Külah. Омер Сейфеддин

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Külah - Омер Сейфеддин страница 3

Жанр:
Серия:
Издательство:
Külah - Омер Сейфеддин

Скачать книгу

o gününü akşama kadar hayvan aramakla geçirdi. Kelepire benzer bir şey bulamadı. Ortağı Molla gittiği yerden gelmemişti. Akşama yakın canı sıkılmaya başladı. Beyaz eşeği bulup bulmadığını anlamak için değil, sırf kendisiyle konuşup malumat peyda etmek için ihtiyar cambazın evine gitti. Kapıyı vurdu. Karşısına çıkan Hacı Hüseyin:

      “Oğul, senin talihin varmış!” diye bağırdı, “Bir beyaz eşek buldum!”

      “Ne çabuk?”

      “Sen gider gitmez şişmanca, simsiyah bir Arap geldi. Ama tuhaf bir Arap. Başında yeşil bir hacı sarığı… Ben Hicaz’da askerlik ettiğim için Arapça bilirim. Arapça konuşmaya kalktım. ‘Gurbette unuttum.’ dedi. Allah kimseyi gurbete düşürmesin! İnsan ana dilini bile kaybediyormuş! Bu zavallı hacı parasız kalmış. Yedeğindeki süt gibi beyaz eşeği bana sattı. Kırk liraya aldım.”

      “Çok be!”

      “Ne yapalım? Sen elliye kadar ver demedin mi?”

      “Çok iyi canım, nerede bakalım, bir görelim.”

      “Gel… Ahırda.”

      Mıstık sık adımlarla hızlı hızlı yürüyen asabi ihtiyarın arkasına takıldı. Dış avluyu geçti. Geniş bir ahıra girdi. Köşede hakikaten süt gibi bembeyaz bir eşek duruyordu.

      “Çok güzel, yarın gelir alırım.” dedi. İhtiyar sordu:

      “Şimdi niye almıyorsun?”

      “Yarın sabah dedim ya… Akşamın hayrı, sabahın şerrinden beterdir.”

      “Olur, sabahleyin gel.”

      “Güneş doğarken…” dedi. Çıkarken avlunun çitlerine, kapının kenarlarına, ahırın saçaklarına çaktırmadan dikkatli dikkatli baktı. Gözleri sokağın karmakarışık izlerinde, hana dönerken: “Bu fırsatı kaçırmamalıyım!” diyordu. İşte beyaz eşek bulunmuştu. Bunu Molla’nın haberi olmadan alıp valiye götürmeli, bütün kârı cebellübe atmalıydı. Ama Molla, eşeğin bulunduğunu haber alırsa gider, fiyatı arttırır, yine işi bozardı. “Ona duyurmam.” dedi. Düşünmeye başladı. Hana gelinceye kadar planını kurmuştu. Odabaşı ile hemen hesabını kesti. “Bu gece ay ışığı var. Ben aşağı köye gidiyorum. İki üç gün gelmeyeceğim.” diyerek heybelerini omuzladı. Gizlice başka bir hana gitti. Sabahı dar etti. Erkenden, ortağına giydireceği külahı düşünerek uyandı. Bir ucunu pencerenin parmaklığına bağladığı uzun kırmızı kuşağını döne döne sararken, yanında başka birisi varmış gibi kendi kendine konuşmaya başladı:

      “Hacı Hüseyin’e niçin kırk lira vereceğim?”

      “Ya ne yapmalıyım?”

      “Çitler alçak. Kapı da harap. Köpek de yok. Gidip gece çalarım.”

      “Sonra?”

      “Bugün çarşıdan boya alırım. Derenin kenarına götürür saklarım. Eşeği gece götürür orada boyarım. Tan karanlığında hanla hesabımı keser, boyalı eşeğe biner, vilayetin yolunu tutarım.”

      “Vilayete gidince?”

      “Eşeği sıcak su ile yıkar, valiye satarım.”

      “Molla?”

      “Külahı giydiğinin farkında olmaz bile…”

      …

      Poturunun açık kalmış düğmelerini iliklerken gözünün önüne Molla’yı getiriyor, başındaki beyaz sarığının yerine küçük bir Rumeli külahı geçiriyor, bu külahı hayalinde bir sağa, bir sola, bir arkaya, bir öne eğerek eğleniyordu.

