner dönmez Hudden, büyük bir telaşla Dudden’a koştu.

      “İyi akşamlar Dudden. Şu serseri yok mu, Tanrı onun belasını versin.”

      “Kim? Donald O’Neary mi?”

      “Başka kim olabilir? Çuval çuval altınla geri dönmüş.”

      “Nereden biliyorsun?”

      “İşte benden ödünç aldığı tartı, içinde de üstüne yapışmış altın tanesi.”

      Birlikte yola çıktılar, Donald’ın kapısına vardılar. Do nald altın tanelerinden oluşturduğu destenin sonuncusunu henüz hazırlamıştı. Ancak altınlardan biri tartıya yapıştığından destede eksik vardı.

      Hudden ve Dudden, “Lütfen,” ya da “Müsaadenle,” bile demeden içeri daldılar.

      Ağızlarından yalnızca “Vay canına!” cümlesi çıkabildi.

      “İyi akşamlar Hudden, iyi akşamlar Dudden. Ah! Bana iyi bir oyun oynadığınızı düşündünüz, ancak bana hayatınız boyunca daha iyi bir iyilik yapamazdınız. Zavallı Daisy’yi ölü görünce kendi kendime ‘Eh, en azından postu bir şeyler kazandırır,’ diye düşündüm, öyle de oldu. Artık postlar için, pazarda ağırlığınca altın veriyorlar.”

      Hudden, Dudden’ı dürttü; Dudden da Hudden’a göz kırptı.

      “Öyleyse iyi akşamlar Donald O’Neary.”

      “İyi akşamlar güzel dostlarım.”

      Ertesi gün Hudden ile Dudden’a ait tek bir inek ya da buzağı kalmamıştı. Postları, Dudden’ın en güçlü atları tarafından çekilen Hudden’ın en büyük at arabasına konup panayıra götürüldü.

      Panayıra vardıklarında ikisi de kollarına birer post aldı, panayırı gezerken bir yandan da avaz avaz “Satılık postlar! Satılık postlar!” diye bağırıyorlardı.

      Bir tabakçı çıkageldi:

      “Postlar ne kadar dostlar?” diye sordu.

      “Ağırlığınca altın istiyoruz.”

      “Günün bu saati sarhoş olmak için çok erken değil mi?” diye sorup avlusuna geri döndü tabakçı.

      “Satılık postlar! Yeni ve kaliteli postlar!”

      Bir ayakkabıcı çıkageldi:

      “Dostlarım, postlar için ne istiyorsunuz?”

      “Ağırlığınca altın.”

      Ayakkabıcı “Benimle kafa mı buluyorsunuz! Alın bakalım öyleyse,” deyip Hudden’ı sarsacak bir şekilde yumruk attı.

      Panayırın diğer ucundan insanlar koşa koşa geldiler. “Ne oldu? Sorun ne?” diye bağırdılar.

      “İki tane serseri postlar için ağırlıklarınca altın istiyor,” dedi ayakkabıcı.

      “Çabuk yakalayın, çabuk yakalayın!” diye haykırdı hancı, en son o gelmişti, çok kiloluydu. “Bahse girerim bunlardan biri dün bana o perişan postu otuz altına kakalayan düzenbazdır.”

      Hudden ve Dudden, para ümitleriyle gittikleri panayırdan tekmelerle uğurlandı. Eve dönerken yavaş koşmak gibi bir seçenekleri de yoktu çünkü kasabanın tüm köpekleri peşlerindeydi.

      Hal böyle olunca, sizin de tahmin edebileceğiniz gibi, Donald’dan daha fazla nefret etmeye başladılar.

      Yamulmuş şapkaları, yırtılmış ceketleri ve morarmış yüzleriyle hızla geçtiklerini görünce “Ne oldu dostlarım?” diye sordu Donald. “Kavgaya mı karıştınız? Yoksa kolluk kuvvetleriyle mi karşılaştınız?”

      “Sana kolluk kuvvetini göstereceğiz berduş herif. Bize yalan söyleyip kandırarak kendini çok zeki sanıyorsun değil mi?”

      “Kim yalan söylemiş? Altınları siz de gördünüz.”

      Gelgelelim konuşmanın yararı yoktu. Donald, yaptığının bedelini ödemeliydi. Yanlarında bir un çuvalı vardı, Hudden ve Dudden, Donald O’Neary’yi bu çuvalın içine koyup sıkıca bağladılar. Düğüm yerinden de bir sopa geçirdiler ve Kahverengi Bataklık Gölü’ne doğru yola çıktılar. Sopanın uçları omuzlarındaydı, aralarında da Donald O’Neary vardı.

      Fakat Kahverengi Göl çok uzaktı, yol ise zorluydu. Hudden ve Dudden aşırı bitap düşmüşlerdi, üstelik susuzluktan kavruluyorlardı. Yol kenarında bir han gördüler.

      “Gel şuraya girelim,” dedi Hudden, “Bittim tükendim. Az yese de çok ağır bu.”

      Eğer Hudden bir şey isterse Dudden da isterdi. Donald’a gelince, kimsenin ona ne istediğini sormadığından emin olabilirsiniz, onu bir patates çuvalıymışcasına hanın kapısının önüne attılar.

      “Uslu dur, berduş herif,” dedi Dudden, “Eğer beklemek bizim için sorun değilse senin için hiç değil.”

      Donald sakin kaldı, ancak bir süre sonra bardak tıkırtılarını duydu. Hudden da yüksek sesle şarkı söylüyordu.

      “Onunla evlenmeyeceğim, size söylüyorum; onunla evlenmeyeceğim!” dedi Donald. Ancak kimse ne söylediğine kulak asmadı.

      “Onunla evlenmeyeceğim, size söylüyorum; onunla evlenmeyeceğim!”

Скачать книгу