Cengiz Han. M. Turhan Tan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Cengiz Han - M. Turhan Tan страница 16

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Cengiz Han - M. Turhan Tan

Скачать книгу

ulu kadın, bağırmayın. Çünkü bizim bey, on yedinci kat gökte adı çağırılsa duyar ve bir yol bulup oraya da çıkar.”

      “Belki oraya çıkar. Fakat buraya giremez. Çünkü burası Köşlük Han’ın yurdudur. Böyle de olmasa biz her gün ardıç ağacıyla yuvamızı tütsüleriz. Temuçin değil, öz cin de olsa aramıza sokulamaz.”

      Güncü, bu bahis üzerinde biraz daha durduğu takdirde haysiyetinden bir şeyler kaybedeceğini sezerek başelçiye ağız açmak için zaman bırakmadı ve sözü değiştirdi:

      “Hayli çene çaldık, hayli de güldük. Beyinizi candan sevdiğiniz için sizi çok beğendim. Barış işini ben omzuma aldım, hanla görüşürüm. Şimdi siz yerinize gidin, dinlenin, eğlenin.”

      Bu emir üzerine elçiler, reverans yapıp çıktılar, Güncü Hatun’u otağında yalnız bıraktılar. O, enikonu dalgındı. Açık gözle karışık bir rüya görüyor gibi idi. Yarı çıplak seyisler, demir yapılı, beyaz benlerle dolu, kirli tenli bir genç ve sonra aylara sesini duyuran, rüzgârlara salık koyup uzak yerlere uçuran Temuçin bazen silik, bazen müşahhas şekillerle göz bebeklerinde geçit resmi yapıyorlardı.

      Bunlar, bu şekiller niçin kendisini sarıyorlardı?.. Güncü, bu noktayı düşünmüyordu, fakat o şekilleri de bir türlü kovamıyordu. Kesik sarı bıyıklı Sardoğan nesine lazımdı? Temuçin’le ne alakası vardı?.. İçinden kopup gelen sorgulara cevap bulamıyordu, o yabancıları da bir sert hamle ile kafasından atamıyordu.

      İşte bu vaziyette bocalayıp dururken Temuçin’den gelme at uşaklarına kendi namına aş ve kımız götüren kadın içeri girdi.

      “Aman kadınım…” dedi. “o cılız tat, yaman bir Böke!.. Beni güya ağırlamak için koynundan bir yat taşı çıkardı. Neler söyledi, neler!”

      “Bu çok görülmez. Çünkü Boğueli’nden geliyor. Bökelerle düşe kalka yat da öğrenmiştir, yalvı da! Hele sen gördüğünü anlat.”

      “Nasıl anlatayım bilemem ki…”

      “Gördüğünü unutmadın ya kız, birer birer söyle.”

      “Seyislere bir tepsi dolusu geyik eti, üç bakraç da kımız götürdüm, çok sevindiler, kapışa kapışa yediler, kurak arığı sığır gibi de kımıza saldırdılar.”

      “Sardoğan de yiyip içti mi?”

      “Sardoğan hangisi, bilmiyorum ki…”

      “Şu kesik sarı bıyıklı, geniş alınlı, biraz yan bakışlı, yapısı biçimli genç yok mu? Onun adı Sardoğan’mış.”

      “Tanıdım, kadınım, tanıdım. O, bir köşeye çekilmişti, dalgın dalgın düşünüyordu. Ne aşa el vurdu ne kımıza dudak sürdü.”

      “Karnı tokmuş demek. Hele sen gördüklerini söyle.”