      Çarşıdaki dükkânların hepsini dolaştı. Kınadan başka boya bulamadı. İki okka kına aldı. Kasabadan dışarı çıktı. Derenin kenarında kuytu bir yer buldu. Molla’ya rast gelmemek için kasabaya dönmedi. Gece oluncaya kadar orada oturdu. Kesesindeki tütünlerin hepsini içti, bitirdi. Hava bozuktu. Siyah bulutlar bazen ayı örtüyor, her tarafı vakit vakit koyu bir karanlık kaplıyordu. Mıstık gece yarısından sonra bu karanlığın içinde yürüdü. Düşe kalka Hacı Hüseyin’in evine geldi. Durdu. Dinledi. Ses seda yoktu. Çite tırmandı. Akar gibi avluya indi. Tekrar etrafı dinledi. Bir şey duyamadı. Yürüdü. Ahıra gitti. Kapı aralıktı. İtti. İçeri girdi. Yine karanlığı dinledi. Cebinden çıkardığı kibriti çaktı. Köşede, eşek tıpkı bir mermer parçası gibi bembeyaz duruyordu. Ayaklarının ucuna basarak yürüdü. Yulaf bağı kördüğüm olmuştu. Elleriyle, dişleriyle uğraşarak çözdü. Yavaş yavaş, soğukkanlılıkla kapıdan çıkarken boğazına boğucu bir şey sarıldı. Beyninde bir yaygaradır koptu: “Hırsız var, hırsız var, koşun çocuklar, hırsız var!..”

      …

      Mıstık çabaladı, çırpındı, kurtulamadı. Avlunun sağındaki yer odalarından elleri ışıklı kadınlar koşuyorlardı. Korkudan patlamış gözleri, boğazına sarılanı tanıdı. Bu, Hacı Hüseyin’di. Dün sabah bir yabancının gelip kendisinden yüksek fiyatla damdan düşer gibi bir beyaz eşek istemesi… Sonra o gider gitmez yine damdan düşer gibi tuhaf kıyafetli, Arapça bilmez bir Arap’ın kendisine bir beyaz eşek getirip satması… Daha sonra, ertesi gün gelip eşeği alacağını söyleyen müşterinin görünmemesi onu şüpheye düşürmüştü. İşte “Bu işte bir kurt yeniği var!” diye bu gece uyuyamamış, kuyu başındaki bostan gölgeliğinde beklemişti. Yakaladığının gelmeyen müşteri olduğunu görünce öfkesinden deli olacaktı.

      “İp getirin!” diye haykırdı. Çoluk çocuk, damat, gelin, bütün ev halkı uyanmıştı. Kaim iplerle Mıstık’ı sımsıkı bağladılar. Canını çıkarıncaya kadar dövdüler.

***

      Sabahleyin yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyordu. Hacı Hüseyin, damatlarıyla kalın incir ağacından, gece yakaladığı hırsızı çözdü. Ayaklarının bağlarını gevşetti, arkasına taktı. Beyaz eşekle beraber hükûmet konağına doğru yürüdü. Ahırdan bembeyaz çıkan eşeğin rengi atıyor, boynunda, sırtında, sağrısında yol yol beyaz ve siyah çizgiler peyda oluyordu. Eşeğin rengi şakır şakır yağan yağmur altında böyle harelendikçe Hacı Hüseyin, daha beter hiddetleniyor, dönüp dönüp Mıstık’ın ensesine tokatları indiriyor, “Gidi sizi dolandırıcılar! İlk önce sen gelirsin, sonra arkadaşın o yalancı Arap! Çıkarın altınlarımı…” diye küfürleri basıyordu. Gören olaya katıldı. Vaka hemen duyuldu. Bütün kasaba hükûmetin avlusuna toplandı. Bir eşeğe bakıyorlar bir Mıstık’a… Gülmekten katılıyorlardı. Dün boya aradığı dükkâncılar; kına aldığı aktar, hancılar onu tanıdılar. Daha jandarma zabiti gelmemişti. Uzun boylu çavuş yanındaki neferlerine gülerek emrini verdi:

      “Tıkın şu uğursuzu bodruma! Yağmur altında eşek gibi onun da rengi değişmesin!”

      Neferler Mıstık’ı tuttular. Ahalinin arasından çektiler, kollarının bağlarını çözmeden, dar bir kapıdan kapkaranlık bir yere fırlattılar. Mıstık bu karanlıkta yapayalnız kalınca Molla’nın kendine ettiği oyunu sezer gibi oldu. Gözünün önünde, siyaha boyanmış,

Скачать книгу