Tarihin Kuyumcusu - Cüceler Nasıl Dev Olur, Devler Nasıl Cüce?. Mikâil Bayram

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Tarihin Kuyumcusu - Cüceler Nasıl Dev Olur, Devler Nasıl Cüce? - Mikâil Bayram страница 22

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Tarihin Kuyumcusu - Cüceler Nasıl Dev Olur, Devler Nasıl Cüce? - Mikâil Bayram

Скачать книгу

belki de Emevilerden daha tehlikeli bir konuma geldi.

      Ne yaptılar?

      Evvela İrani tefekkürün tesiriyle kendi Abbasi halifelerinin yeryüzünde Allah’ın gölgesi olduğu fikrini yaydılar. Güya Hz. Peygamber demiş ki “Halife yeryüzünde Allah’ın gölgesidir ve bu yeryüzünde Allah’ın gölgesi olan halifeler şeriat ihdas etme hakkına da sahiptirler.” Bu kadar ileri gittiler. Bu düşüncedendir ki Harun Reşit iktidardayken aynen eski krallar gibi, eski İran şahları gibi kendisinden sonra kimlerin iktidara gelmesi gerektiğini vasiyet etti.“Ben yeryüzünde Allah’ın gölgesiyim, benden sonra kimin halife olması gerektiğini ben tayin ederim.” diye vasiyet yayımladı. Oğlu Emin’i kendisine veliaht tayin etti. Muaviye’nin veliaht tayin etmesinden farksız bir şeydi. Muaviye hiç olmazsa güce dayanıyordu. Ümeyye ailesindenim, benim böyle bir üstünlüğüm var diyordu. Bu ise vasiyet ediyor. Abbasiler “Biz yeryüzünde Allah’ın gölgesiyiz ve şeriat koyma yetkisine de sahibiz.” dediler. Harun Reşit’ten sonra oğlu Emin de kendini Allah’ın yeryüzündeki gölgesi olarak ilan etti ve yerine oğlunu halife olarak vasiyet etti. O zaman Me’mun kardeşine karşı isyan etti ve İran üzerinden topladığı askerlerle gelip onların saltanatını yıktı ve kendisini halife ilan etti. Rahmetli Seyyid Kutub’un “İslamî Etütler” adlı kitabında dediği gibi bu devletler istişare meclisini oluşturamadılar. Osmanlılar da istişare meclisini oluşturamadıkları için evlat katili oldular. Devleti devam ettirebilmek için kardeşlerini, oğullarını öldürdüler.

      İslam’da devlet modeliyle ilgili hiç kitap yok hocam. Bir tek “Ahkâmi Sultaniye” diye bir kitap var. Onun dışında bir kitap yok.

      Esasında sultanları yönlendirmek amacıyla çok kitap yazıldı. “Ahkâm-ül Sultaniye”den önce “Edeb’ül Kâdi” diye bir kitap yazıldı. Bu kitaplar devlet adamlarını yönlendirici olamadılar. Mesela bizim Alaaddin Keykubat’a bile 4-5 tane sunum yazıldı.

      İbn-i Teymiye’nin de var.

      Yönetimle ilgili İbn-i Teymiye’nin de var. Devlet adamlarının yönetimlerini sınırlayacak, ilkelerini belirleyecek kitaplar yazdılar ama bütün bunlara rağmen bu alışkanlık yerleşemedi.

      Müslümanlar bugün bile insanlığa İslam’ın hitabı şudur diyemiyorlar. Tabii bu meseleye daha sonra yine döneriz. Biraz önce Muhammed Hamidullah’tan söz etmiştik. Onu Kayseri’ye getirip konuşturmuştunuz. O bahsi biraz açalım mı?

      O bahsi açmadan biraz öncesine gitmek istiyorum; askerlik dönüşü Kayseri Yüksek İslam Enstitüsüne hoca olarak tayin edildim. Bu sırada doktora da yapıyordum. Doktora çalışmaları vesilesiyle sık sık İstanbul’a gider İstanbul’da kütüphanelerde çalışırdım. Tabii kütüphanelere gitmem bazı hocalarla da tanışmama imkân hazırladı. İşte o kütüphanelerde tanıştığım hocalardan birisi de Muhammed Hamidullah Bey’dir. Diğer bir hoca da Tancalı olan (yani Fas’ın Tanca şehrinden) Muhammed Tanca Hoca idi. Sonra Türk vatandaşı olunca Tanci soyadını aldı. Muhammed Hamidullah da Türkiye’ye misafir olarak gelip giderdi.

      Muhammed Hamidullah Bey’in Türkiye’ye gelişi de çok enteresandır. Muhammed Hamidullah Bey, Avrupa’da bizim tarih profesörümüz Zeki Velidi Togan’ı tanımış. Zeki Velidi Togan hatıratında da ifade ediyor. Togan, Türkiye’de dinî ilimler alanında çok geri kaldığımızı fark ediyor. Artık İran’da olan, Hindistan’da olan başka yerlerde olan kaliteli din adamlarının Türkiye’de olmadığı hükmüne varıyor ve faydalı olacağı düşüncesiyle Hamidullah Bey’i Türkiye’ye davet ediyor. Hatta üniversitelerle de irtibat kuruyor ve Muhammed Hamidullah Bey’in Türkiye’ye gelmesini sağlıyor.

