Türk Tarihi. Necib Âsım Yazıksız

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Türk Tarihi - Necib Âsım Yazıksız страница 26

Жанр:
Серия:
Издательство:
Türk Tarihi - Necib Âsım Yazıksız

Скачать книгу

Temir Kapıgka tegi süledimiz. Kögşen aşa Kırgız yiringe tegi süledimiz, Kamıg biş otuz süledimiz. Üç yigirmi süngüşdimiz. İlligig ilsirettimiz. Kağanlıgıg kağansırattımız tizligig sökürtümiz. Başlıgıg yükündürtimiz.

      Tercümesi:

      Tölis ve Tarduş ahalisini orada tanzim etti ve onlara bir yabgu ve bir de şad120 tayin etti. Sağda (yani güneye doğru) Çinliler bizim düşmanımız idi. Solda (yani kuzeye doğru) Baz Kağan, Dokuz Oğuzlar ahalisi düşmanlarımız idi. Kırgızlar, Kurıkanlar, Otuz Tatarlar, Kıtaylar, Tatabılar cümlesi düşmanlarımız idi. Babam kağan bu kadar (düşmanlara galebe çaldı), kırk yedi defa sefere çıktı. Yirmi savaşta düşmanla vuruştu. Tanrı kendisine yar ve yardımcı olduğu için devleti olanları devletsiz bıraktı. Kağanı olanları kağansız bıraktı. Düşmanlarını yatıştırdı, onlara diz çöktürdü, başlarını eğdirdi. Babam kağan o kadar memleket ve kurumlar kazandıktan sonra uçmağa vardı.

      Babam kağanın vefatında ben sekiz yaşında idim. Âdet üzere amcam tahta oturduktan sonra Türk milletini güzel idare etti ve şanını yüceltti. Fakirleri zengin etti. Azı çok kıldı. Amcam kağan tahta çıktığı zaman ben tigin (…) tanrının sayesinde yirmi dört yaşımda iken Tarduş milleti üzerine “şad” oldum. Amcam kağanla birlikte (yani doğuya doğru) Yaşıl Öküz ve Şantung yaylasına kadar sefer ettik, geriye (yani batıya doğru) Demir Kapı’ya (Belh ile Semerkant arasındadır) sefer ettik. “Gökmen”in öte tarafında Kırgız memleketine kadar dahi sefer ettik. Birlikte toplam otuz beş sefer edip yirmi üçünde düşmanla vuruştuk. Devleti olanları devletsiz bıraktık, kağanları olanları kağansız 121 koyduk, onlara diz çöktürdük, baş eğdirdik.

      Sonra kötü günler gelir. Artık savaş kazanç getirmez, yağma da öyle… Kağan artık ahalisini besleyemez “fakirleri zengin, azı çok” edemez, yani etrafındakileri geçindirip idare edemez. İşte bu kez de Türkler herkesçe tanınan milletin asker maaşına, yani Çin imparatoruna kendilerini satmaya mecbur oldular. Aç kalan kağan ile ulusları bu kere de Çin’in ücretli askeri sırasına girdiler. Bulunan Türk yazıtları; Çin’i yağma etmedikleri yahut o büyük devlet tarafından bölünmeye duçar olup da bir kısım hesabına, diğer kısım aleyhine savaştıkları yani kendilerine ücret veren hükümdarın diğerine halef olmasını beklemedikleri zaman, o eski çerilerin (yani Türkler) Çinlilerle olan münasebetini açıkça beyan etmektedir.

