Tarihin Kuyumcusu - Cüceler Nasıl Dev Olur, Devler Nasıl Cüce?. Mikâil Bayram

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Tarihin Kuyumcusu - Cüceler Nasıl Dev Olur, Devler Nasıl Cüce? - Mikâil Bayram страница 20

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Tarihin Kuyumcusu - Cüceler Nasıl Dev Olur, Devler Nasıl Cüce? - Mikâil Bayram

Скачать книгу

Kasidesi’ne de atıflarda bulunulur.

      Bir dönem insanlar dünyanın öküzün üstünde olduğuna inanıyorlardı. Halkımız da böyle inanıyordu. Öküz kafasını sallıyor deprem oluyor. Bu düşünce sadece metinlerde de kalmamış, halk arasında yayılmış. Anadolu insanı, Müslüman halklar böyle inanır olmuşlar. Şimdi bu bazı kelâmî kitaplara dahi girmiş. Halk için yazılan bazı kelam kitaplarına yerleşmiş. Onun için Ömer Hayyam Farsça şiirde diyor ki;

      “Gavi es der asıman kı nameş Pervin.” Gökyüzünde bir tane öküz var adı da Pervin’dir. Öküz burcunun adı Pervin’dir.

      “Yek gavi diğer hes der zir i zemin.” Bir başka öküz var o da yerin altında yeri taşıyor.

      Bakın öküz burcuyla ilgili de halk orada hakikaten bir öküzün olduğunu düşünür. Yıldızlar kümesinin meydana getirdiği bir motifle ilgi kuramıyor. İnsanlar orada gerçek bir öküzün mevcudiyetine inanıyor.

      Ondan sonra Ömer Hayyam diyor;

      “Çeşm-i Xıredet ba kun-u bibin.”

      Akıl gözünü aç da dikkatle bak.

      “Zir u ziber-i dugav müşti xerbin.”

      Bu iki öküzün arasında sürüyle eşekleri seyret.

      Şimdi Ömer Hayyam da o dönemde bu düşüncelerle alay ediyor. Ömer Hayyam bu düşüncelerle alay edince de merdud bir adam olmuş, lanetlik bir adam olarak kalmış. Ömer Hayyam’ı hayırla anan bir tek adam var mı?

      Yok.

      Demek ki o dönemde de bu fikirler ortalıkta cevelan ediyordu. İnsanlar böyle inanıyorlardı ve Ömer Hayyam da bununla mücadele etmek zorunluluğunu hissetmişti.

      21. yüzyıla geldik, hâlâ bu düşünceler mevcut. Ha Said Nursi burada güzel bir şey yapmış, insanları bir şeyden kurtarmış; sandığınız gibi öküz değil, öküzün gücünden yararlanmayı ifade ediyor bu cümle. Evet, o gericiliği ortadan kaldırmaya çalışmış. Bununla da İslam’ı savunduğunu düşünüyor. Hâlbuki ben Said Nursi’nin yerinde olsaydım “Hz. Peygamber böyle bir şey dememiş, nerede demiş? Hz. Peygamber hiçbir yerde dünya öküzün üstündedir veya balığın üstündedir demiş. Bunlar efsane, eski kitaplarda mevcut olan şeylerdir.” derdim.

      Nizamiye Medreselerinde Felsefe Dersi Yasak mıydı?

      “Kur’ân-ı Kerim”de Bakara Suresi var. İsrailoğullarının adli bir vakasının figürü olan Bakara’nın Mısır toplumunda da olduğu söyleniyor. Yani bakara Kıpti toplumunda da Tanrısal bir figürdü. Bakara Hint kıtasında da var. Şimdi modern müfessirler de İsrailoğulları Mısır’dan göç ederken Tanrısal figürleri Filistin topraklarına taşıdılar diyorlar. Bununla birlikte bir kısım müfessir de “Bu dönem ziraat, tarımın başladığı bir dönemdi. Dolayısıyla tarımda hem bakara hem de bakaratün vardı” diyorlar. İnek hem süt ve hayvancılıkta, hem kara saban ve ziraatta önemli bir figürdü.

      En önemli şey şu; o kültürlerin, o efsanelerin yanlış anlaşılması veya idrak olunamaması insanları ifsâd ediyor. İnsanları geri bırakıyor. İnsanların tefekkürünü dumura uğratıyor. Bu yönüyle İslam dünyasına zararları da büyük.

      Bilirsiniz, Selçuklular zamanında Nizamiye Medreseleri kuruldu. Kurulan 22 Nizamiye Medresesi’nin müfredatında tabiat bilimleri katiyyen yoktur. 22 tane Nizamiye Medresesi tabiat bilimlerine yer vermemiş.