      Muhammed Hamidullah Hoca ve Tanci Hoca sürekli olarak Süleymaniye Kütüphanesine veya Topkapı Kütüphanesine devam ederlerdi. Ben de tez çalışmam vesilesiyle buralara gider hocalarla tanışır, onlardan istifade etmeye çalışırdım.

      Hocanın Zeki Velidi Togan tarafından kurulan İslam Araştırmaları Merkezinde de görevi vardı. Etrafında birkaç tane de hoca vardı. Bunlardan birisi de Salih Tuğ Bey’di. Hocayı ziyaret ettiğim bir gün kendisini Kayseri’ye davet ettim. Salih Tuğ Bey, hocanın çok yoğun programı olduğunu, bize zaman ayıramayacağını söyledi. Üç-dört gün sonra Süleymaniye Kütüphanesi’ne uğradığımda “Aha hocayı Kayseri’ye davet eden adam geldi.” dediler. Hoca da orada oturuyordu. Hoca kabul etti. Ondan sonra Kayseri’ye Yüksek İslam Enstitüsünün müdürüne davet için telefon ettim. Ben, Muhammed Hamidullah ve Yusuf Ziya Kavakçı Bey Kayseri’ye geldik. Hocayı Kayseri’ye getirince ilk programımız Yüksek İslam Enstitüsünde konuşturmaktı. Yüksek İslam Enstitüsünün yemekhanesi aynı zamanda konferans salonu olarak da kullanılırdı. Orada hocayı konuşturduk. Hoca o konuşmasında İslam’da köle hukuku üzerinde durdu, köleciliğin gelişimi üzerinde durdu, hem Batı’da hem Doğu’da İslam dünyasında ve Batı dünyasında köleciliğin gelişimi ve kölelerin hukuku üzerinde durdu ve bence çok kaliteli, çok güzel bir konuşma oldu. Batı, insanlık tarihinde köleciliğe kendisinin son verdiğini iddia eder. Hoca konferansında Batı’nın köleciliğe teknolojik buluşlar sebebiyle son verdiğini söyledi. Oysa İslam dünyasında ilk defa Sultan Abdülaziz Han Batılı devletlere ve hatta bütün dünyaya bir ferman yollamış ve o fermanda köleciliğin kaldırılması teklifinde bulunmuş. Fermanı gönderdiği yıl sanıyorum 1862. Batı köleciliğe 1890 yılında son verdi.

      Muhammed Hamidullah Hocanın bu açıklamalarından hareketle gerçekten İslam dünyasında köle hukuku alanında da çok büyük bir alicenaplığın mevcut olduğunu söyleyebilirim. Özellikle İslam köleliği doğrudan kaldırmıyor. Köle edinmenin kaynaklarını kurutuyor.

      Muhammed Hamidullah Hoca’yı Kayseri’ye getirmemizden müftü Abdullah Saraçoğlu rahatsız olmuş. Birilerine onu dövdürme planı yapmış. Biz bunu öğrendik. Tedbir aldık.

      Büyük Doğu Kulübünün Ankara Şubesini Kim Açtı?

      1969’da Hamidullah Bey’in “İslam Peygamberi” kitabı çıktı. Basında “Miraç’ı inkâr ediyor” diye Hamidullah aleyhinde bayağı bir kamuoyu oluşturdular. Dolayısıyla Türkiye kamuoyunda Hamidullah hakkında önyargı vardı.

      Evet, önyargı var. Zaten bunu hep söylüyorum. Türkiye’mizde bazı insanlar dinî ilimler alanında söz sahibiydiler ve bütün Türkiye’ye hâkimdiler. Bunlardan birisi de Necip Fazıl Kısakürek’ti.

      Necip Fazıl bildiğiniz gibi din adamı değil, dini bilmez, Arapçası da yoktu. Ama bir Osmanlı kültürü almıştı. Osmanlı kültürüyle İslamcılık da yapardı. Tabii Necip Fazıl’dan başka insanlar da vardı. Söz gelimi Hüseyin Hilmi Işık, Ahmet Davutoğlu gibi adamlar da vardı.

      Şimdi bunlar İslam dünyasında, özellikle Türkiye’de dinî ilimler alanında kaynaklara inecek biçimde dini inceleyen, araştıran akademisyenler ortaya çıkınca tahammül edemediler, Necip Fazıl da buna tahammül edemedi. Üstelik de o dönemlerde, tam o tarihlerde hızlı bir şekilde Mevdudi’nin, Seyyid Kutub’un, Muhammed Hamidullah’ın eserleri tercüme ediliyor. Bu eserler onları çok rahatsız ediyordu. Dolayısıyla Hamidullah, Seyyid Kutub, Mevdudi aleyhine birtakım yayınlar oldu. Bu yayınların belki en şiddetlisini yapan Hüseyin Hilmi Işık’tı. O sadece bu zevata hücum etmiyor, “Kur’ân-ı Kerim”e müracaat eden, “Kur’ân-ı Kerim”i tefsir eden, tercüme eden kimselerin de aleyhinde bulunuyordu. “Kur’ân-ı Kerim”i anlayanlar anlamış, bizim o anlayanlardan dini anlamaya

Скачать книгу