      Buradaki âlim Çinli, çeri Türk’tür: Bu kanaatkâr Türk’e Çinli altın, gümüş, kumaş verdiği ve “mutedil” bir vergi verdiği “mülayemetle” etkin olduğu süre ne kadar uzun olursa olsun iki taraf her türlü taarruzdan korunur, mağlubiyeti mümkün olmaksızın müttefik kalır. Fakat ilk önce Çinlilerin kağana mutedil bir vergi vermesi şarttır. Çünkü ulusları Çin hükümdarlarının aksine olarak kağan kendi uluslarını bakıp besliyor. Şöyle ki: Milleti ihya ettim, çıplak iken giyindirdim, fakir iken zengin ettim. Çünkü yukarıdaki “gökte” Tengri, kağanı “kara toprak” üzerinde ancak Türk toplumuna, muzaffer Türk milletine hayat vermek için tayin ettiğinden; askerî açıdan büyük hâkim, yasaları koruyan cengâver, tecessüm etmiş bir nizam ve intizam olan kağan, bu muzaffer millete karşı sorumludur. Kendisi kağan “âlim” İlteriş “milleti ihya eden” olmak hasebiyle milletin azameti tamamıyla kendisine emanet edilmiştir. İlk önce kağan millete şereften bahs açar: Milletbahş olan Tanrı, Türk kavminin nam ve şanı silinmemesi için Tanrı, beni kağan kıldı. Zengin bir kavim üzerine atanmadım. İçinde yiyeceği, dışında giyineceği olmayan, fakir ve mahrum bir kavim üzerine tayin kılındım. Ben ve kardeşim Kültigin, iki (şad) birlikte baba ve amcamız tarafından Türk milletine kazanılan ad ve ün silinmesin diye sözleştik. Türk milleti için gece uyumadım, gündüz rahat etmedim ölünceye kadar çalıştım. Çıplak kavme giyecek verdim, halk fakir idi zengin ettim. Azı çok ettim. Faziletli kavimleri, kağanın haşmet ve itibarını artırdım. Tanrı2nın yardımı ile ben çok kazandığım gibi, Türk kavmi de çok kazandı.

      Tercümesi:

      Ötüken Ormanı’nda Türklerin tabi olanları yok idi. Devletin idare olunduğu yer Ötüken Ormanı idi. Bu yerde oturur iken Çinlilerle barıştım. Bunlar altın, gümüş issiğ122 ipeğini zahmetsizce verirler. Çinlilerin daveti tatlı ve hediyeleri yumuşak idi. Tatlı davetleri ve yumuşak hediyeleri ile uzakta bulunan milletleri kendilerine yaklaştırırlar. Yakın konduktan sonra onların arasında medeniyet ve kültür yayarlar. İyi âlim kişi, iyi cesur kişiye taarruz etmez idi.

      İl birigme Tengri, Türk budun atı, küsi yok bolmazun tiyin, özümin ol Tengri kağan olurtı erinç. Ming yıllık budunka olurmadım; İçre aşsız, taşra tonsız yabız-yablak budunda üze olurtım. İnim Kültigin iki şad, nim Kültigin birle sözleştimiz. Akanımız, eçimiz kazganmış budun atı küsi yok bolmasın tiyin. Türk budun içün tün udımadım, küntüz olurmadım erinç. Kültigin birle iki şad ölü, yitü kazgandım. Anca kazganıp bir budunung ot-sub kılmadım. Men özüm kağan olurtukuma yir sayu yazmış budun ölü yiti yadağın yalangın yana kelti. Ötüken yışda yığ idi yok ermiş. İl-tutsık yer Ötüken yışı-ermiş. Bu yirde olurup Tabgaç budun birle tüzültim. Altun, Gümüş ıssıgtı kutay bungsuz anca birür Tabgaç budun sabı süçik, ağısı yımşak ermiş. Süçik sabın, yımşak ağın arap ırak budunug anca yağıtur ermiş. Yağuru kondukta kisre arıyıg bilig anda öyür ermiş. Edgü bilge kişig edgü alp kişig yorıtmaz ermiş.

      Türk hükümdarının gece uyumaması, gündüz rahat etmemesi, soyulmuş tebası içinde bulunan fukarayı beslemek, giyindirmek için ölmeyip gece gündüz çalışıp savaşması ün kazanmak, millî şerefi artırmak içindir. Mısır firavunu, İran şahı, Âsur kralı kendilerine has azametlerini ilan, ilahlarının kudretini beyan için sürü sürü halkları kurban eder, Türk kağanı ise milletinin şan ve şerefinden başka bir şey düşünmez.

      Şarlman’ın yeğeni olduğu sanılan milâdî yedi yüz altmış yedi senesinde Roncevaux Geçidi Savaşı’nda öldürülen Roland’ın “Tatlı Fransa” dediği gibi Türk kahramanı kendi memleketinden hiç dem vurmaksızın Ol yirgerü barsa Türk budun ölteçisen; Ötüken yir olurup arkış tirkiş ısar. Nening, bunung yok. Ötüken yış olursar beriggü il tuta olurtaçı sen ve Türk budun.