      Sadece dinî ilimler okutulmuş.

      Hatta dinî ilimlerde Şafii mezhebine bağlı kalınmış. Akaitte de Eş’ari mezhebine bağlı kalınmış. Şimdi devlet bu kadar büyük yatırım yapıp bu müesseseleri kurmuş, bu müesseselerde tabiat bilimlerine yer verilmemiş. Buradan doğan açığı Melikşah fark etmiş. Melikşah bunu fark edince Rey şehrinde büyük bir rasathane kurmuş ve o Rey şehrindeki rasathanenin başına da İmamı Muzafferiddin el-Fezari’yi getirtmiş. Geometriye dair eser yazan adamdır. “Kitabü’l Mesahe” adında bir eseri var.

      Ömer Hayyam o dönemde orada görevliydi. Bu müessesenin kuruluş amacı, o günün o nizamiye medreselerinin tabiat bilimlerindeki açığını kapatmakdır. Bu Orta Çağ boyunca İslam dünyasında etkisini gösterdi. Müslümanlar tabiat ilimleriyle barışık olamadılar. Hatta tabiat ilimlerinde ileri gelmiş zevatın birçoklarını tahkir ettiler ve o adamların İslam dünyasında gözden düşmesini sağladılar. İbn-i Sina tekfir edildi, Farabi tekfir edildi, bunların eserleri merdud addedildi.

      Felsefe lanetlendi mesela.

      Evet.

      Tıp bayramı münasebetiyle radyoda bir program izledik; İbn-i Sina’nın “Kitab-ı Şifa”sı 1700 yıllarına kadar Avrupa’da tıp okullarında okutuluyormuş.

      Ders kitabıydı. İbn-i Sina’nın “El-Kanun fi’t Tıbb” ilk defa İtalya’da, Roma’da basıldı. Miladi takvime göre söylüyorum; 1010 yılında Roma’da basıldı. Nitekim Roma’da basılan “El Kanun fi’t Tıbb”ın Yusuf Ağa Halk Kütüphanesinde de bir nüshası mevcut idi. Çalınan kitaplar arasında o da vardı. Görüyor musunuz?

      İşte bu değişik bir İslam anlayışı. Sen devletsin değil mi? Fizikten, matematikten, biyolojiden, tıptan uzak duracaksın; bu nasıl bir din anlayışı?

      Eskiler ilimleri ikiye ayırırlar. Bir kısım ilimler insana hitap eder, insanın yapılanmasını sağlar, insanı ihya eder. İnsanı inşa eder. İnsanın düşünce tarzını inşa eder. Dinî ilimler, matematik, felsefe, bütün ilimler insanı inşa eder ve ilimler bir yönüyle de tabiatı inşa eder, eşyayı inşa eder, şehirleri inşa eder. Bir kısım ilimler de bu yönde kullanılır.

      İnsanı, eşyayı, çevreyi inşa eden ilimleri terk ettiniz mi imar da olmaz, medeniyeti de meydana getiremezsiniz. Bu tür gelişmeler maalesef Orta Çağ da İslam dünyası için büyük bir şanssızlık olmuş.

      Felsefe, Matematik Osmanlı Medreselerinde Öğretiliyor muydu?

      Osmanlı, çağının ilerisinde bir devlet ama Osmanlı medreselerinde de aynı durum devam etmiş.

      Osmanlı’nın kuruluş döneminde gerçekten aydın, bilgili sultanlar vardı. O sultanların etrafında bilgili insanlar vardı. Özellikle bu alanda belki Fatih ve Fatih’in babası özel bir yere sahiptir. Ben Fatih’in babasına da çok yer veriyorum Osmanlı sultanları arasında. Belki bir numaralı yeri Fatih Sultan Mehmet’in babası II. Murat’a veriyorum. O dönemlerde belli bir yükseliş var. Medreseler alanında, tabiat bilimleri alanında bir gelişme var. O dönemde mesela bir Kadızâde-i Rûmî var, bir Ali Kuşçu var. Bakın bunlar da Anadolu’da yetişmiş insanlar değil. Semerkant’tan, Buhara’dan gelmişler.

      Hiç olmazsa Sahn-ı Saman Medreseleri kurulmuş. Bu tür ilimlerde gelişmiş insanlar, buralarda hizmet görmüşler. Fakat daha sonra Osmanlı’nın gerileme döneminde böyle seçkin insanlar mevcut değildi. Kaldı ki Ali Kuşçu’yu Birunî’yle kıyas edecek olursanız Ali Kuşçu, Birunî’nin talebesinin talebesi dahi olamaz. Bilimsel seviyenin ne kadar düştüğünü söylemek istiyorum. İnanın Birunî’nin talebesinin talebesi

Скачать книгу