      “Burada düşüp bayılan adam, enikonu iyileşmişti. İnlemesi, minlemesi yoktu. Güzel güzel yedi, harıl harıl içti, sonra ağzını sildi, yanıma geldi. ‘Ey yerde dolaşan Çolpu! Bizi doyurdun, kımızla içimizi sulayıp serinlendirdin. Ben de sana nereden gelip nereye gittiğini göstereyim. Şu sevimli baş, yarın hangi er koluna dayanacak? Şu göğüs üstünde hangi bahadır yüreği çarpacak? Bunları sana bildireyim, ister misin?’ dedi. Kızarıp bozardım, tepsiyi, bakraçları koltuklayıp savuşmak istedim. Beceremedim, oracıkta dinelip kaldım. Çelimsiz dilmaç (tercüman), koynundan bir yat taşı çıkardı. Okuyup üfledi, sonra o taşı başıma sürdü, yüreğime değdirdi ve birdenbire köpürdü, köpürdü, geviş getiren bir yaban öküzü gibi ağzı köpük içinde kaldı, homur homur homurdandı. ‘Kız, gözüme bak!’ dedi. Korka korka, titreye titreye baktım. Aman kadınım, nasıl söyleyeyim? O göz değil, sanki bir gözgü (ayna) idi, büyülü bir gözgü. Ben bu gözgü içinde neler gördüm, neler?”

      Merak ve heyecan içinde çırpınan Güncü Hatun bağırdı:

      “Uzatma cırlak kız! Ne gördüğünü söyle!”

      “İlkin anamı, babamı gördüm. Beni okşayıp seviyorlardı, sonra at sırtında buraya getirildiğimi gördüm. Artık büyük han, yüce eriniz, kapı yoldaşlarım, birer birer bu gözgüden geçiyordu, sen de güzel bir su gibi oradan akıp geçtin. Derken bir delikanlı boy gösterdi. Tanımadığım bir genç. Başında bir Uygur börkü, sırtında ceylan derisi, belinde yaldızlı bıçak, elinde iyi bir yay vardı. Bu delikanlının yanı başında kendimi gördüm, şaşırıp kaldım.”

      “Ey, neye durdun, bitirsene!”

      “Utanıyorum kadınım, içime ter basıyor.”

      “Yat işinden utanılır mı hiç? Bitir sözünü.”

      “O delikanlı bir şeyler söyledi. Anlamadığım bir dille konuşuyor gibiydi. Fakat ağzından sanki bal akıyordu, yüreğime de tatlı bir ezginlik geliyordu. Bir aralık gözgüdeki gölgemin de konuştuğunu gördüm. Gölgem, kızara kızara bir şeyler söylüyordu, o genç de gülerek dinliyordu. Sonra bir şeyler oldu. Gözgü duman içinde kaldı. Ben alık alık bakarken o duman sıyrıldı, gözgü parladı. Şimdi birçok adamlar, davullar, zurnalar görüyordum. Atlar, develer görüyordum. Bu, bir düğündü.”

      “Düğün mü, kimin düğünü?”

      Kıpkırmızı kesilen kadın, mırıldandı:

      “Benim düğünüm. Gözgüde gölgemle o Uygur kılıklı delikanlı evleniyorlardı. Bizim avluda her çadır tüyle donanmıştı. Siz de orada idiniz. Başınızda pırıl pırıl parlayan bir şey vardı, bilmediğim bir başlık. Yanınızda da çok çalımlı, çok alımlı bir genç oturuyordu.”

      “Erim olacak.”

      “Hayır. Ulu han değildi, başka bir adam.”

      “Bir konuk olmalı.”

      “Konuğa benzemiyordu. Çünkü ara sıra saçınızı eliyle düzeltiyordu, yol bulunca da kimseye sezdirmeden elinizi öpüyordu!..”

      Güncü Hatun, kısa bir dalgınlık geçirdikten sonra sordu:

      “Bu adamın yüzü nasıldı, kılığı nasıldı?”

      “Yüzü çok beyazdı, sarı saçlı idi, gözleri bizim er kişilerin gözüne benzemiyordu. Bakışlarında hem saydıran hem sevdiren bir derinlik vardı.”

      “Sonra?”

      “Sonra gözgü ortadan silindi, karşımda büyücü adamın küçücük gözleri daldı!”

      Güncü Hatun gülümsedi:

      “Adamcağız saygı biliyormuş. Senin elinden aş yedi, kımız içti ya, bu iyiliğin altında kalmamak için sana tatlı bir düş göstermiş. Sonu iyi olsun.”

      Ve bir nebze düşündükten sonra ilave etti:

      “Şu adamı ben de bir sınamak isterim. Bakalım bana da açık gözle bir düş gösterebilir

Скачать книгу