      Tercümesi:

      Ey Türk milleti! Eğer ol yere yani Çin’e gidersen öleceksin. Ötüken toprağında oturup kervanlar, kafileler gönderirsen. Ötüken ormanında kalır isen orada ne zenginlik ve ihtişam ve ne de çeşitli kederler ve elem vardır. Ebedî bir devleti burada muhafaza edeceksin, diyor. O mahsulsüz memleketi bütün kuvvetiyle seviyor ve devletinin ilelebet bekasını arzu ediyor.

      Kuteybe bin Müslim’den rivayeten Cahiz: Bir Türk, bağlı bir deveden ziyade vatanı için inler, diyor. Zira: Deve Basra arkalarından Umman’dan her bir dağı aşarak, her bir ovayı geçerek mekânına gelinceye kadar ancak bir defa yürüdüğü yolları koklamak ve meskenine varıncaya kadar Umman ile Basra arasındaki mesafe ne kadar uzak olsa bile vatan ve yatağı olan yerine kendisine mahsus olan koklama, şiddetle koklama ile tabiattan delil toplar.

      Vatana muhabbet ve onu koruma belirtileri az önce anıldığınca bütün insanlarda mahfuz ise de Türklerde zikrettiğimiz aleniyete dayanarak daha şiddetli olup diğer bir kaza, gecikme ve niyetten evvel onları dönmeye davet eder.

      Türkler

Скачать книгу


<p>120</p>

Şad dışarıda bulunan Türk beyleri manasında olmak gerektir. Osmanlıcada vaktiyle devlet adamlarının tellalı makamında bulunan memurlara şadi denilirdi.

Yabgu; Uygur, Çağatay ve Osmanlıcada müşterek olup bina ve tanzim etmek manasında olan “yab” kelimesinden alınmıştır. “Yabgu” bunun türemiş hâlidir. Şad, Türkler arasında iki büyük rütbe ismidir. Vaktiyle mevcut olan rütbe isimleriyle bu gün tertip edilen rütbe silsilesi biri doğu, diğeri batı olmak üzere Türk hükûmetinde iki şad rütbesi bulunduğu görülür. Görünüşe bakılırsa Çinliler yabguyu “yepu” ve “şad”ı da “şat” diye dillerine almışlar ve Mösyö Radloff bu tabiri tercüme ederken birinciye hatalı bir şekil vererek “yabgug-şad” ikisini birleştirmiştir. (Thomsen, Orhun Yazıtları 146)

<p>121</p>

Türklerin “Yeşil Öküz” yani Yeşil Nehir dedikleri “Huang ho” nehridir. Bunu Moğollar sularının çamurlu olmasından dolayı “Khara Moron” yani Kara Nehir olarak adlandırmışlardır. Şandung ovası Çin’in “Şan-tung” vilayetinden ibarettir. Gerçekten bu vilayet Huang-ho” nehrinin kıyısına kadar toprak, araziye ait geniş ovaları içine alır.

Gökmen, Kırgızların yerleşik bulundukları ormanlık bir dağ silsilesi ismidir. Karşı yamaçları Türk memleketidir. Kırgızların memleketine gitmek için Türk memleketinden geçmek lazımdır. Bu silsilenin (Tang-nu” dağları olması hatıra geleceği gibi “Sayan” dağları veya bunların ikisi aralarında bulunan diğer bir dağ silsilesi olması da düşünülebilir. Hatta “Gökmen” kelimesine dâhil olan “Gök” ipucu ile bu dağların Çinlilerin “Tien-şan adlandırdıkları “dağ” olması daha ziyade hakikate yakındır. Kırgızların hükümdarı burada ikamet ederdi. (Thomsen, Orhun Yazıtları)

<p>122</p>

İssiğini kelimesini “Radloff” ıtriyat ile tercüme etmiş. Mösyö Thomsen ise bu kelimenin isiğinisin olduğunu ve bir tür hububat olduğunu iddia ediyor.