Külah. Омер Сейфеддин

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Külah - Омер Сейфеддин страница 2

Жанр:
Серия:
Издательство:
Külah - Омер Сейфеддин

Скачать книгу

Molla!” dedi.

      “Merhaba!”

      Şimdiye kadar hiç konuşmamışlardı.

      “Hayvan almaya mı geldin?”

      “Sana ne?..”

      …

      “Niye geldimse geldim.”

      Mıstık kirli, zayıf elini seyrek sarı bıyıklarına kaldırdı. Çakır gözleri bakacak yer bulamadı. Renksiz dudaklarını kısarak gülümsedi:

      “Ortak olalım be…” dedi.

      “Olalım.”

      Molla da gülümsedi. Döndüler. Hanın avlusuna doğru yan yana yürüdüler. Kahvenin önündeki eski peykeye oturdular. Ayaklarının dibinde iri, alacalı bir tavuk “gut, gut, gut” diye civcivlerini gezdiriyordu. Pazar yarındı.

      Mıstık koynundan tütün kesesini çıkardı. Mollaya uzatırken peykenin yanındaki pencereden içeriye bağırdı:

      “Bize iki kahve getir!”

      Molla, “Ben oruçluyum!” dedi.

      Mıstık anlamadı:

      “Ramazanda mıyız yahu?”

      “Hayır.”

      “Üç aylarda mıyız?”

      “Hayır.”

      “Ee, bu ne orucu?”

      “Ben bütün yıl, bir gün yer, bir gün tutarım!”

      “Sahi mi?”

      “Vallahi…”

      Mıstık tütün kesesini tekrar koynuna soktu. Eğildi, camsız pencereden kahveciye, “İstemez, kahveleri yapma!” diye seslendi. İçinden Bu gebeşin kafasına ben bir külah geçiririm! dedi. Kendisinin sofuluğundan, küçükken hafızlığa çalıştığından ama hastalandığı için vazgeçtiğinden, babasının yirmi yedi defa hacca gittiğinden bahsetti. Molla yere bakarak dinliyor, başını sallıyor, inanıyor; Rumelililerin sağlam Müslüman olduklarını söylüyordu.

      Mıstık sordu:

      “Sen nerelisin?”

      “Kayserili.”

      “Kayseri nerede?”

      “Bu tarafta.”

      Molla kısa parmaklı tombul eliyle hanın kapısını gösteriyordu. Mıstık, geldiği ciheti hatırlayarak:

      “Konya tarafında mı?” diye sordu.

      “Hayır canım, daha yukarılarda.”

      …

      Mıstık Kayseri’nin nerede ve ne olduğunu pek iyi bilmiyordu. Rumeli’de bıraktığı çiftlikleri de anlattıktan sonra yaptığı kapıyı kâfi gördü. İşlere geçti. Konuştular. Anlaştılar. O günden itibaren ortaklığa karar verdiler. Kâra, zarara, sermayeye ortak oluyorlardı. Mıstık yine içinden, Ben sana bir külah giydireyim de gör! dedi.

      Ertesi gün pazarda hayvanları beraber sattılar. Mollanınkiler daha genç, daha dinç duruyordu. Birkaç gün daha burada kalıp çürük hayvanlar toplamak üzre sözleştiler.

      İkisi de bir handa, karşılıklı birer küçük odada yatıyorlardı.

      Bir gece Mıstık’ın odasının kapısı vuruldu. Kalktı. Sürmeyi çekti. Açtı. Baktı ki ortağı…

      “Hayırdır inşallah Molla?..”

      “Sabahleyin ben bir köye kadar gideceğim. Sana şimdiden unutmadan söyleyeyim. İyi bir iş var.”

      Mıstık gözlerini daha ziyade açtı:

      “Ne?”

      “Valinin çocuğu için benden bir beyaz eşek istemişlerdi. Seksen liraya kadar satabileceğiz.”

      “Ee?”

      “Ben yarın burada yokum. Sen ara, bulursan otuz, kırk, hatta elli lira bile ver. Mutlaka al.”

      “Beyaz eşek olur mu?”

      “Olur ya…”

      Mıstık şaşaladı. Şaka mı ediyor? diye sofu ortağının yüzüne dikkatle baktı. Hayır, ciddiydi. Sordu:

      “Ee, burada bulunur mu?”

      “Ne bilirsin? Belki bulunur.”

      “Pekâlâ, yarın ararım.”

      Molla, saf bir ortak samimiyetiyle ona akıl öğretti:

      “Buranın en birinci cambazı Hacı Hüseyin’dir. Sen tanımazsın. Şimdi çok ihtiyar olduğu için evinden çıkmaz. Şadırvanın karşısına gelen sokaktan git, git, git… Orada birine sor. Gösterirler. Çiftlik gibi bir ev… Pazara gelmez. Oturduğu yerde cambazlık eder. Ondan iste. De ki: ‘Akşama kadar mutlaka bir beyaz eşek bul.’ Elli liraya kadar vadet.”

      “Pekâlâ…”

      Molla’nın ağzından sert bir rakı kokusu çıkıyordu. Küçük lambanın hafif aydınlığıyla gölgelenen yüzünde yorgun bir neşe vardı. Gözleri dumanlıydı. Mıstık ortağının gündüz oruçlu olduğunu hatırladı. Bir latife etmek istedi.

      “Keşke beni de iftara davet edeydin! Beraber içerdik…”

      Molla reddetti:

      “Haşa! Ben ömrümde bir katre ağzıma koymamışım, elhamdülillah…”

      “Ee, bu koku ne be?”

      “Dişim ağrıyor, rakı ile ağzımı çalkaladım.”

      “Ya…”

      “Evet.”

      “Öyleyse Allah rahatlık versin!”

      “Sana da…”

      Mıstık, odasının kapısını kapayınca yine “Gidi gebeş seni! Ben sana bir külah giydireyim de gör!” dedi. Ayakta duramayacak kadar sarhoş olduğu hâlde yine sofuluk taslayıp ömründe ağzına bir katre koymadığını söylemesi Mıstık’ın sanki izzetinefsine dokunmuştu. “Beni aptal yerine koyuyor ha…” diye ellerini kalçalarına dayadı. Durdu. Gözlerini küçülterek yere baktı: “Şuna bir külah… İlk fırsatta bir külah…”

      Döndü. Kapıyı sürmeledi. Soyunmaya başladı. Kendisi de “sıtma tutmasın” diye torbasında daima birkaç şişe konyak gezdirirdi. Onun için kafası gündüzden tutkundu. Hemen uyuyuverdi.

      Sabah

Скачать книгу